Tarihten ve Günümüzden Türk Dünyası EsintileriOğuz

94

 

Abdülkerim Satuk Buğra Han
Satuk Buğra Han, Milâdi 922 yılında doğdu. Altı yaşına gelince, babası, Karahanlı Cihan Devleti’nin hükümdârı Kadir Buğra Han Buhara’ya karşı yaptığı bir seferde vefat etti. Dul kalan annesi, o dönem Türklerinde gelenek olduğu üzere, ölen eşinin kardeşi ile evlendi. Babasının ölümü üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadır Hanın himâyesinde büyüdü. Satuk Buğra on iki yaşlarında iken Maveraünnehir ve Horasan bölgesine hâkim olan Fars kökenli Müslüman Samanlı Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak Kadır Han’ın ülkesine sığındı. Kadir Han O’na iyi muamele edip Artuç nahiyesinin idâresini verdi. Artuç Nasır bin Ahmed’in gayretleri ve gelip-giden Müslüman tüccarlar sâyesinde bir ticâret merkezi oldu. Satuk Buğra da Artuç’un ziyâretçileri arasındaydı. Nasır bin Ahmed’le tanışıp O’ndan İslamiyet’i öğrenerek Türkistan’da, İslâm Peygamberi Muhammed bin Abdullah’ın ebedî âleme intikalinden 333 yıl sonra Satuk 12 yaşında iken Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra ‘Abdülkerim’ ismini aldı. Bu gelişmeleri gizli tuttu.  
Yirmi beş yaşına gelince Müslüman olduğunu açıklayıp, amcası ile mücadeleye başladı. Onunla Fergana Savaşı’nı yaptı. İlk olarak Atbaşı Kalesi’ni zaptetti. Daha sonra üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti. Amcası Oğulcak Kadır Han’ı öldürdü. Ülkede hâkimiyeti sağlayıp birliği temin etti. Halkını İslam’a dâvet etti. Karahanlı Devleti’nin ahâlisi bu dâvet üzerine topluca Müslüman oldu. Türk ülkelerinde İslamiyet’i hızla yaydı. Ebü’l-Hasan Muhammed gibi İslam âlimleri, Satuk Buğra Han’a yol gösterip teşvik ettiler.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yağma, Çiğil, Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. Bu sırada Karahanlılar Devleti’nin doğu kısmına hâkim olan Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinlilerden yardım alarak 924 yılında Abdülkerim Satuk Buğra Hana karşı savaş açtı. Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, Bazır Arslan Han ile Balasagun Savaşını yaptı ve galib geldi.
Karahanlıların 920-958 yılları arasındaki hükümdârı halkına yaptığı dâvet üzerine; Arap seyyah ve bilgin İbn Fadlan’ın belirttiğine 950’li yıllarda ülkede yaşayan Türklerden yaklaşık 200.000 kişi İslam dinini benimsedi. 
31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han, güzel ve âdil idâresi ile kendi halkının dışındaki insanların da Müslüman olmasına vesile olmuştur. Saltanatının sonuna doğru Satuk Buğra Han, Hıtaylar üzerine sefer düzenledi ve ülkesinin sınırlarını Turfan’a kadar genişletti. Buraların halkı da dâvet üzerine Müslüman oldu. Burada hastalanınca Kaşgar’a döndü Bir yıl sonra da 955 yılında vefat etti. 
Abdülkerim Satuk Buğra Handan sonra, oğulları devrinde de ülkesine pek çok İslam âlimi gelip, İslamiyet’i doğru olarak anlattılar ve yayılmasına çalıştılar. Kendisinden sonra Musa Tunga adında bir oğlu yerine geçti. Bundan sonra da bunun oğlu Baytaş Süleyman Arslan hükümdarlık yaptı. 
10. yüzyılda Artuç’da inşa edilen türbesi tekrar 1995 yılında Mimar Abuduryim Ashan tarafından tamir edilmiştir.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, Türk ve İslam târihinde çok önemli bir isimdir. O’na verilen önem ve duyulan saygı sebebiyle Abdülkerim Satuk Buğra Han Destanı yazılmıştır. 

