Doğu Türkistan’da 2016’dan beri
*1000’e yakın cami ‘camiye kimse gelmiyor’ yalanıyla yıkıldı
*Kadınların başlarını örtmeleri, erkeklerin bıyık bırakması yasaklandı
*Çocuklara ‘Muhammed’ isminin konulması yasaklandı. Ayrıca İslâmiyet’le alakalı, dînî anlamı olan isimler de yasaklandı
*Müslümanların cenazesine 15 kişiden fazla kişinin katılması kesinlikle yasak.
*Müslüman-Türk evlerinin her birine gözetme maksadıyla Çinli iki kişi yerleştiriliyor. Yerleştirilen kişilerin görevi, evde namaz kılanları, Kur’ân okuyanları alakalı devlet kurumlarına ihbar etmek. *Kur’an, seccade, dînî içerikli kitaplar toplandı, yakıldı. Saklayanlar cezalandırıldı.
*Herkesin telefonuna zorla gözetleme amaçlı uygulama programları yüklendi. Bu uygulama ile kişinin telefon görüşmeleri ve mesajlar, telefonda kayıtlı video, fotoğraflar, silinmiş olanlar da dâhil olmak üzere her şey incelenebiliyor.
*Toplama kampındaki Doğu Türkistanlıların Uygurca konuşması yasak, Çince dersler anlatılıyor ve her hafta imtihan yapılıyor. İmtihanda başarılı olamayanlar aç bırakılarak cezalandırılıyor.
*Uygurca eğitim kaldırıldı.
*Mısır’da eğitim gören Doğu Türkistanlı öğrenciler Çin devleti polisleri tarafından Mısır’da tutuklandı ve Çin’e götürüldü. Hapiste atıldılar! Çoğu öldü bir kısmı kayıp.
*Evlatları yurt dışında olan aileler toplama kamplarına götürüldü. Ülkeye dönmeyenlerin anne ve babalarının öldürüleceği bildirildi. Dönen öğrenciler de toplama kamplarına hapsedildi.
*Yurt dışına para göndermek yasaklandı.
*Çin cumhuriyeti marşı zorla ezberletiliyor, ezberlemeyenler
*Kaşgar’da toplama kamplarında durum daha vahim, sokaklarda insan kalmamış, toplama kampında ise boş yer kalmadığından aynı yatağı iki kişi yatıyor veya yerde yatıyorlar. Sabah akşam kuru ekmek veriliyor. Haftada bir kere yıkanmasına izin veriliyor. Sabah 6’dan akşam 10’a kadar dinlenmek yok. Zorla ders dinletiliyor. Sert sandalye üzerinde başını kaldırmadan oturması şart ve dayanamayanlar aç bırakılarak cezalandırılıyor. 24 saat yemek ve su verilmiyor. Yaşlı, hasta kişiler dâhil herkese ceza veriliyor. Her gün zor şartlara dayanamayıp ölenlerin sayısı artıyor.
*Turfan şehrinde toplama kampındaki kişiler ailesiyle ayda bir kere görüşebiliyor. Kaşgar, Artuş şehirlerinde görüşme izni yok.
*Toplama kampında uygulamalara itiraz edenlere işkence ediliyor ve doktora götürülmeden ağrı kesici ilaçlar zorla içiriliyor. *Türkiye’ye bir haftalık akraba ziyaretine geldiği için bir yıldır toplama kampına kapatılanlar var.
*Türkiye’de ev satın alıp, çocuklarını Türkiye’de okuttuğu için tutuklanmış ve hala nerde olduğu belli olmayan insanlar var.
*’Uygur Özerk Bölgesi’nin yeni adı ‘Özerk Bölge’ olacak.
*Tehdit edilmesine rağmen Çin’e dönmeyenlerin mülklerine hükümet el koydu.
*Doğu Türkistanlıların yurt dışında evlilik yapmasına engel olmak için, emniyet müdürlüğü hiçbir şekilde doğum belgesi ve bekârlık belgesi vermiyor. Elinde doğum ve bekârlık belgesi olanlara ise noter türlü bahanelerle gösterip belgeleri onaylamıyor.
*Doğu Türkistan’da yaşamakta olan Kazak Türklerine de aynı yöntem uygulanmakta. (Özellikle Kazakistan’da akrabaları olan kazaklar baskı altında)
Kırım Türklerinin Önderlerinden Numan Çelebi Cihan 23 Şubat 1918 târihinde şehit edildi.
