İstanbul Güngören’deki halkın bombalanması olayı terörün çirkin yüzünü bir kere daha ortaya çıkardı. Terör, daha fazla demokrasi ile çözülecek bir sorun değildir. Zaman zaman ülkeyi yönetenler bu yanlış beyanlara sığınmışlardır. Terör, örgütle halkı birbirinden ayırarak, terörü demokrasi ve insan hakları örtüsü altına sokmayarak çözülebilir. Artık bölücü, ırkçı terörün amacının kültürel haklar olmadığı, hükümranlığı ve egemenliği paylaşmak istediği, vatandaşlığı reddettiği anlaşılmalıdır. Terörü doğrudan veya dolaylı destekleyen malum çevrelerin kendi kendilerini ötekileştirdikleri ve mensubiyeti reddettikleri bir ortamda daha fazla demokrasi ile terörü çözeriz demek, siyasetçinin kalitesizliğini ve tecrübesizliğini gösterir. Yasalar kuşa çevrilerek, dış baskılarla hukuk devleti işletilmeyerek, AB’ne yaranmak uğruna tavizci beyan ve tutumlarla, ülkeyi hâkim kültürsüz, milli kimliksiz etnik gruplar topluluğu gibi görerek terör ancak azdırılır. Terör, ülke bütünlüğünü, milli ve üniter devleti hedef aldığına göre; siyasette buna karşı geniş bir mutabakat gerekir. Mutabakat yerine terör kanallarını okşayıcı, fırsatçı tutumlar, terörü önleyemez. Türkiye’de de böyle olmuştur.
Son olaylar dolayısıyla TRT’den haberleri dinlerken yapılan Türkçe yanlışları dikkatimi çekti. Bombalama olayı ile ilgili haberi sunan görevli ekrandan sesleniyor: “Olayda ölenlere başsağlığı diliyoruz”. Bunu yorumlamak bile gereksiz…
Kin ve nefret tohumları ekerek, siyasi hırçınlıklar sergileyerek, çatışmayı tırmandırarak, barış, huzur ve siyasi istikrar sağlanamaz. Ülkenin getirildiği nokta ortadadır. Hele bu hırçınlık, hiddet ve şiddet tek başına iktidar olanlardan gelirse; bu çok düşündürücüdür. Siyaset soğukkanlılık, hazımlılık ve belirli bir birikim gerektirir. Sayın Başbakanın bir beyanı dikkatimi çekti: “İç barışı yeniden kuralım”. Haber bültenlerinde geçen bu dilek, ülkemizde maalesef iç barışın bozulduğunu, dış beklentilere hizmet edercesine kamplaştırmaların arttığını göstermektedir. Bu beyan en azından iç barışın bozulmasında kendilerinin de payı olduğunu kabul etme anlamını taşımaktadır. Türkiye, parti kapatma ve pehlivan tefrikasına dönen Ergenekon’a kilitlenmiştir. İçeride kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti konusundaki kan kaybı, dışarıdan yapılan müdahaleleri tahrik etmektedir. Ergenekon davasının parti kapatma davasının rövanşı olup olmadığı tartışılmaktadır. Türkiye layık olmadığı bir ortama sürüklenmektedir. İşsizlik ve yoksullaşma unutturulmaktadır.
Oysa, iç ve dış politikada önemli sorunlarla karşı karşıyayız. Halk darbe ve olmayan derin devlet iddialarıyla meşgul edilirken, ülke toprakları satılmaktadır. Genelkurmay’dan görüş alınması terk edilmiştir. Harita ve Kadastro Mühendisleri odasına göre; Türkiye’de 17.000 dolayındaki yabancı şirketin 3.000’i sadece toprak alımıyla meşgul olmaktadır.
Bir taraftan Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkin garantisi ve Türk Devleti devam edecek denilirken; diğer taraftan iki bölgeli, iki toplumlu ama tek devletli, tek egemenlikli ve tek vatandaşlığa dayanan bir devlet seslendirilmektedir. Sayın Başbakan, devlet kurulmasından bahsetmektedir. Kanla şerefle ve milletlerarası hukuka uygun olarak kurduğumuz KKTC’yi yaşatamamak; ayıbın da ötesinde bir siyasi hezimettir. Kıbrıs’ta kurulacak olan federasyon ister istemez KKTC’yi ortadan kaldıracak, Türkiye’nin garantörlüğünü sonlandıracak, Türk askerini de Kıbrıs dışına itecektir. Anlaşılan Kıbrıs’ın kuzeyinde geniş ve büyük bir belediye kurulmaktadır. Aynen Bosna’da, Hırvat, Sırp ve Boşnak bölgeleri gibi… Bu gelişmeyi Batı ve Yunan tarafı bundan dolayı selâmlamaktadır. Biz bunu içimize sindiremiyoruz. “Milli davalar olmaz, bunlar soyut şeylerdir” , “Milliyetçilik dönemi geçti, şimdi küresel çağdayız” diyenleri tenkit etmeyecek de kimi tenkit edeceğiz? Eğer bu ülkede fikir ve düşünce hürriyeti varsa! KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın kendi devletini “hayal” olarak gören ifadesini de unutmuş değiliz.
Diğer taraftan Ermeni sorunundaki milli politika adeta değiştirilmektedir. Ermenistan’la ilişkiler iyileştirilmeye zorlanmakta, Ermeni iddiaları ve Karabağ işgali adeta gözardı edilmekte, TTK Başkanı Sayın Halaçoğlu görevden alınmaktadır. İlmi ve tarihi gerçekleri savunan sembol bir ismin feda edilmesi tavizin en büyüğüdür. Bu üzücü gelişme Azerbaycan’ı da rahatsız etmiştir.