Diğer canlıların kendi türlerine yapmadığı şekilde insanların birbirlerini kitleler halinde öldürmelerini akıllarına sığdırmaları; bunun akılda normalleşmesi, evrimleşmiş, akıllı ama doğal bir canlı olmaktan çıkıp akıllarının başka bir evrime sürüklenmesi, insan olmaktan çıkıp geriye doğru artık başka bir canlıya da değil, artık doğa dışı başka bir yaratığa dönüşmesidir. İnsanın kirlenmesinin doruk noktasıdır. Artık bundan sonra bütün kirlilikler meşrulaşır ve hafif kalır. Savaşta insan haklarından bahsedilemez bile.
Biz Türklerin Kurtuluş Savaşı da bizim haklı bir savaşımızdı. Ama bu gerçeklik zorla askere alınarak Anadolu’da hayatlarını kaybeden Yunan gençlerinin insan haklarına uygun bir şekilde öldüklerini sağlayamaz. Bu paradoksun suçlusu da savaş ve savaşı çıkaranlardır. Hiç birimiz masum olamayız, dedik ya insanoğluyuz. Ve temiz savaş olmaz. Savaş önce gerçekleri katleder.
Sivil, çocuk, kadın, yaşlı herkes katledilebilir. Amerika’nın iki yüz bin; hepsi sivil, çocuk, kadın, yaşlı Japon’u, iki atom bombası atışıyla buharlaştırmasını bütün dünya bir güzel hazmetmiştir sonuçta. Acaba insanlık neler kaybetmiştir?
Ne yapabiliriz? Emperyalist bir işgal ordusunun askeri olmaya fikren ve bedenen karşı dururuz. Ama Büyük Ata’mızın, “Nefsi müdafaaya dayanmıyorsa savaş bir cinayettir” sözünde işaret ettiği gibi emperyalist bir işgale ya da emperyalizmin organize ettiği bir kalkışmaya karşı haklı, nefsi müdafaa savaşları da doğal, ayrı bir gerçekliktir. Böyle bir savaşta, tabi ki ölümüne savaşırız ama karşı safta, yaşlı, çocuk, kadın, sivillerin öldürülmesine – hangi milletten olursa olsun – savaşın üretip beslediği saflarımızdaki savaş psikopatlarına elimizden geldiği kadar karşı da koyabiliriz. Kahraman olmak yerine insan ve hain olmayı göze alabiliriz.
Ama kadim tarih boyunca var olmuş, hikâyeleriyle bile umutsuzluğun en kör kuyularında, en kör karanlıklarda son bir umut ışığı olarak semada bir yıldız gibi parıldayıp duran, cesur ve ana yürekli şövalyelerin yanında biz de adlı – adsız fark etmez bir yıldız olarak gök ananın şefkatli kucağında yerimizi alırız.
Ve Trebinje kentinde yaşayan, Sırp Cumhuriyeti Ordusu askeri iken yine bu ordu tarafından öldüresiye dövülen komşusu Boşnak Alen Glavoviç’i kurtarmak için olaya müdahale edip hayatını kurtaran, bunun üzerine yine aynı Sırp Cumhuriyeti Ordusu askerleri tarafından öldüresiye dövülerek öldürülen 27 yaşındaki Sırp Srcan Aleksiç gibi gökte parıl parıl parıldarız.
Beyaz & küresel emperyalizmin tarihi soykırım – katliam sabıkalarıyla dolu. Buna karşın sömürgeleştirmek istedikleri ülkeleri ilkellik ve vahşilikle yaftalayıp saldırmak için bahaneler üretiyorlar ve saldırıyorlar.
Son yıllarda da bu çok medeni korsanlar, çok önceden propagandalarıyla tüm dünyanın beynini hazırlayıp ilkel ve vahşi olarak yaftaladıkları İslam ülkelerine demokrasi ayarı vermek üzere saldırıp petrollerine, zenginliklerine el koyuyorlar. Halbuki yüz yıl önce Birinci Dünya Savaşında, daha yetmiş yıl önce İkinci Dünya Savaşında çeşitli millet ve mezheplerden seksen – doksan milyon Hristiyan birbirini katletmişti.
Vaktiyle Ermeni bağımsızlık savaşını desteklemiş olmanın ve sebep oldukları acı sonun kefaretiyle Ermeni Diasporası emperyalizmin istediği bu yaftalama peşinde. Bize sürekli “soykırımcı” diye saldırıyorlar. Ermeni Diasporasının bu iki milletin barışı, kardeşliği umurunda değil. Gerçekler hiç umurunda değil. Biz de soykırım laneti gölgesinde, gerçekleri topraklarımızdan sürekli kovuyoruz.
Hâlbuki biz, bu iki millet, gerçekleri öğrenmeli ve bilmeliyiz. Ve bütün ölenler ve acı çekenler için son defa hep birlikte ağlamalı ve birbirimizden af dilemeliyiz. Birbirimizi bağışlamalı ve bu acılara veda etmeliyiz. Ve artık bu acılar bu iki milletin değil tüm insanlığın malı olmalı.
Ve artık aynı dağların eteklerinde birlikte çelik çomak oynamış, aynı yemekleri benim diye pişirip yemiş, aynı ezgiyi sarı gelin diye – sari gyalin diye türkülemiş, Tatyos Efendi’nin o imkansız aşk şarkısı “mani oluyor halimi takrire hicabım” eşliğinde kadeh tokuşturmuş bu iki milletin çocukları
artık nerede yaşarsa yaşasın birbirlerini kardeş bilmeli. Asla vazgeçmeden bunu umut etmeliyiz.
Ama bu umut isterse Kaf Dağının ardında ve yol ne kadar uzun ve kahırlı olursa olsun kahır yüreğimizi eritemesin, karınca gibi Bağdat’a doğru yola çıkalım, yürüyelim; yollara barış ve kardeşlik tohumları ekelim, bu tohumlar çiçek açsın; çocuklarımız bu çiçek bahçelerinde barış renkleri ve kokuları içinde büyüsünler, karıncaya hor bakmasınlar, serçenin kanadını kırmasınlar, karacanın yavrusunu vurmasınlar, insana kıymasınlar (Hasan Hüseyin). Çocuklarımız insan olsunlar, dost olsunlar, arkadaş olsunlar, kardeş olsunlar.