Tarihine Şaşı Bakan Aydınlar

111

Son yıllarda demokrasi uğruna demokrasi ve hakikatlerin katledildiği günleri yaşıyoruz. Bunun en bariz sebepleri, on yıldır iktidarda bulunan yönetimin sınırsız demokrasi (ileri demokrasi) vaat etmesi ve sinsi olarak cumhuriyetle ve tarihimizin kutsal değerleriyle hesaplaşması olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Mevcut hükümet,  iktidara geldikten sonra adeta Türk milletini çoğumuzun bildiği kurbağa testine tabi tuttu. Bilirsiniz kurbağayı haşlamak için önce kaynar suyun içine atarsanız, kurbağa kaynamakta olan suyun içinden zıplayıp kendisini dışarı atar. Ama aynı şekilde soğuk suyun içine atar da suyu yavaş, yavaş ısıtırsanız, kurbağa gene haşlanır ama hiçbir tepki göstermeden, farkında olmadan mayışarak haşlanır.

Bir örnek verecek olursak, on yıldır iş başına gelen Milli Eğitim Bakanlarını gözden geçirelim bakalım. Hüseyin Çelik; her ne kadar halk tarafından fazla tanınmasa da yazar, çizer takımının bir kısmından bazı tenkitler aldı, görevi süresince durumu idare etmeye çalıştı, bir takım cumhuriyetin temel ilkelerini sarsıcı laflar ettiyse de sadece söyledikleriyle kaldı. Nimet Çubukçu; Tam bir cumhuriyet kadını portresi çizmesine rağmen, kendisinden beklenmeyen yıkıcı söylemlerde bulundu ama henüz icraata geçirmedi. Nitekim daha fazla bir zaman geçmeden milli eğitimin temel ilkeleri tartışılmaya başlandı. Esas son darbe, şu an görevini yapmakta olan Ömer Dinçer, dönemiyle eğitimin çivileri oynamaya başladı. İlk Öğretim okullarında andımızın kaldırılacak olması, bayrak şiirinin ders kitaplarından kaldırılması, 4+4+4 sisteminin, eğitimcilerle yeteri kadar tartışmadan getirilmesi ve en son öğrencilerin giyeceklerine getirilen serbestiyet. Vay efendim tek tip siyah önlük bir üniforma imiş te faşizmi çağrışım yaptırıyormuş. Yukarıda bahsettiklerim “kurbağa testi” nin en bariz örneklerinden bir kaçıdır.

Hükümetin, milli eğitimde olduğu gibi diğer bakanlıklardaki şaşırtıcı tutumlarını da örnek verecek olursak, eski genel kurmay başkanı dahil bir çok askerin ve millet vekillerinin Silivri de tutulmaları, Şemdin Sakık gibi bir teröristin gizli tanık olarak dinlenilecek olması, kendisine aydın! Süsü veren art niyetli bir kısım zevat’ı cüretlendirerek, bastırılmış duygularını açığa vurmasına sebebiyet vermektedir.

Orhan Pamuk, sırf Nobel barış ödülü almak pahasına Osmanlı döneminde bilmem ne kadar Ermeni katledilmiştir diyerek kendi tarihine ihanet etmiştir. O Nobel ki, Kuzey Afrika ve Orta doğuda misket bombalarının mucidi ve üreticisi olarak nice masum insanın kanına girmiştir. Günahlarının kefaretini ödemek için de kendi ismi altında böyle bir ödül geleneğini başlatmıştır.

Son günlerde ismini sık, sık duyduğumuz, güya adı tarihçiye çıkmış Emine Hür denen hanım efendi, o kanal senin, bu kanal benim dolaşarak, gerek Osmanlı, gerekse son Cumhuriyet dönemine ait sarfettiği sözler, maalesef kabul edilir cinsten olmasa gerek. Mesela karşısında konuşan kişi, Osmanlıdan bahsediyor; o günkü şartlarda İngiltere, Avusturya, Prusya, Fransa, Macaristan ve Rusya imparatorluklarının yaptığını yapan Osmanlının sanki başka bir seçeneği varmış gibi – vay efendim onları, insanları savaşlarda öldürerek ülkelerini feth ettikleri için mi savunacağız, diyerek güya fetih olaylarını suçlayıcı ifadeler kullanıyor. Son Cumhuriyet döneminden ve Atatürk’ten bahsediliyor, yok, hanımefendiye beğendirecek tek bir icraat bulamazsınız…

Hele adı birde tarihçiye çıkmış üstelik prof. ünvanlı bir bayan öyle bir laf etti ki tam da bizim gibi ileri demokrasilerle! Yönetilen ülkelere mahsus; güya Osmanlı padişahlarının hepsi veled-i zina imiş. Gel de işin içinden çık çıkabilirsen.

Toplumumuzun, bu olup bitenlerden hiç haberi olmamıştı veya onları pek ilgilendirmiyordu da.Tv. Dizilerİ seyretmekten, evlenme programları izlemekten, kahve hanelerde pişpirik oynamaktan vakit bulamamışlardı çünkü…