Roma
İmparatorluğu’nu çoğumuz dünya tarihindeki “en büyük ve en uzun süreli
imparatorluk” olduğunu sanırız.
Şüphesiz tarihin
gördüğü en muhteşem devletlerden biridir, Roma imparatorluğu. Ancak ne en büyük
ve ne de en uzun yaşayan devlettir.
Roma, yüzölçümü
itibariyle en geniş sınırlarına ulaştığı dönemde 5 milyon km2 toprağa hükmetmiş.
Buna karşılık Moğol İmparatorluğu’nun egemenlik alanı 25 milyon km2
(Dünyanın %16’sı) yani Roma’nın 5 katı olmuş.
Yine Göktürk,
Altın Ordu ve Osmanlı imparatorlukları da Roma’nın 5-6 katı kadar büyüktür.
Roma dünyanın en
uzun ömürlü imparatorluğu da değildir.
Roma İmparatorluğu’nun İsa’dan önce 27
ile İsa’dan sonra 1453 arasında (Bizans dönemi dahil) yaşadığı ve ömrünün
1480 yıl olduğu kabul edilir.
Oysaki, Alev
Alatlı’dan okuduğuma göre, Roma İmparatorluğundan çok daha uzun yaşayan ve
bizim pek bilmediğimiz imparatorluklar da varmış:
Viet nam, Van Lang
İmparatorluğu 2226 yıl (M.Ö. 2524- M.Ö. 258) yaşamış.
Hint Pandyan
İmparatorluğu 1850 yıl (M.Ö. 500- M.S. 1350) yaşamış.
Güney Doğu Asya’da
Champa İmparatorluğu 1835 yıl (M.Ö. 196- M.S. 1639) yaşamış.
Çin’in
imparatorluk tarihi ise 2123 yıl (MÖ 211-MS 1912) sürmüş. 1915-1916
yıllarında imparatorluk dirilmiş fakat tekrar yıkılmış.
Bahsettiğimiz bu
imparatorluklar da en az Roma İmparatorluğu kadar muhteşem devletlermiş.
Peki bizim
algımızın böyle yanlış oluşmasının sebebi ne?
Tarih yapmak kadar
tarih yazmanın da önemli olduğunu gösteren örnekler bunlar.
****
Edward Gibbon (1737- 1794)
adında bir İngiliz soylusu ve milletvekili üşenmemiş, 57 yıllık ömrünün 20
yılını vermiş ve 12 ciltlik “Roma İmparatorluğu’nun Gerileyişi ve Çöküşü”
isimli külliyatı yazmış.
Biz ise daha çok
sözel kültürle, menkıbe ve destanlarla geçmişi anmışız. Mağlubiyetlerin çok
olduğu dönemleri inceleyip, sebeplerini araştırmaktan sakınmışız. Çöküş dönemi
için külliyat çapında tarih yazmak yerine yaşananları unutmayı tercih etmişiz.
Rönesans’tan
itibaren Avrupa zihniyetinde tarih yazımında “olan değil, olması
gereken” önemsenir oldu.
Tarih yazıcısının niyeti
neyse, O nasıl münasip görüp yazdıysa geçmiş ona göre yapılandırılır. Yazarın
kurgusunun dışında kalan “teferruat” tarih yazımında yok sayılır.
Roma’ya “muhteşem”
kimliği verilince zıddına “sefil barbarlar” unvanı yakıştırılır.
“Hayırhah” İsa’nın
zıddı ise “kan dökücü” Muhammed oluverir.
Türkler için “Bastığı yerde ot
bitmeyen Türk’ten sakın”, “Asya bozkırlarının çirkin göçebesi, bodur, korkunç,
ölüm saçan, yağmacı, ırz düşmanı Türkler” diye yazılır.
Bu sıfatlara önce
bunları yazanlar, sonra da onların muhatapları inanır. Daha kötüsü bizi de
inandırdılar.
“Onca yıllık yerleşikliğe,
Osmanlı’nın dillere destan bürokrasisine, şer’i ve örfi hukuk kurallarına
rağmen” bizi bile Türklerin “göçebe” olduğuna inandırdılar.
