Soykırımı belirli bir topluluğu, etnik gurubu, milliyet,
mezhep veya din mensuplarını sistemli bir yok ediş sürecidir. Bu yok edişin
kültürel ve fiziki yönleri vardır. Soykırımı bir çeşit tarihten silme
hareketidir. BM 1948 yılında soykırım suçunu “Uluslararası Soykırımı Suçlarını
Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi”nde kabul etmiştir. Türkiye de 1951 yılında
bu sözleşmeye imza atmıştır. Soykırımı boş vakitleri değerlendirme konusu
değil, hukuki bir kavramdır ve yargı konusudur; yargı kararı gerektirir. Bir
suç tarifidir. AİHM’nin lehimize olan kapı gibi kararı ortadadır. Bu kararın
alınmasında emek verenleri unutmamak ve onlara saygı göstermek gerekir. 1948
öncesi soykırımı (Genocide) kavramı ortada yoktur. Bunun yerine, silahlı
isyancı, vatana ihanet ve yabancılarla işbirliği gibi konular gündemdeydi.
Tehcir de soykırımı değildir. Her devlet tarihte böyle bir tedbiri almıştır.
Tehcir ile bazı vatandaşlar ülke sınırları dışına da çıkarılmaz. Osmanlı haklı
güvenlik gerekçeleriyle terör örgütü mensubu bazı Ermenileri tehcire tabi
tutmuştur. Eski bir dışişleri bakanı ve başbakanın Osmanlı tehcirini yanlış
bulmasını anlamak da zordur. Yakın tarihi incelemeden ortak araştırma komisyonu
talebinde ısrar etmek, sorunu anlayamamak ve Ermeni iddia ve taleplerini hesaba
katmamaktır. Türkiye karşıtı bazı Ermeniler toprak, tazminat ve tanıma
beklemektedir. Bu komisyon lafından artık uzaklaşmak ve gerçekçi olmak gerekir.
Emperyalist bir yalan olan soykırımı iddialarının peşine takılmak şehitlerimize
ve tarihimize hakarettir. Osmanlı Müslüman vatandaşlarını öldüren, kamu
kuruluşlarını tahrip eden Ermeni terör çetelerine karşı meşru müdafaa hakkını
kullanmış; bugün biz ne yapıyorsak dün de onu yapmıştır. Dün de bugün de
Batıdan farklı olarak Osmanlı’da da, Cumhuriyet Türkiye’sinde de yaşa-yaşat,
koru-kolla anlayışı ve engin hoşgörü hâkimdir. Ötekileştirme ve ırkçılık
Batı’nın sosyal bir hastalığıdır. Eğer Ermeniler ötekileştirilmiş olsaydı Osmanlı’da
dışişleri ve asker dâhil bürokrasinin üst kademelerine getirilebilir; sarayın
altın işleri onlara havale edilebilir ve tab-i sadıka yapılırlar mıydı?
Ayrıştırılmayanlar kendi kendilerini ötekileştirip dün Osmanlı’ya bugün de
Türkiye Cumhuriyetine ihanet etmemelidirler. Dönem dönem Ruslar ve İngilizler
tarafından kullanılma hastalığını terk etmelidirler. Ermeni terör örgütü Asala
ve PKK ile mücadele anlayışımız iyi anlaşılmalıdır. Her ciddi devletin yapması
gerekenleri dün yaptık ve bugün de yapıyoruz. Bugün de vatandaşlarımızın can ve
mal güvenliğini, sınırlarımızı ve kamu düzenini yurt içinde ve yurt dışında
haklı olarak koruyoruz. Dün karşılıklı savaş halinde ölen Ermeniler Ermeni
oldukları için değil; isyancı ve devleti hedef alan ve kamu düzenini yok etmeye
çalıştıkları için öldürülmüşlerdir. PKK da bundan farklı değildir. Bu bakımdan,
tarihi gerçeklerin ışığında mesajlar verirken dikkat etmeye ve Türkiye düşmanı
Ermeni cephesini ümitlendirmemeye çalışmalıyız. Osmanlı Ermenilerinin acısını
paylaşırken terör örgütlerinin bütünüyle Ermenileri temsil etmediğini
vurgulayarak tek taraflı acı paylaşma yanlışlarından da uzaklaşmalıyız. Daha
önce “Adil bir insani ve vicdani duruş… bu dönemde yaşanmış tüm acıları
anlamayı gerekli kılar” ifadesi 24 Nisan 2020 açıklama ve mektubunda da yer
almalıydı. Not: Bu konuda Sayın Av. Hüseyin Özbek’in ve Milli Merkez Genel
Sekreteri Sayın Haluk Dural’ın makaleleri mutlaka okunmalıdır.