Tayy-ı Zaman ve Tayy-ı Mekân’dan A s r – ı S a â d e t

55

 

Tüm enbiya ve nebîlerin peygamberlik delilleri, Hz. Muhammed’in sıdkına delildir. Bütün mucizeleri Hz. Muhammed’in manevi birer mucizesidir.

Bazen de, kasem / yemin ve ant; bürhan, delil, hüccet ve ispatın yerini tutar. Çünkü bürhan ve delili içerir. Öyle ise:

“O’na bu kıssaları hikâye ederek ruhunu mazinin derinliklerinde, istikbal ve geleceğin şahikalarında gezdiren ve hâdise ve olayların karanlık köşelerindeki sırlar perdesini onun için kaldırana yemin olsun ki, onun keskin gözü kendisini şaşırtmayacak kadar dikkatli, onun hak olan mesleği ise insanları aldatmaktan uzaktır.”

Evet / neam, O’nun nurlu bakışına; hayal, kendini hakikat olarak gösteremiyor. Çünkü hak olan meslek ve yolunun hile ve oyuna ihtiyacı yoktur. Tarihin Asr-ı saâdet, yâni Hz. Muhammed’in zamanını anlatan sahifesiyle ilgili olarak, şu noktaları dikkate almak zorundayız: Küçük bir âdeti, sayıca az bir kavimde veya zayıf bir huy ve özelliği küçük bir toplumda büyük bir yöneticinin, büyük bir himmet ve gayretine rağmen, yine de kolaylıkla kaldıramadığını düşün ve göz önüne getir.

Bir de, içlerine tamamen yerleşmiş, son derece alışmış oldukları değişik ve körü körüne uyulan, çoğu hurafe niteliğinde örf adet ve gelenekleri iyice benimsemiş; çoğu menfi / olumsuz ve batıl şeylere sarılan bir toplumu düşün ve göz önüne getir. Bütün bu menfi / olumsuz vasıf ve nitelikleri ruhlarının derinliklerinden onları az bir fedakârlıkla çıkarıp attıran ve kaldıran üstelik gururuna çok düşkün bir toplumdan yani Araplardan bütün bunları çok kısa bir zamanda gideren Hz. Muhammed’in büyüklüğünü düşün ve göz önüne getir.

Ayrıca o menfi şeylerin yerine başka âdet ve ahlâk fidanları dikmesini ve def’aten, birdenbire öyle bir toplumdan, son derece olgun, kâmil ve medenî bir toplum çıkarmasını düşün ve göz önüne getir. Bütün bu yaptıklarının olağanüstü olduğunu onaylamamak mümkün mü? Aksi takdirde mutlak hakikat olmadığına inanan bir Sofestaiden farkın kalır mı?

Devlet bir şahs-ı manevi / manevi bir şahsiyet ve bir toplumun rûhu; yâni bir tüzel kişiliktir. Ortaya çıkıp gelişmesi ise, tabiatıyla uzun zaman alır. Eski ve önceki devletlere galebesi / üstün gelmesi ise zamanla gerçekleşir. Çünkü ona boyun eğecek olan insanlar için bu durum yeni bir hâldir. Âdeta ikinci tabiatlarına bürünecekleri yeni bir zaman şerididir. Bunun için, yavaş bir gelişim gösterir. Gerçek bu merkezde iken, Hz. Muhammed’in maddeten ve mânen hükmederek, gayet büyük bir devleti kısa bir zamanda oluşturması, hem de köklü ve kuvvetli devletlere sanki bir anda galebe etmesi; yapıp gerçekleştirdiklerinin; ancak maddeten ve manen olağanüstü bir mahiyet ve içerik arzettiğini görmez ve görmezden gelirsen; yazılacağın yer körler defteri olacaktır.

Baskı, kahır, büyük eziyetlerle, cebir ve zorlama ile zahirde / görünüşte tahakküm mümkün ve olasıdır. Fakat asıl olan fikir ve görüşlere galebe etmek / üstün gelmek. Ruhlara sevgi gösteriminde bulunmak. Menfi tabiat ve huyları bertaraf etmek. Hakimiyetini vicdanlar üzerine kurmak. Bu hususları daim kılmak. Daima muhafaza etmek; hakikatin alâmeti farikası, ayırt edici özelliklerindendir. Bu hassayı / özelliği bilmezsen hakikate karşı bigâne ve kayıtsız. Hz. Muhammed’in maddî-manevi büyüklüğünden de gafilsin demektir.

Tergib / rağbetlendirme veya terhib / korkutma hilesiyle, yalnız bir sathi / yüzeysel tesir ve etkide bulunabilir; akla karşı yolları kapatabilirsin. Oysa kalplerin derinliklerine nüfuz etmek. İnce his ve duyguları heyecanlandırmak. Çiçek gibi olan istidat ve yetenekleri geliştirmek. Gizli-saklı ve uyuyan karakter ve huyları ikaz edip uyandırmak. İnsanlık cevherini galeyana getirmek. Natıkıyet / konuşma kabiliyetini izhar edip göstermek. Hakikat ışın ve şualarının hassası ve özelliğidir. Evet, kalp katılığının somut misali olan “ve’d-i benat”ı yâni cahiliyette Arapların kızlarını diri diri gömme âdeti gibi umur ve işleri kalplerden çıkarması. En hassas acıma duygusunun lem’a ve parıltısı olan hayvanlara merhameti, hattâ karıncaya şefkati kalplere yerleştirmesi gibi umur ve işler ile kalpleri tezyin edip süslemesi; çok büyük bir inkılaba ve değişimdir. Üstelik öyle bedevî kavimlerde ki, hiçbir tabii kanuna uygun halleri yok iken. Bu durumda yapılanların harikulade olduğunu; ancak basiretin varsa tasdik eder, onaylarsın.

 

Önceki İçerikKıbrıs’ta “Enosis”e Yol Verin Gitsin!
Sonraki İçerikBasiret Gözüyle Hz. Muhammed
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.