SATUK BUĞRA HAN DESTANI

İslam Peygamberi Hazret-i Muhammed (sav), kanatlı biniti Burak’ın üzerinde göklere yükseldiği ‘Miraç Gecesinde’ gök katlarında kendinden önceki Peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail Aleyhisselam’a bu kişinin kim olduğunu sorar. Cebrail (as):
‘Bu Peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh ‘Abdülkerim Satuk Buğra Han’ adını alacaktır.’  Dedi.
İslam peygamberi Hz. Muhammed (sav) yeryüzüne döndükten sonra her gün İslamiyet’i Türk ülkesine yayacak bu insan için dua etti. Hz. Muhammed’in arkadaşları da bu ruhu görmek istediler. Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan, kırk silahlı atlı göründü. Abdülkerim Satuk Buğra Han ve arkadaşları selam verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra, Kaşgar Hanı’nın oğlu olarak dünyaya geldi.
Satuk Buğra’nın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştür. Falcılar bu çocuğun büyüyünce Müslüman olacağını söyleyip öldürülmesini istemişlerdir. Satuk Buğra’ın annesi; ‘Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz.’ diyerek oğlunu ölümden kurtarmıştır.
Satuk Buğra 12 yaşında iken, arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmaya başlar. Avda oldukları bir günde kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve yaşlı bir insan konumuna girer. Satuk Buğra’nın daha sonra Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi, Satuk Buğra’ya Müslüman olmasını öğütler ve İslamiyet’i anlatır. Satuk Buğra Müslüman olur.
Satuk Buğra, Kaşgar hükümdârı olan amcası olan Harun Buğra Han’dan İslamiyet’i kabul etmesini istedi. Kaşgar Hanı, Müslüman olmayı kabul etmedi. Satuk Buğra’nın işâreti ile yer yarıldı ve hükümdar toprağa gömüldü. Satuk Buğra hükümdar oldu ve bütün Türk askeri onun irâdesinde İslamiyet’i kabul etti. Abdülkerim Satuk Buğra Han, ömrünü Müslümanlığı yaymak için mücâdele ile geçirmiştir.
Olağanüstü olaylarla ilgili anlatılara göre Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın elinde düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılınç varmış ve savaşırken etrafına ateşler saçıyormuş. Abdülkerim Satuk Buğra Han Tanrıdan dâvet almış bu sebeple Kaşgar’a dönmüş ve hastalanarak burada 955 yılında ebedî âleme intikal etmiştir. 

TÜRK DÜNYASINI AYDINLATANLAR:

AHÎ EVRAN TEŞKİLATI

Asya içlerinden Anadolu’ya gelen mutasavvıflardan biri olan ve Ahîlik Esnaf Teşkilatının kurucusu Ahî Evran’ın asıl adı Şeyh Nasirüddin Mahmud Ahî Evran b. Abbas’tır. 
Ahî Evran Anadolu’ya geldikten; Denizli, Konya ve Kayseri’de Ahîlik Teşkilatı’nı kurduktan sonra Kırşehir’e yerleşti. Ahî Evran, klasik bir sûfi dervişi idi. Pîr olarak kazandığı itibar, Anadolu, Rumeli, Bosna ve Kırım’a kadar yayıldı. Anadolu’da kendisiyle birlikte etrafındakiler, Anadolu dışında da Ahî Evran’ı ‘Pîr’ kabul edenler, bulundukları bölgede İslamiyet’in yayılması ve İslamî hükümlerin uygulanması için çalıştılar. 
O’nun ortaya koyduğu prensipler, temelde Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayanan, İslamî anlayışa doğrudan bağlıdır. ‘Fütüvvet’ (1) olarak adlandırılan teşkilatın öğretileri, İslam’ın ilk asrında belirlenmiş ve bu anlayışla İslamî eğitim faaliyetleri başlamıştı. Fütüvvet, tasavvufta önemli bir yeri bulunan uhuvvet’i (2) hatırlattığı için girdiği bölgede yayılmış, İslamiyet’in bölge halkanın hayatına yerleşmesinde köklü tesirleri olmuştur. 
Türkler, İslamiyet’i kabul etmeleri ve Anadolu’ya yerleşmelerinden itibâren fütüvvet ülküsünü benimseyip kendilerine has yiğitlik, cömertlik ve kahramanlık vasıflarıyla süslemişlerdir. Bununla birlikte Ahîliğin temel belirleyicisi olan İslamî-tasavvufî düşünüş ve yaşayış her devirde ve bölgede geçerliliğini korumuştur.  
Karahanlılar döneminde başlayıp Selçuklular döneminde ve Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar hayatiyetini koruyan, hizmetlerini devam ettiren bir Türk tarikatı olan Ahîliğin kurucusu Ahî Evran, Bağdat’a elçi olarak gönderilen Sâdeddin Konevî Hazretlerinin babasının dâveti üzerine,  insanlara dinlerini öğretmek, kardeşlik ve berâberliği sağlamak için Anadolu’ya gelmişti. Anadolu Selçuklu Devleti yöneticilerinden büyük itibar gördü. Mürşid-ül-Kifâye ve Yezdan-Şinaht  adlı eserlerini Sultan Alâeddin  İkinci Keykubat’a takdim etti. Hocası ve kayınpederi Evhadüddin ile birlikte Anadolu şehirlerini dolaşarak, özellikle esnaflıkla geçinen insanlara İslâmiyet’i anlattı. Esnafın dünya ve âhiret işlerinin düzenli olması için nasihatlerde bulundu. Yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı halkı hazırladı, vatanseverlik duygularını aşıladı ve vatanı savunmaya azimli insanlar yetiştirdi. 
Gündüz işyerlerinde mâişetini temin etmek için çalışan esnaf, hava kararınca işyerlerini kapatıyor, zevk ve iştiyakla, Ahî Evren’in sohbetlerine katılmak için O’nun bulunduğu yerlere geliyorlardı.  Çok sevildi. Bu sevgiden güç alarak, başka şehir ve kasabalarda da ders verecek, sohbet edecek elemanlar yetiştirdi. Böylece Ahilik Teşkilâtı’nın temelleri Anadolu’da da atılmış oldu. Ahilik teşkilâtı,  günümüzdeki esnaf kuruluşlarının işlevlerini daha kapsamlı olarak görüyordu. Yalnız iş konusunda değil, ahlâklı ve dürüst olmak, işini sağlam yapmak, işini sağlam yapan elemanlar yetiştirmek gibi dünya işleri hakkında bilgiler verilirken, İslâmî konularda da esnaf kesiminin bilgi açığı kapatılıyordu. 
Ahi Evren’in yetiştirdiği talebeler gittikleri yerlerde sohbet odaları açarak aynı zamanda Türkistan’dan Anadolu’ya yeni gelmiş insanlara meslek edinme, iş ve ev kurma konularında da yardımcı oluyorlardı. Henüz Müslüman olmamış yeni misafirler, aralarında bulundukları Müslüman Türklerin yardımlaşma, kardeşlik içerisindeki misafirperverliklerinden etkilenerek kısa bir zaman sonra kendi istekleriyle Müslüman oluyorlardı. Özetle Ahî Evren ve talebeleri, Anadolu’nun Türkleşip Müslümanlaşması konusunda en büyük katkıları sağladılar.  
Ahîlik Kur’an’ın ahlâk anlayışıyla Türk örf ve âdetlerini kaynaştıran bir düşünce biçimidir. Ahîliğin hedefi; İslâm’ın ön gördüğü değerlerin benimsenmesini sağlamak yoluyla insanı dünyada ve âhirette mutlu etmektir. Bu kurumun Müslüman Türkler arasında ve Türk kültürü içinde aldığı şekil ve önem diğerleriyle kıyaslanamayacak derecede güçlü ve yaygındır. Ahîlikteki kalfalık ve ustalık törenleri, usta olacaklara verilen öğütler, Anadolu’da sosyal ahlâkın kodlarını oluşturuyordu Bu öğütlerden birkaçı şöyledir:
-Helâlinden kazanasın, Hak Teâlâ’nın ibâdetini yerine getiresin, şeriata, tarikata muhalefet eylemeyesin.
-Güzel ahlâktan, aklıselimden dışarı adım atmayasın, nefsine ve şeytana uymayasın.
-Haramdan, mekruhtan perhiz edesin, sünnetleri kocaltmayasın.
-Elinle koymadığını götürmeyesin, kimsenin sanatına tamah etmeyesin, kimsenin ehline iyâline kem gözle bakmayasın, kimseye kibir, düşmanlık beslemeyesin.
-Cimrilik yapmayasın, haset etmeyesin, her kimin ayıbını görürsen örtesin, dünyaya aşırı muhabbet göstermeyesin.
-Büyüğe varıp ikram edesin, hürmet ve hizmette bulunasın.
-Bir elinin kazancını ihtiyaçların için, diğer elinin kazancını âhiretin için fukaraya sarfedesin.
-Hayır işlerde elinden geleni yapmakta kusur etmeyesin.
-Oğul hak al, hak ver. Kimseye dediğinden eksik verme ki Yüce Allah kazancına ve ömrüne bereket versin.
-Her ne zaman teraziyi eline alırsan âhiret terazisini hatırlayasın. İyi bil ki helâlin hesabı, şüphelinin itabı, haramın azabı vardır.
-Âlimlerin dediklerini, kâhyaların öğütlerini, ustan olarak benim sözlerimi tut. Ana, baba, hoca, usta hakkına saygı göster. Tanrı buyruklarını dinle. 
Din konusundaki tavsiyeleri de şöyleydi: Allah-ü Taala’ya inanın, Sünnet-i Resul’e riayet edin, Allah’la birlikte olanlarla birlikte olun. 

(1) Fütüvvet: Başlarında bir şeyh bulunan belli inanç, düşünce ve davranışları olan dinî ve meslekî birlik, esnaf kuruluşu. 
(2) Uhuvvet: Kardeşlik, dostluk, bağlılık. 

