Oğuz Çetinoğlu: Çin
seyahatinizde Doğu Türkistan Türkleriyle de karşılaştınız. Dikkatinizi en çok
çeken husus ne oldu?
Kürşat Yıldırım: Çok misâfirperver
insanlar. Bizler Uygur Türklerindeki misâfirperverliğin pek azını muhâfaza
edebildik. Türk şehir medeniyetinin bu en kadim bânileri örf ve âdetlerine hâlâ
sımsıkı sarılmaktadırlar. Köylerimizde hâlâ mevcut olan dışarıdan gelenleri eve
buyur etme âdeti Uygur şehirlerinde sıradan bir âdettir.
Bizler
şehirlerimizde selâmlaşma âdâbını unuttuk. Şehirler medeniyetimizin merkezleri
olacakken, mezarı olup gitti. Uygur Türklerinde selâmlaşma âdâbı kesin
kaidelere bağlanmıştır.
Çetinoğlu: Ne tür
kaideler?
Yıldırım: Küçük büyüğü, giden duranı
selâmlar; iki kişi yakındaysa el sıkışırlar, mümkünse iki el ile beraber
tutarlar ve tuttuktan sonra sağ eli kalbe götürürler. Bu selâmlaşma ‘ellerimiz ve kalbimiz bir’ demektir.
Çetinoğlu: Misâfir
ağırlamada dikkatinizi çeken hususlar nelerdi?
Yıldırım: En yâd ellerden gelen bile
mecliste kırk yıllık dostmuş gibi oturtulur. Uygur Türklerinde meclis mühimdir.
Paranglaşma yâni karşılıklı konuşma meclisin esâsıdır. Yediden yetmişe herkes
herkesi dinler. Paranglaşma aslında ‘sohbet
etme’ değildir, ‘karşılıklı cümleleri
birleştirme’dir.
Çetinoğlu: Sohbet
nasıl oluyor?
Yıldırım: Uygur Türklerinde ‘sohbeteşme’ ise belli bir konu etrafında
konuşmaktır. Türk Milleti’nin bu en aydın / münevver boyunun en sıradan
mensupları bile söz arasında Divanü Lügati’t Türk’ten veya Kutadgu Bilig’den
cümleler söylerler. Bir mesele olduğunda hallini, Türk’ün bu çok değer
verdikleri iki kitabında ararlar. Meselâ bir hadiseyi doğrulamak için ‘Divan ‘da geçiyor’ derler. Aynı
hissiyata Şam günlerimde kapılmıştım. En câhil Arap berber bile beni tıraş
ederken bir meseleyi anlatmak için Kuran-ı Kerim’den âyetler okurdu.
Müslümanların mukaddes kitabı Arap’ın öz dilinde millî bir kitap gibidir. Aynı
zamanda. Türk’ün öz dilindeki çok değerli iki kitabı Uygur Türklerinden başka
kim derinlemesine biliyor acaba?
Üniversitelerimizden
mezun olan gençlerimizin kaçı bu iki millî kitabımızdan haberdâr? Neleri
yitirdik neleri… Koca bir hazineyi uzak diyarlarda bırakıp özümüzü yitirdik
en başta…
Çetinoğlu: Oturup
kalkmalarındaki özellikler dikkatinizi çekmiştir…
Yıldırım: Elbette. Uygur Türkleri
oturup kalkma intizamına pek önem verirler. Oturup kalkma âdâbı ve oturma düzeni,
herhalde Uygur Türklerinden başka hiçbir Türk boyunda bu kadar hassas bir
nizamda değildir. Otururken bağdaş kurma, insanların önünde saygıyla eğilerek
konuşma ve bilhassa konuşurken veya bir şey ikram ederken iki eli açıp ayaları
misâfire dönük tutma bu âdâbın mühim esaslarındandır. Eve gelen misafir için
hep beraber duâ etme ve Allah’a şükretme âdeti İstanbul’da kalmamıştır. ‘Tanrı misafiri’ mefhumunun Uygur
Türklerinde yaşadığını görmek bizleri şad etti.