Kırım’ın kuzeyinde bulunan Sonak Köyü’nde 1885 yılında doğdu.
Yirmi bir yaşına kadar yüreğinde ve zihninde yaşattığı Kırım sevgisini ve Kırım’a hizmet aşkını 1906 yılında hayata geçirmiştir. Kendisi gibi İstanbul’da öğrenim gören Cafer Seydahmet, Abdülhakim Hilmi, Abdurrahim Sukutî gibi arkadaşlarıyla önce, Kırım Talebe Cemiyeti‘ni kurdu. Sonra da bu cemiyet içerisindeki çalışmalar sebebiyle yöneldiği hürriyetçilik akımlarının tesiriyle gönlünde ve fikriyatında oluşup gelişen düşüncelerle, Kırım’ın ağımsızlığına kavuşturulması Emel’ini gerçekleştirebilmek amacıyla Cafer Seydahmet başta olmak üzere yakın ideal arkadaşlarıyla birlikte Vatan Cemiyeti‘ni kurdu.
Bundan sonraki hayatı şehid edilmesine kadar Kırım’ın bağımsızlığı için çalışmakla geçti. 1917 yılında patlak veren Bolşevik ihtilâlinin yarattığı karmaşadan yararlanarak ileri bir adım attı. 25 Mart 1917’de Akmescit’de, Kırım her tarafındandan gelen bin beş yüz civarında delegenin katılmasıyla bir kongre topladı. Kongre;
1-Elli kişiden oluşan Kırım Müslümanları Merkez İcra Komitesi kurulmasını, 2- Müslüman vakıfların bir müdürlüğe bağlanmasını, 3- Kırım’da muhtar bir idârenin kurulması için Kurultay’ın toplanmasını, 4- Kurultay’a milletvekilleri seçilmesini, 6-Numan Çelebi Cihan’ın Kırım Müslümanları Merkez İcra Komitesi Başkanlığı‘na getirilmesini ve Kırım Baş Müftüsü olarak görev yapmasını, 7- Kırım Vakıflar Müdürlüğüne Cafer Seydahmet’in getirilmesini kararlaştırdı.
Bu kararlar gereğince Çelebi Cihan Kırım’a dönerek, verilen görevleri ifaya başladı. 17 Kasım 1917 tarihinde seçimleri yaptırarak 26 Kasım 1917’de Bahçesaray’daki meşhur Hansaray’ında Kırım Türklerinin Millî Kurultay’ını topladı. Kurultay; Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet, Cafer Ablay ve Hasan Sabri Ayvaz’dan oluşan bir komisyona Kırım Cumhuriyeti’nin anayasasını hazırlama görevini verdi. Hazırlanan Anayasanın, Kurultay tarafından kabulünden sonra Çelebi Cihan ilk Kırım Türk Millî Hükümetinin Başvekilliğine seçildi. Kendisiyle berâber yıllardır Kırım bağımsızlık davasında çalışan arkadaşları, Cafer Seydahmet, Ahmet Şükrü, Ahmet Özenbaşlı ve Seyid Celil Hattat da hükümet üyeliğine seçildiler.
Kırım Türklerinin bu unutulmaz yolbaşçısı, ne yazık ki Kırım’ın 1918 yılı Ocak ayı içerisinde Bolşevikler tarafından işgal edilmesinden hemen sonra, Sivastopol hapishânesine konuldu. 23 Şubat 1918 günü de kurşunlanmak suretiyle şehit edildi ve aziz naaşı Karadeniz’e atıldı.
Hocalı Katliamı
OĞUZ ÇETİNOĞLU
26 Şubat 1992 târihinde Ermeniler, Hocalı’da Azerbaycan Türklerinden 613 kişiyi katlettiler.
Ermeniler 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece düzenledikleri baskında katlettikleri insanların 106’sı kadın, 63’ü çocuk yaşta idi.
Dağlık Karabağ Bölgesi’nde bulunan Hocalı Kasabası’na eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin silâhlı kuvvetlerine ait 366. alayın desteği ile Ermenistan silâhlı kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılarda, insanlık târihinin son dönemlerdeki en büyük dramı yaşandı.