***********************************
Azeri Değil Türk,
Azerice Değil Türkçe
Ruslar, Sovyetler
Birliği döneminde, hegemonyası altında kalan Türkler için uydurma bölgesel tarih
ve diller üretti. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan vd Türk
Cumhuriyetlerini ayrı milletmiş ve ayrı dilleri varmış gibi ayrıştırdılar. Bugün
bağımsızlığını kazanmış olan soydaşlarımız ve biz hala bu projenin etkisi
altındayız.
Soydaşlarımız için
Türk ve dillerine Türkçe demek yerine, Azerbaycan’daki
soydaşlarımız için Azeri ve dillerine Azerice, Özbekistan’daki
soydaşlarımız için Özbek ve Özbekçe, Kazakistan’daki soydaşlarımız için Kazak
ve Kazakça denilmesi Türk Birliğini sabote ediyor.
Yağmur Tunalı arkadaşımız, Azerbaycan
ve Ermenistan arasındaki savaş sebebiyle, medyada yazan ve konuşanların çok sık
tekrarladığı bu fahiş hataya dikkat çekiyor:
“Âzerbaycanlılar
için Elçibey’in ağzından hiç kimse TÜRK dışında milliyet adı gibi algılanacak
bir isim telaffuz ettiğini duymamıştır. Bütün Türkleri de böyle anmak isterdi.
Ayrı bir millet adı gibi düşünülmesin diye Kazak, Kırgız, Özbek demeyi de
istemezdi. ‘Kazakistanlı kardeşlerimiz’, ‘Özbekistanlı kardeşlerimiz’ ve
benzeri sözlerle hitap ettiği olurdu.”
“Türk cumhuriyet
ve topluluklarında Rus- Sovyet projesi içinde hangi milliyet ifadelerinin
devlet zoruyla yerleştirildiği mâlûmdur. Kaç nesil o zorla yetişti. Onlar
mâzurdur. ‘Kendinize Türk diyeceksiniz’ demenin ve zorlamanın mânâsı yoktur.
Bunu yapmadık, yapmamalıyız. Yalnız şunu yapmalıyız: Biz onlara Türk
demeliyiz. Çünkü onlar Türk’tür.”
“Zamanla onlar, Türkiye’de bize
de Türk diyorlar diyecekler, alışacaklar ve benimseyecekler.”
“Biz Türkiye’de bu
Sovyet planına göre hareket etmemeliyiz. Türk’e Türk demeliyiz.”
****
Yağmur Tunalı, “Ama
Onlar da kendilerine böyle (Özbek, Kazak vd) diyorlar” diyen birine Prof.
Dr. Turan Yazgan Hoca’nın sözünü aktarıyor:
“Bu emperyalist
zorunu, bu Rus dayatmasını, bu bölücülüğü gerçek mi kabul edeceğiz? Bak sana
söylüyorum: Bana şu Fâtih semtini ver, iki nesilde her mahallesinden bir dil ve
millet çıkarayım! Yapacağımız bellidir: Bu oyunu bozabilmek lâzımdır. Bu iş hem
zordur hem de bu kadar basittir. Biz bunu kabul edecek zavallı bir millet
değiliz!”
“Bu iyi planlanmış
ve yüz yıla yakın iyi uygulanmış bir projedir. Kaç nesil bu bölücülük ve
ayrımcılık diliyle yetişti. Aynı milletten olduğumuzu hatırlamak ve hatırlatmak
bile zaman işidir. Değiştirmek çok yönlü gayrete bağlıdır. Bunun için ilk şart
şudur: Öncelikle Türkiye’nin aydınları ve âlimleri Sovyet literatürüne teslim
olmamalıdır.”
“Tarihi
yazanların” etkisini bu kadar güzel anlayan ve anlatan çok az aydınımız var.
Yüz yıllık bir projenin sonucu olarak,
devlet kayıtlarına ve zihinlere kazınmış bir hatanın düzeltilmesi çok çetin bir
iş.
Roma İmparatorluğu’nu “tarihin en büyük
ve en uzun ömürlü devleti” saymak, hatalı da olsa, bize çok zarar vermeyebilir.
Ama “Türk’e Türk ve diline Türkçe
dememek” hatasını devam ettirmek, Türk Birliği idealine en büyük
zararı verecektir.
Düşmanların projelerine direnemeyenler,
yeniden “tarih yapma” şansını kaybederler.