Yaşanmışlığa tecrübe deniyor. Pek çok olayı değişik yön ve
boyutlarıyla yaşamaktır tecrübe, bir diğer adıyla deneyim. Bilgelik kazandırır
kişiye. Olay ve olgulardan irfani bir sonuç çıkarma becerisidir bilgelik. Her
bilge, insanlık hayrına değer üretme meziyet ve niteliğine sahip midir? İşin
püf noktası burası.
Yaşanmış bir kıssayı paylaşmak isterim:
Bandırmalı Tatlıcı Ali Dayı, bir gün, çocuklarının, ateş
yakmak için kesilen odunlar arasından düzgün olanları ayırdıklarını görür ve
onlara sebebini sorar: “Onlardan keser ve balta sapı yapabiliriz.” cevabını
alır. Ali Dayı bu durum karşısında ağlar ve “Doğru olunca odunlar bile kendini
ateşten kurtarabiliyor, ya insanların doğru olanları? Rabbim bizi doğruluktan
ayırmasın.” der.
Tatlıcı Ali Dayı, tam bir bilgedir, işin künhüne vakıf
olmuştur. Her davranış, her olay, fiziki ya da kimyasal her kural, her yasa,
her olgu ve oluş; bir ayettir onun için. Kitap’ta yazması gerekmez ayetin.
Biyolojinin, sosyolojinin her yasası ona O’nu hatırlatır, anlatır. O, doğrudur, haktır. Hakk, O’nun adıdır.
Yaşanmışlık, bazen bazı kişileri doğruluktan uzaklaştırır.
Bir tür savrulma bu. Hazan yaprağı…
Yine bir kıssa paylaşmak isterim:
Cambazın biri topallayan eşeğini pazara çıkarır. Eşeğin
fiyatı da gayet uygundur. Bir başka cambaz talip olur. Anlaşırlar. Alıcının
yanına birileri gelir, eşeğin topal olduğunu ve kandırıldığını söyler. Alıcı,
eşeğin topal olmadığını, tırnağında taş bulunduğunu, eşeğin bu yüzden
topalladığını söyler. Aynı kişi, doğru satıcıya gider, eşeğin topal olmadığını,
ayağındaki taş sebebiyle topalladığını, dolayısıyla sağlam eşeği ucuza
sattığını söyler. Satıcı, “Eşek, topal olmasına topal, topallık sebebi taş
zannedilsin diye taş koydum.” der. Aynı kişi bu defa alıcıya eşeğin gerçekten
topal olduğunu, taşın bir aldatma olduğunu söyleyince ondan “Vay namussuz vay!
Verdiğim para sahte olmasaydı demek ki beni kazıklayacaktı!” cevabını alır.
Aldatma da tecrübe işidir. Yalan, kandırma, üçkağıtçılık,
düzenbazlık; deneyimle elde edilecek niteliklerdir. Zamanın, mekânın, olayların
senteziyle oluşan tecrübe nasıl oluyor da iki, hatta daha fazla, birbiriyle
çelişen insan tipleri üretebiliyor? Hakka koşanlar, haktan kaçanlar… Olduranlar
ve öldürenler… Yük alanlar ve yük olanlar… Aldatanlar ve aldananlar… Aldananın
dahi aldattığı bir toplum… Aldatma ve yalan üzerine kurulmuş ilişkiler ağı,
örümcek ağından daha güçsüzdür. Yahudilerin, zina yapmış bir kadını
cezalandırma fetvası vermesi için önüne getirdiklerinde Hz. İsa’nın “İlk taşı
günahsız biri atacak.” demesiyle herkesin meydanı terk etmesini hatırlatmak
isterim. “Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde?” der şair.
“Zamanın ruhu” diye bir ifade var. Kapsamı, dar. “Hayatın
ruhu” demeliyiz. Hayatın ruhunu okuyabilmek, anlayabilmek ve buna göre bir
yaşam tarzı ortaya koyabilmek… Ben bunun için “Allah’ım beni bana bırakma, bana
öyle bir yaşantı ver ki öldükten sonra hesabını kolay verenlerden olayım.” diye
dua ediyor, temennide bulunuyorum. Size de öneririm. Su yolunu bulunca zaten
akış kolay oluyor. Yoluyla gidene aşılmayacak dağ yoktur. Hayatın ruhu;
istikamettir, dosdoğruluktur.
İnsanlara bakıyorum, sermayelerini fütursuzca harcıyorlar.
Para, mal, sağlık, zaman, ömür… hepsi, birer sermaye. Parası vardır, harcamayı
bilmez; sağlığı vardır, bedenine zarar verecek uğraşlara yönelir; zekidir,
fitne üretir; tecrübesini insanlığın yararına kullanmaz; ömür denen hayat
sürecini olur olmaz yerlerde ve işlerde israf eder; dostluk, güven gibi kazanımlarını
bir çırpıda sıfırlar, sevgi ve sabır gibi fıtri değerlerini yanlış adreslerde
israf eder, vücut azalarını günah kulvarlarında, ahlak dışı işlerde kullanır…
Bu insanları anlamak gerçekten zor. Zor olan, anlamak değil, bu anlamsızlığı
anlamak. İnsanı üzüyor.
Oksijen, hidrojenle birleştiğinde su, su da hayat kaynağı
oluyor. Tecrübe, Hakk’ın öğretileri hakikatlerle birleştiğinde yüksek bir
kıymet kazanıyor. Hekimin elinde neşterin şifa aracı olması gibi.
“Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyaya kılıç vermektir.” demiş Mevlana.
Tecrübe kılıcı, ancak Hakk’ın sesiyle, esir bedenleri özgürlük ülkesinin onurlu
insanları yapabilir.
Siyaset, ticaret, memuriyet… Binitimiz ne olursa olsun, bizi
felaha ulaştıracak, huzur ülkesinin dingin sakinleri arasında konuşlandıracak
vasıtalardan vazgeçmemeliyiz. Yol belli, Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Oluklar
çift, birinden nur akar, birinden kir.”
Bize eşyanın ve zamanın ruhunu, olayların hikmetini,
varlıktaki hiçliği öğretemeyen bir tecrübe, tam bir emek israfı olsa gerek.
Akif’in ifadesiyle “ömr-i heder”.
İdam mahkûmu Temel’e cellat son sözünü sorar, Temel: “Ha bu
bana bir ders olsun.” der.
Pişmanlık ve çaresizlik haykıran cümle… Trajik bir son…
Ziya Paşa, bu dünya hayatını “Dehrin ne safa var acaba sim ü
zerinde / İnsan bırakır hepsini hin-i seferinde” (Dünyanın altınında ve
gümüşünde bir mutluluk yok / İnsan son seferinde hepsini bırakır) beytiyle izah
eder.
Bu yoldaki durakta bir daha konaklamayacağız. Yol ayrımı,
hemen önünde!