Olayların içerisinde bulunan bir canlı şâhit şunları anlatıyor:
’25 Şubat Günü Ermeni Silahlı Kuvvetleri bizi kasaba meydanın yakınlarındaki mezarlıkta topladılar. Genç erkekleri bizlerden ayırıp bir duvar dibine dizdiler. Bunlar sürgünde olan Ahıska Türkleriydi. Bunların kafalarına ateş eden Ermeniler daha sonra onların başlarını keserek gövdelerinden ayırdılar. Bebekleri babalarının gözü önünde süngülere takarak meydanda dolaştırıyorlardı. Aman Allah’ım o ne korkunç manzaraydı. Kızların gözlerini tornavida ile oydular yaşlıların kollarını dirseklerinden kesiyorlardı. Büyük bir çukur açarak ölüleri kepçelerle oralara atıyorlardı.’
Olayın Yorumu
Azerbaycan üzerindeki oyunlar çok eskilere dayanır. Yakın tarihlerde de bu oyunlar aynen devam etti. Bunlardan en önemlisi Hocalı katliamıdır. Stalin 1937 yılında bugünkü Ermenistan topraklarını Nahçıvan ile Azerbaycan arasına yerleştirirken tek bir amaç güdüyordu: ‘Kafkasların ve dolayısı ile Türk dünyasının bağlarını Türkiye ile koparmak.’
1980’li yıllarda Gorbaçov’un başlattığı Glasnost ve Prestroika hareketi, en önemli oyununu Kafkaslarda oynadı. Dağlık Karabağ’da Ermeniler ‘Târihî Büyük Ermenistan’ plânlarını sahneye koymaya başladı. 1988 yılına gelindiğinde Dağlık Karabağ’da bir çam ağacını kesen Ermeniler ile Azerbay Türkleri arasında çatışmalar başladı. Rusya, bir taraftan Ermenistan’ı destekleyip Türklerin kanını döktürürken, kendisi de boş durmuyordu. 1990 Ocak ayında Kızıl Ordu tankları, bağımsızlık ateşini söndürmek için Bakû’ye girdi. Ancak Azerbaycan artık geri dönmeyi düşünmüyordu. Ve Azerbaycan’ın her yerinde ayaklanmalar başlamış, Azadlık Meydanı’nda milyonlarca insan Kızıl Ordu tanklarına karşı mücâdele veriyordu. Sokaklar kan gölüne dönmüş, yüzlerce şehit verilmişti.
Ruslar, 25 Şubat gecesi, bölgede bulunan askerlerle Karabağ’ı kuşattılar. Böylece dışarıdan gelecek yardımların yolu kesilmiş oldu. Silâhlı Ermenilerin şehre girmesini sağladılar. Gece sabaha kadar süren katliamda, şehir halkından yakalanabilenler katledildi. Köy halkının hiçbirinin silâhı yoktu. Ermeniler ise modern silâhlarla saldırıyorlardı. Kışın şiddetli soğuğu ayrı bir dertti. Çocuklar ve yaşlı kadınlar, dağ yollarından bütün güçleriyle Akdam’a doğru kaçıyorlardı. Hiçbir taraftan yardım alma imkânları yoktu. Önceden tedbir de alınmamıştı. Sokaklarda vahşicesine kulakları kesilmiş, gözleri çıkartılmış cesetler vardı. Hâmile kadınların karınlarındaki bebeler kesilerek öldürülmüş, Azerbaycan Türkleri, sâdece Türk oldukları için yaşama hakkından mahrum edilmişti. Batı medyası Hocalı katliamına ait resimleri ve filmleri görmüyor, Türk ordusunun Ermenistan sınırındaki tatbikatın fotoğraflarını ve görüntülerini soruyordu.
Türkçe Dünyanın En Zengin Dillerinden Birisidir
Av. İSMAİL ÖZMEL
Türkçe gerek ahengi, gerekse söz varlığı ve anlatım gücü bakımından dünyanın en zengin dillerinden birisidir.
Dil, onu kullananların sevgisine muhtaçtır, kullananların ona gereken değeri verip vermediklerine bakar, eğer bir kayıtsızlık görürse, üzülür, maneviyatı bozulur.
Dil büyülü bir canlıdır, onu müşfik bir anne gibi görmek ve gözetmek, kucaklamak gerekir.