AHISKA DRAMI

1578 senesinde, Sultan Üçüncü Murat Han zamanında, Gürcistan’ın fethinden hemen sonra İç Anadolu bölgesinden özellikle Konya, Tokat, Yozgat illerinden seçilen Türkler Ahıska ve çevresine yerleştirildiler. O zamanlar Osmanlı’nın parlak dönemleri. Osmanlılar, Budin’den
Mekke’ye, Kafkaslara, Mısır’a dört bir yana hâkim durumda  ve fethettiği beldelere Anadolu’dan insanlar gönderiyor. Bu İnsanlar hal ve hareketleri düzgün, ilim ve irfan sahibi, sevgi ve hoşgörü dolu gönül erleriydi. Bu özellikteki münevver insanlara ‘Sen şu beldeye gideceksin, oraya yerleşip ahlâkınla, davranışlarınla, ilminle, sohbetinle oradaki insanlara dinimizin güzelliklerini anlatacaksın.’ Deniliyor. Bu insanlar devletin bu emrini severek kabul ediyorlar. Yüce bir görevi üstlenmenin verdiği gönül zenginliğiyle, gittikleri yerleri aydınlatıyorlar. İşte ilk defa bu maksatla Osmanlı Türkleri Ahıska’ya yerleşiyor. Ve aradan az bir zaman geçmesine rağmen bütün Türk boyları gibi, Ahıska Bölgesinin Atabekleri ve Türk ahalisi de kendi istekleriyle Müslüman
oluyorlar ve Ahıska 250 yıl boyunca bir Osmanlı eyaleti olarak kalıyor. İlimde, sanatta, kültürde
dâimâ ilerleyerek parlak ve mutlu dönemler yaşıyor. Tâ ki Osmanlı-Rus Savaşının bitimiyle 29 Eylül 1829 senesinde Ahıska’nın on sancağının Rusların eline geçmesine kadar. Ahıska Rusya ile arada bir kilit nokta olduğundan, Ruslar kilit noktayı alınca kısa zamanda Anadolu içlerine kadar saldırıya geçiyorlar. Bu olay Ahıska Türklerini çok üzüyor. Halk şairleri pek acı ağıtlar yakıyorlar.

Ahıska gül idi gitti / Bir ehli dil idi gitti /
Söyleyin Sultan Mahmut’a / İstanbul kilidi gitti.
Bu dönemde Ahıskalı Türklerden bir kısmı Rusya’nın baskısından kaçarak Erzurum’a, Kars’a ve diğer doğu illerine sığınıyorlar. Büyük bir kısmı da Ahıska’da kalıyor.
1914-1918 yılları arasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı hem dünya hem de Ahıska Türkleri açısından çok çetin ve acımasız bir dönem oluyor. O dönemlerde Gürcüler, Ermeniler, Ruslar Ahıskalı Türklere çok sıkıntı çektiriyorlar, eziyet ediyorlar. Maksatları onları yıldırıp Ahıska topraklarından çıkarmak. Ahıskalıların kültürlerini yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat Ahıska Türkleri yaşadıkları bütün zorluklara rağmen yurtlarından çıkmıyorlar.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında binlerce Ahıska Türkü katlediliyor, evleri yakılıp yıkılıyor. Ahıskalıların çektiği çileler Azerbaycan halkını ayağa kaldırıyor. Bakü’den bir heyet Ahıska’ya geliyor. Heyetin arasında bulunan Azerbaycan’ın millî şair Ahmet Cevat Bey bu acı durumdan çok etkileniyor. Duygularını şu mısralarla belirtiyor.
Karları üstünde mazlumlar kanı / Ölenler çok, fakat
Mezarlar hani? / Ayaklar altında şevketi şânı /
Kalanları görüp feryada geldim.

SEKEL TÜRKLERİ

Romanya’da bulunan Sekelistan’da ‘Hun artığı’ veya ‘Atilla’nın torunları’ olarak görülen Sekel Türkleri dünya kamuoyuna unutturulmuş bir topluluk olarak yaşıyor. Büyük bir baskı altında oldukları ve adeta tarihten silinmek istendikleri söyleniyor. İçlerinden biri olan Levente G. Borbely bunu dünyaya ve özellikle Türk dünyasına duyurmak ve protesto etmek için Sekelistan’dan yürüyerek yola çıktı ve 2011 yılının Ekim ayında Türkiye’ye ulaştı.
Borbely’nin yürüyüşü Moğolistan’da sona erecek. Borbely İstanbul’da iken Av. Özcan Pehlivanoğlu kendisine internet üzerinden soru sormuş ve şu cevabı almış: ‘Romanya’da yaklaşık olarak 700.000 insanımız var. 600.000 bini Sekelistan’da…  Romanya’da ve  Macaristan’da yaşayan Sekellerin toplam sayısı 1.000.000 civarındadır.’

 

 

 

Önceki İçerikCuma ve Cumartesi
Sonraki İçerikÇevre ve Şehircilik Bakanlığı’na suç duyurusu
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.