Çetinoğlu: Türk
târihi ile bağlantıları nasıl?
Yıldırım: Ortalama bir Uygur Türk’ün
onca baskıya ve kitap yokluğuna rağmen Türk târihi konusundaki şuurunu
defalarca hayretler içerisinde müşâhede ettim. Türkiye Türkleri maalesef uzak
târihlerini unutmuşlardır.
Uygur
Türklerinden öğrenmemiz gereken en mühim derslerden biri de dildir. Uygur
Türkleri anadillerinde derslerin yokluğuna ve neşriyatların pek kısıtlı
olmasına rağmen Türk dilini yüceltmeye devam etmektedirler. Bütün siyasî
kontrol mekanizmalarından geçerek gittikçe budansa da Uygur Türkçesi ile
yazılan kitap ve dergilerdeki hikâyeler ve şiirler neredeyse ilkokuldaki
çocuklara kadar inmekte ve meclislerde bu hikâyeler ve şiirler
tartışılmaktadır.
Bugün seksen
milyon denilen Türkiye’de ilmî bir kitap en fazla bin adet basılıp iki-üç yılda
ancak satılıyorken, yirmi milyon civârındaki Uygurlarda ilmî kitaplar en aşağı
iki bin ve normalde üç ilâ beş bin basılmakta ve aynı yıl içinde hepsi
satılmaktadır. Hele Uygur Türkü’nün yüreğine hitap eden roman, hikâye ve şiir
kitapları her biri beş bin olmak üzere yılda birkaç defa basılmaktadır. En çok
okunan kitaplar ise târih kitaplarıdır.
Türkiye’de 200
civârında üniversitenin en az 100’ünde târih bölümü, her bölümde de 10 hoca olduğu
düşünülürse en aşağı 1000 târih hocasının çalışıyor olduğu hakîkati ile
karşılaşırız. Târih öğrencilerini hiç hesaba katmadan bu 1000 târih hocasının
bile târih kitaplarını alıp okumadığı neicesi gerçekten içler acısıdır.
Çetinoğlu: Cenâze
ile alakalı örf ve âdetleri inceleme imkânınız oldu mu?
Yıldırım: Oldu. Uygur Türklerinde cenâze
merâsimleri çok mühimdir. Herkes kim olursa olsun topluca cenâzeye gider. En
kalabalık cenâzeler ise yazar ve şâirlerin cenâzeleridir.
Daha anlatacak
çok şey var. Fakat Uygur Türklerinden öğrenmemiz gereken en mühim ders, vatan
dersidir.
Çetinoğlu: Anlatır
mısınız?
Yıldırım: Biz bir vatanımız, müstakil
bir devletimiz var diye vatan mefhumunu unuttuk. Bambaşka hâllere girdik,
ülkülerimizi yitirdik. Türkiye sokaklarında kaç kişi Türk olduğunun
farkındadır? Kaç kişinin millî maksatları vardır? Hedefleri geçelim, kaç kişinin
vatan ve Türklükle alâkalı duyguları vardır?
Türk târihini
kaç kişi bilmektedir? Uygur Türkünün kızıl elması hâlâ capcanlıdır. Velhasıl
Uygur Türklerinden öğrenmemiz gereken en büyük ders ise budur.
Çetinoğlu: Biraz da
Çinlilerden bahsedelim. En fazla dikkatinizi çeken ne oldu?
Yıldırım:
Mağaraların yayıldığı doğudan batıya iki kilometrelik sâhada toplam 236 oyuk
vardır. Bu oyuklardan 135’i sağlam vaziyettedir. Aynı zamanda dünya Budizm’inin
de merkezlerinden biri olan bu yer sekizinci yüzyıldan sonra bölgedeki Çin
istilası üzerine boşaltılmıştır. Ne gariptir ki bu mağaralara dâir Çin
neşriyatı, kendileri buradaki medeniyeti yok etmemişler gibi, mağaralardaki
sanatın mühim esâsını Çin sanatına bağlama ahlâksızlığını ve cüretini
göstermektedir. Yine bu yerde Toharca* denilen dilde bazı metinler bulunmuştur.