Anlaşma vasıtası olarak Türkçeyi konuşan insanlar, bu dilin ne kadar hayatî bir varlığımız olduğu bilinsin ister. Bazı diller ve Türkçe ile ilgili rakamları vererek bir karşılaştırma yapma imkânını sunmak istiyorum.
TÜRKÇE, KONUŞANLARININ ÇOKLUĞU YÖNÜNDEN DÜNYANIN EN ZENGİN BEŞİNCİ DİLİDİR.
Çince (Sekiz lehçesiyle birlikte) konuşan sayısı: 1.300.000.000
İngilizce (Dünyada) konuşan sayısı: 427.000.000
İspanyolca (Dünyada)konuşan sayısı: 266.000.000
Hintçe (Urduca ile birlikte): 223.000.000
TÜRKÇE (Bütün lehçeleriyle birlikte): 220.000.000
Arapça (Bütün lehçeleriyle birlikte): 181.000.000
Portekizce: 65.000.000
Bengalce: 162.000.000
Rusça: 158.000.000
Japonca: 124.000.000
Almanca: 121.000.000
Fransızca: 116.000.000
Yüz milyondan fazla konuşanı olan diller: Yeni Türkiye Dergisi, Kasım -Aralık 2013, S: 55, s: 21
Türk Dili ummanının kıyısında her gün, en az bir kahve içimi kadar, oturup kıyıdan ufuklara bakmadan, seyirciyi saran, çevre ve iklimi düşünmeden geçen günler, ömürden kayıp zamanlar olarak değerlendirilmelidir.
Dil duyarlığının oluşması için önce Türkçenin edebiyatı ve hayatî zenginlikleriyle öğretilmesi, en güzel örnekleriyle insanlarımızın tanıştırılması gerekir. Bu en güzel örnekleri hiç olmazsa insanlarımız kütüphanelerinde ciltler halinde görmeli ve tabii ki okumalıdır.
Daha kat edeceğimiz çok mesafe olduğu, günlük konuşmalarımızın seviyesi ve ön plandaki konuşmaların konuları bize yeterli bir kanaat veriyor sanırım.
Ahmed Cevdet Paşa
On dokuzuncu asrın en büyük Türk hukukçusu ve tarihçisi, âlim ve yazar Ahmed Cevdet Paşa, Tuna Nehri kıyısında yer alan ve günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Lofça Kasabası’nda 27 Mart 1822 tarihinde dünyaya geldi. 78 yaşında iken, 10 Ağustos 1900 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
1839’da yüksek tahsil için İstanbul’a geldi. Derhâl Mustafa Reşîd Paşa’nın dikkatini çekerek O’nun tarafından himâye edildi ve yükseltildi. Hattâ Paşa, konağında kendisine ayrı bir oda ayırdı. İlmiyye sınıfına girerek gittikçe yükseldi. Mısır’ı teftişe gitti. 1855’te vak’a-nüvîs oldu. 1863’te kazasker rütbesine yükseldi. Bir ara Şeyhülislâm olması düşünüldü. 1866’da kazasker rütbesi, mülkiye rütbelerinde eşiti olan vezir rütbesine çevrildi. Sivil hayatta vezir rütbesi askerî rütbede müşîr = mareşal rütbesine eşittir. Cevdet Efendi, Cevdet Paşa oldu 44 yaşında sarığı çıkararak fes giymeye başladı. Hayatı boyunca dâima önemli pek çok görevde bulundu. Bir defa sadrâzam (başbakan) olmasına ramak kaldı, bu makama vekâlet ettiği hâlde asâleten tâyin edilmedi. 5 defada toplam 10 yıl adliye nâzın (adalet bakanı) olarak, imparatorluk adaletini örnek şekilde modernleştirdi. 3 defa maârif nâzırı (millî eğitim bakanı), 2 defa evkaaf-ı hümâyûn nâzın (vakıflar bakanı), 1 defa dâhıliyye nâzın (iç işleri bakanı), uzun müddet devlet bakanı, bâzı eyâletlere umûmî vâlî ve umûmî müfettiş oldu.
Devrinin en büyük bilgini olan Cevdet Paşa, büyük dehâsının yanında, inanılması pek de kolay olmayan bir çalışma enerjisine, eserlerini tamamlama ve bitirme azmine, metodlu inceleme ve kompozisyon fikir ve alışkanlığına sâhibdi. Üstlendiği görevlerin hepsinde büyük işler ve mühim reformlar yapabildiği hâlde, dev eserler bıraktı. Arabca ve Farsça’ya, bilhassa birincisine, eksiksiz şekilde vâkıf olduğu gibi Fransızca’yı da okuyup mükemmel anlıyabiliyordu. Çok sür’atli, güzel, mantıklı yazabiliyordu.
