Teoriden Uygulamaya Davutoğlu’nun “Kürt Meselesi”

34

Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, 2001’de yazdığı Stratejik Derinlik kitabında “Kürt Meselesi”ni Türkiye ile İran hinterlandının kesişim kümesi gibi görür.[1] Türkiye’nin GAP Projesi ile başlattığı atağın bölge dışı güçleri tahrik ettiğini ve bu yüzden geniş ölçekli Ortadoğu Meselesi’nin dar ölçekli “Kürt Meselesi”ne dönüştürülmeye çalışıldığını belirtir.

Ayaktan ayağa dolaşan bir futbol topu gibi önce 70’li yılların Sovyetler döneminde bir Irak meselesi, Humeyni Devrimi’nden sonra bir İran meselesi, 80’li yılların ortalarına doğru bir Türkiye meselesi. Körfez Savaşı’nın 90’lı yıllarında yine bir Irak meselesi olan Kürt nüfusun her an kullanılma tehlikesinden ötürü tüm stratejik oyunların sürekli mağduru olduğunu da ifade eden Davutoğlu küresel bir gücün korumasının “Kürdistan” için yeterli olmadığını ve denizle irtibatı olan bir bölge ülkesiyle bütünleşmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade eder.

Şimdilerdeyse “Kürt Meselesi” hem Türkiye, hem Suriye, hem Irak, hem İran hem de diğer çevre ülkeler için ortak bir sorun teşkil etmekte yani özel ismi haricinde genel Ortadoğu sorunu hükmünde fiilî durum üretmektedir. 21.yy.ın ilk yarısında Su ve “Kürt” Meselesi üzerinden bir Türk-Arap-İran gerginliğini bunalım senaryosu olarak öngören Ahmet Davutoğlu, aynı zamanda bunu problemleri kangren yapabilecek en geniş kapsamlı tehlike olarak görmekte.

Yani Profesör Davutoğlu; Türk, Arap, Kürt ve Acem unsurları arasında çıkabilecek etnik bir çatışmayı en kötü ihtimal olarak görmekte ve bunu ancak Türkiye’nin “stratejik basiret” göstererek bölgesel barışı ve ülkelerin toprak bütünlüğünü korumakla engelleyebileceğini söylemekte. Ama Başbakan Davutoğlu, Profesör Davutoğlu’nun yazdıklarının ve temenni ettiklerinin tam tersine bir icraatla “terörist grup ile Kürt halkını ayrıştıracak ve masum bölge halkını yeni bir aidiyet hissiyle kucaklayacak kültürel, siyasî ve ekonomik politikalar geliştirmek zorunda” olduğunu adeta inkâr etmiştir.

PKK’nın bütün çabalarına rağmen Kürt nüfus içinde yeterli destek bulamamasının gerekçesi olarak Anadolu’nun değişik yörelerinde yaşayan insanlarla ortak bir sosyal aidiyet hissi olduğunu yazan Profesör Davutoğlu, tarihî birikim ile desteklenen bu ortak hayat alanı bilincinin zaafa uğratılmasının PKK teröründen daha tehlikeli sonuçlar doğuracağının altını çizer. Başbakan Davutoğlu ise PKK / KCK ve onun siyasal uzantılarını muhatap alarak, Oslo’da eşit iki taraf gibi görüşmeleri mutabakatlandırarak, İmralı’da yatan Terörist başı Abdullah Öcalan’la görüşme heyetlerinin geliş ve gidişlerini rutinleştirerek, 6-7 Ekim olaylarındaki kalkışma denemesiyle sarsılan kamu düzenini hala tesis etmeyerek, devlet organizasyonu egzersizleri olarak bölgede yapılan şaklabanlıklara tolerans göstererek kendi yazdığı kitapla ciddi manada çelişmektedir.

Görünen o ki 2001 yılı itibariyle özerk ya da bağımsız bir Kürdistan noktasında böylesi bir devletin doğuracağı stratejik sakıncalar hususunda ikna edilemediğini iyimserlikle dile getiren Davutoğlu, 2002’de iktidara gelen ve başından beri dış politikalarını çizdiği, 2014 yılı itibariyle de Başbakanlığını yaptığı AKP hükümetlerinin bu meyanda çoktan ikna edilmiş olduğunu icraatlarıyla göstermiş oluyor.

“Kendi içinde kimlik bölünmesi yaşayan ve devlet-toplum ilişkisi zaaf uğratılmış bir Türkiye’nin bu yeni projeksiyonlarda yeni risklerle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır” diyen biri bütün bu yazdıklarını hilafına ülkesinin gitgide bir iç çatışma sürecine kaydığını bile bile hala neden tedbir almaz veya kendisinin eskiden strateji kitabına yazdıklarını tekrar neden okumaz? Bu mu Derinlik; bu mu Devlet Adamlığı?

Bizim “Kürt’ün Kafasını Türk’e Kırdırmak”[2] diye özetlediğimiz ve Küresel Efendi’lerin yerli işbirlikçilerle coğrafyamızın çeperlerini kan kazanına çevirme ameliyesi etnisiteleri öne çıkarmakla hızlanır, Türk Milleti şemsiyesiyle azalır. Bizden söylemesi..

 


[1] Bkz: Stratejik Derinlik, Sayfa 437 – 453.

[2] Bkz: 6 Haziran 2011 (Kamu Gazetesi), 8 Haziran 2011 (Kocaeli Aydınlar Ocağı)