Bu mekânı Türklerle ilgili görmeme gayretindekiler sanatı Çinlilere ve milleti
‘Tohar’ denilen insanlara yamamaya ant içmişlerdir. Bunlar yazı dilini etnik
mensubiyete hüküm için kâfi sayarak nazariyatta bölgeyi Türklerden arındırmayı
şimdilik başarmış gibi görünmektedirler. Bu zevatın tâkip ettiği metot
şöyledir:
Bölgeden çıkan
bir vesika, bir kap kaçak veya bir iskelet mümkünse önce Çinlilere, eğer
olmazsa Hind-Avrupalı dedikleri Toharlara, eğer yine olmazsa Fars dedikleri
Sakalara, bu da tutmazsa Mongoloid dedikleri meçhul bir ırka ve nihâyetinde bu
da mümkün gibi görünmezse menşei bilinmeyen bir topluluğa atfedilir. Bu silsile
genelde üçüncü aşamada durur ve en kötü ihtimalde yine Hint-Avrupalı saydıkları
Farslar bölgenin asıl sâkinleri olurlar. Türklerden hiç bahsedilmez. Böyle bir
ilim şarlatanlığına târihin hiçbir devrinde tesâdüf edilmemiştir.
Çetinoğlu: Oyuklar
hakkında kısa da olsa bilgi verir misiniz?
Yıldırım: Oyukların çoğunun ortasında
etrafında râhiplerin birlikte dâire kurabileceği bir sütun vardır. Sütunun ön
tarafında kubbeli bir boşluk ve yine arkasında onun biraz daha küçüğü
bulunmaktadır. Öndeki kubbeli boşluklara koyulan Buda’nın üç heykeli bugüne
ulaşmamıştır. Arkadaki boşlukta Parinirvana yâni hayatta nirvânaya ulaşmışların
ölü bedenlerini tasvir eden resimler veya heykeller vardı ki bunlar da yok
olmuştur. Bu tür ibâdet edilen oyukların dışında büyük duvar resimleri veya
heykellerin olduğu oyuklar, yine râhiplerin yaşadığı ve Budist külliyatına âit
hayat malzemelerinin saklandığı oyuklar vardı.
Çetinoğlu: Yapıldığı
dönemdeki durumu korunabilmiş mi?
Yıldırım: Türk ve dünya târihinin ve
sanatının bu mühim merkezi tıpkı diğerleri gibi Batılı barbarlar tarafından yağmalanmıştır.
Duvarlardaki resimlerin çoğu Orta Asya incelemeleri ile tanınan Alman arkeolog Albert
von Le Coq (1860 – 1930), tarafından
çalınmış ve Berlin’e kaçırılmıştır. Le Coq’tan arta kalan diğer bazı duvar
resimleri ve heykeller dünyanın çeşitli ülkelerinde sergilenmektedir.
Yine de bugün
mağaralarda toplam beş bin m2 duvar resmi mevcuttur. Bu duvar
resimlerinde umumiyetle Buda’nın önceki hayatına dâir Jataka* hikâyeleri
yazılıdır.
Çetinoğlu: Daha
sonra nereye gittiniz?
Yıldırım: Bin Buda Mağaralarından
ayrıldıktan sonra Kuça*’nın 12 kilometre kuzeybatısındaki Kızılgaha İşâret ve
Gözetleme Kulesi’ne doğru yola çıktık.
‘Kızılgaha /Kızıl Kule’ veya ‘Kızıl Karakol’ olarak da anılıyor. Bu
kule Hunlar devrinde bölgeye girmiş olan Çin işgal kuvvetleri tarafından yapılmıştır.
Yine bölge halkı tarafından gelen düşmanı tâkip etme ve haberleşmeyi temin
maksadıyla inşa edildiği söyleniyor.
Duvarlarda Avadana hikâyeleri* ve Buda efsâneleri tasvir edilmektedir.
Burada günlük
hayat, çiftçilik, avcılık, çobanlık, yılkıcılık*, türlü türlü hayvanlar ile
dağlar ve ırmaklar resmedilmiştir. Resimlerde Türk sanatının izleri mevcuttur.