Eserleri:
Târîh-i Cevdet: Osmanlı tarihinin 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar olan dönemini ihtiva etmektedir. On iki cilttir. Tezâkir: Cevdet Paşa’nın 1855’ten 1865 yılına kadar devam eden vak’anüvisliği döneminde bizzat kendisinin de içinde bulunduğu olaylara dair tuttuğu notlardan oluşan bir hâtırat niteliği taşımaktadır. Tezâkir-i Cevdet adı ile de anılır. Eserde; devlet saray adamlarının birbirleriyle olan çekişmeleri, türlü menfaat çatışmaları, İsttanbul’un o zamanki iç yüzü samimi ve sâde bir dille anlatılmıştır.
Ma’rûzât: 1839-1876 yılları arasındaki tarihî ve siyasî olayları özet hâlinde yazılmasını şifahî olarak isteyen Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın emriyle kaleme alınmıştır.
Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ: Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâyi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder.
Kırım ve Kafkas Tarihçesi: Kırım’da Giray Hanlar Hânedânı mensubu Halim Giray’ın Gülbün-i Hânân isimli eserinden yararlanılarak kaleme aldığı küçük bir eserdir.
Mukaddime-i İbn Haldun: İbn Haldun’un el-İber adlı Arapça genel tarihinin girişi olan 1. cildin altıncı faslının tercümesidir.
Belâgat-ı Osmâniye: Cevdet Paşa’nın Mekteb-i Hukuk’ta okuttuğu edebiyat dersi notlarından meydana gelmiştir.
Kavaid-i Osmâniye: Eser Türkçe’de yayımlanan ilk gramer kitabı olarak önem taşıdığı gibi Cevdet Paşa’nın hayatının sonuna kadar ilgileneceği dil konusundaki çalışmalarının da ilk adımını teşkil eder.
Mi’yâr-ı Sedâd: Oğlu Ali Sedad için yazdığı mantığa dair bir eser olup zamanına göre sâde bir dille yazılmış ilk Türkçe mantık kitabıdır.
Âdâb-ı Sedâd fî ilmi’l-âdâb: Tartışma usul ve kurallarını ihtiva eden eser Mi’yâr-ı Se-dâd’ın bir eki mahiyetindedir.
Beyâ-nü’1-unvân: Henüz öğrenci iken Türkçe olarak yazdığı bu eser İslâm ilimleri metodolojisine dairdir.
Takvîmü’l-edvar: Şemsî-hicrî tarih esaslarını anlatan bir eserdir.
Mecmua-i Ahmed Cevdet: İslâm dinini kabul eden iki kişiye, bazı sorularının karşılığı olarak Cevdet Paşa tarafından yazılıp Bâb-ı Meşihatça gönderilen cevapları ve eski Şam müftüsü Mahmud Hamza Efendi ile dinî meselelere dair aralarında geçen yazışmaları ihtiva eder.
Hulâsatü’l-beyân fî te’lî-fi’l-Kur’ân: Kur’an’ın toplanmasını anlatan Arapça bir eserdir. Ali Osman Yüksel tarafından Muhtasar Kur’an Tarihi adıyla tercüme edilerek Cevdet Paşa’nın hayat ve eserlerine dair bir girişle birlikte İstanbul’da 1985 yılında yayımlanmıştır.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye: Ahmed Cevdet Paşa tarafından 1868-1876 yılları arasında hazırlanan; borçlar, kira, rehin, gasp, şirket ortaklığı, vekâlet, sulh ve ibra gibi konuları ihtiva eden kanun kitabidir. Bir giriş 16 bölümden ve 1851 maddeden oluşur.
1300 yıllık İslami fıkıh geleneği üzerinde inşa edilmiştir. Maddeler hâlinde düzenlenmiş analitik ve pozitif bir hukuk sistemidir. Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından 6. yüzyılda hazırlatılan ilk derlemesinden sonraki ilk örnek olması özelliğiyle İstanbul’u özel bir konuma kavuşturmuş ve batılılar trafından örnek alınmıştır.