Küreselleşmeyi kendi çıkarları için kullanan güçlü ülkelerin hedef alınan milli devletler üzerinde uyguladıkları politikalar dikkatleri çekememektedir.
Hedef alınan ve engel görünen milli devletlerin her yönden kontrol altında tutulabilmeleri için değişik bölgesel birliklere sokulmaya zorlanmaktadırlar. Böylece bu ülkeler ve kamuoyları etkisiz, milli hassasiyetlerini kaybetmiş, gelecekle ilgili ümitlerini yitirmiş, teslimiyet yolunda mesafe almış, çaresiz ve tepkisiz birer yığın haline sokulmaktadırlar. Türkiye’nin hayali AB üyeliği koz olarak kullanılarak çeşitli tavizlerin alınması, yasa ve anayasasının yeniden düzenlenmesi, dışarıya imtiyaz sağlayan yasaların çıkarılması yakın geçmişte buna örnektir.
Daha ileri demokrasi, sözde barış, akan kanın durması ve demokratikleşme için silah bırakmamış terör örgütü ile müzakereye zorlanmamız ve yönetenlerin gafletinden beslenen dıştan kumandalı politikalar sırasıyla uygulanmaktadır.
Önü açılan ve engel görülen ülkelere doğrudan ya da dolaylı sıcak müdahaleler ikinci örnektir. Arap Baharı ve Turuncu Devrim adı altında işbirlikçileri de kullanılarak sözde demokrasi getirmek uğruna yapılan müdahaleler bu alana girmektedir.
Milli devleti zayıflatıcı ve zamanla devre dışı bırakıcı üçüncü bir yolda egemenliğin devrettirilmesidir. İçeride grup ve unsurlara devri gibi gözüken, aslında dış küresel güce egemenlik devridir. Merkezi yönetimin yetki ve sorumluluklarının mahalli yönetimlere devredilmesi, merkezi devleti etkisizleştirmekte, hatta devreden çıkarmaktadır. İtibar kaybına da uğrayan merkezi milli devlete rakip bölgesel özerk yönetimler, şehir devletçikleri ortaya çıkarılmaktadır. Devlete alternatif egemenlik alanları eğitimde, yargıda, valilerin seçim yoluyla gelmesinde, anayasada mahalli dil ve kimlik öne çıkarılarak sağlanmaktadır.
Diğer şıkları destekleyen dördüncü bir yolda iktisadi hayatta yerli sanayiciyi ve müteşebbisi sektörden kaçırıcı veya kuruluşu yabancılarla paylaşmaya zorlayıcı şartların yaratılmasıdır. Sanayici artık ithalatçı veya temsilci konumuna düşer. Bu süreci özelleştirmeler, banka ve finans sektöründeki yabancı egemenliğinidesteklemektedir. Sistemi aksatmayacak ölçüde reel sektöre de göz yumulmaktadır. Tarım ve hayvancılık perişan bir duruma düşürülür. Sıcak para girişleri ile ekonomi kontrol altına alınır; dışarıya transferler arttırılır; ülke her an krize hazır halde tutulur.
Şimdi terörde yeni bir perde oynanıyor. Son bir buçuk yılda büyük kayıplar veren, mağarave sığınakları yok edilen, Şemdinli’de olduğu gibi halkla bütünleşme imkânları ortadan kaldırılan terör örgütü ve perişan edilen KCK örgütlenmesi gibi örnekler ortada dururken; İmralı ve diğer çevrelerle garip bir barış ve silah bıraktırma çelişkisi nereden doğuyor? Şehit aileleri bu durumdaki terör örgütüne barışma teklif eden siyasetçi için mi çocuğunu şehit verdi? Şehit anaları devamlı ağlıyor. Teröristlerle kucaklaşanların dokunulmazlıkları ne oldu? “Şehitlerin kanı yerde kalmayacak” nutuklarının yerini müzakere masaları aldı. Artık kan akmasın diyenler, kimleri koruma altına alıyor? Çirkin bir dolap döndürülüyor. Örgütten rica edilen! silahları susturmak mı; yoksa bıraktırmak mı? İktidar kanadından çelişkili beyanlar geliyor. AcabaDevlete de silah bırak mı denecektir? O takdirde ortada devlet kalır mı?
NOT : Bengütürk TV ne zaman kalite, program doluluğu ve yayın çeşidi açısından izlenebilir hale getirilecektir? Bu soru cevap bekliyor.