Bin Buda Mağaraları’nı bize gezdiren ve epey malûmat veren Uygur Türkü
görevlilere çok teşekkür ederiz.
Vusun
topraklarına* uzanan kadim yol üzerinde mühim bir noktayı teşkil etmekteydi.
Yüksekliği yaklaşık 13 metre olan kulenin tabanı doğudan batıya 6,5 metre ve
güneyden kuzeye 4,5 metredir.
Kule yığma
pişmiş topraktan inşa edilmiştir. Kule adını hemen yanındaki Kızılgaha
Mağaralarından almıştır.
Şu anda içine
girilemeyen bu mağaralar da Türk Budizmi’nin merkezlerinden biridir.
Çetinoğlu: Kuça*
Camii’ne gittiniz mi?
Yıldırım: Evet. Kuça Camisi, Doğu
Türkistan’ın ikinci büyük camisidir.
Burada Hoca İshak Veli, İslâm Birliği Mücadelesi vermiştir. Hoca İshak
Veli Batı Türkistan’da din eğitimi aldıktan soma babası Ahmet Kazanî’nin
çağrısı üzerine bütün Doğu Türkistan’ı karış karış gezerek Müslümanların bir
araya gelmesi için çalışmıştır.
Hoca’nın bu
çabaları bazı neticeler vermiş ve Doğu Türkistan Türklüğü bir nebze olsun birliğini
sağlayabilmiştir.
Çetinoğlu: Çok
teşekkür ederim.
*Toharca: Hint-Avrupa dil ailesinin soyu tükenmiş bir
dalıdır. Dil, ‘Tarım Havzası’ olarak
da anılan günümüzde Çin işgali altında bulunan ve çeşitli mezâlimle yok
edilmeye çalışılan Doğu Türkistan’ın kuzeyindeki vâha şehirlerinde ve Lop Nur
Çölü*’nde bulunmuş M.S. 6. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar uzanan el yazmalarıyla
bilinmektedir.
*Lop Nur Çölü: Doğu Türkistan’da, yüzölçümü tahminen 100.000 km² alanı kaplar.
Doğu kısmı bir tuz çölü’dür. 1971 yılından beri kurumuş olan Lop Nur tuz
gölünden geriye kalan bölgedir. Çin burada nükleer silâh ve atom bombası denemeleri yapmaktadır. Bu
faaliyetler sebebiyle Doğu Türkistanlı kan ve din kardeşlerimiz, ölmekte veya sakat
kalmaktadır.
*Avadana hikâyeleri: Jataka ile birlikte Budist Uygur
edebiyatı ürünlerindendir. ‘Yeniden Doğuş’ mânâsındadir. 547 hikâye vardır.
*Kuça: Çin’in Doğu Türkistan bölgesinde, Budizm inancının
yaygın olduğu şehirdir. Taklamakan Çölü’nün kuzey kenarından geçen İpek Yolu
güzergâhı üzerinde konak yeridir. Batısında Bay ve Toksu, kuzeyinde Hoçing,
doğusunda Bügür ve Lopnur İlçesi, güneyinde Şayar İlçesi ile çevrilidir.
*yılkıcılık: Yılkı, hizmet dışı kalmış, ölmeye terk
edilmiş başıboş eşek ve atlara verilen isimdir. Bu canlılarla ilgilenen ve onları mahallî örf
ve âdetlere göre bir şekilde değerlendiren kişiler ‘yılkıcı’ olarak anılır.
*Vusun toprakları: Çin yönetimi inkâr ediyorsa da Vusunların
Türk olduğu hakkında yazılı bilgiler vardır. Yaşadığı topraklar Turfan Vâhası
bölgesindedir. Turfan Vâhası, Türklerin kadim yurdu Doğu Türkistan’dadır.
Doç. Dr. KÜRŞAT YILDIRIM: Karslı bir Terekeme (Karapapak) Türk’ü Çince, Rusça ve İngilizce bilen ve diğer |