İnternet ve çevrimiçi teknolojiler günümüz dünyasının en popüler iletişim araçları olarak günlük hayatın vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Bu teknolojik araçlar özellikle gençler ve üniversite öğrencileri arasında daha da yaygın olarak kullanılmaktadır. Kitle iletişim araçları dediğimiz karmaşık yapı içinde hiç şüphesiz en önemli yeri medya dolduruyor. Günümüz insanları ve özellikle gençleri en çok etki altına alan internet, televizyon, sinema, gazete ve cep telefonu gibi iletişim araçlarıdır. Bu araç ve gereçler ne ölçüde doğru, zamanında ve yerinde kullanılıyorsa insanların beden ve ruh sağlığına faydalı, aksi durumda ise o nispette zararlı olmaktadır.
|
Oğuz Çetinoğlu: Günümüz insanlarının maruz kaldıkları tehlikeler her geçen artıyor. Sosyolog olarak bu değişimin sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
Doç. Dr. Süleyman Doğan: Sosyal yapı içinde fertlerin ilk barınağı hiç şüphesiz ailedir. Aile ise teşkilatlı sosyal yapının ilk basamağıdır. Geçmişte birey üzerinde ailenin tesiri daha fazlaydı. Zamanla ailenin yerini kısmen öğretim-eğitim kurumları aldı. İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılda teknolojik âletler bireyin hayatını âdeta şekillendirir oldu. Birey için bugün teknolojik âletler ailenin de okulun da ilerisinde birinci sıraya oturdu. Birinci sıranın ötesinde insanları yönlendiren bir güç hâline geldi.
Batı ülkelerinden farklı olarak Türkiye’de medyada çıkan çoğu haber ve yorumların kurgusu ve sunumu felaket tellallığı şeklindedir. Amerika’da 2001 yılında ikiz kulelere yapılan saldırıda ölen binlerce insandan hiçbirinin görüntüsünü verilmezken, Türk medyası bir kazada ve saldırıda yaralı insanları kanlar içinde görüntülenmekten geri kalmıyor.
Çetinoğlu: İnsanlarımızda saldırgan hareketlerin hissedilir ölçüde arttığını siz de müşâhede ediyorsunuzdur…
Doç. Doğan: Medyada artan şiddet içerikli haber, reklam ve filmler, çocuklar ve gençlerdeki saldırgan davranışları artırmaktadır. Medya, çocukların hayatında okul eğitimden daha fazla etkili olmaktadır. Mama reklâmları, anne sütü alma oranlarını düşürmekte, reklamlarda çocukların kullanılması bütün ailede psiko-sosyal problemlere yol açabilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile kitle iletişim araçları hayatımızın hemen her alanına girmiş, özellikle genç nüfus üzerinde düşünce ve davranışlara yön veren en etkili araç hâline gelmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan 18 yaş altı çocuklarımızın ve gençlerimizin gelişmelerden olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Yapılan 3.500’den fazla ilmî araştırmada medyadaki şiddet ile saldırgan davranışlar arasında ilişki olduğu anlaşılmıştır.
Şiddet konusunu medya abartıyor. Toplumun genelinde şiddet ne kadarsa okullarda da o kadar şiddet var. Eğitimcilerin en çok şikâyet ettiği konulardan biri de televizyonlarda yayınlanan şiddet içerikli mafya dizileri. Mafya dizileri şiddeti özendiriyor ve zımnen teşvik ediyor. 3.500 denek üzerinde yapılan bir araştırma çocukların % 15’nin çeşitli suçlara bulaştığını gösteriyor. Daha kaygı verici olan gelişme ise suç işleme yaşının 7 yaşa kadar düşmüş olması. Çocuk Mahkemeleri’nin verilerine göre, 1998-2007 yılları arasında ceza mahkemelerinde açılan davalardaki çocuk sanıkların sayısı çok yakın bir tehlikenin işareti adeta. 10 yıl önce çeşitli ceza mahkemelerinde toplam 67.240 çocuk yargılandı. Ancak aradan geçen yıllarda suç işleyen çocukların sayısı tam iki kat artış gösterdi.
Çetinoğlu: Yetişkinlerin fail olduğu şiddet hareketlerinde ve tecavüz hâdiselerinde de artış var.
Doç. Doğan: Toplumda özellikle de kadınların maruz kaldığı şiddetin, taciz ve tecavüz hâdiselerinin sıradan bir olaymış gibi sunulması, mizah malzemesi yapılması, görmezden gelinmesi ve pornografik uyarıcı eylem gibi kullanılması, doğrudan veya dolaylı olarak kadınlara yönelik şiddet suçunun yaygınlaşmasına ve tasvip görmesine sebep olmaktadır.
Çetinoğlu: Çözüm teklifleriniz vardır…
Doç. Doğan: Televizyonlarda daha çok kişiyi ekran boşuna toplama düşüncesiyle hazırlanmış bazı programlar, kadına yönelik şiddeti özendirmektedir. Medya kurumlarının, şiddetin ve cinsiyet unsurunun fazla olduğu programlara, reklamlara, dizilere, filmlere, yarışmalara yer vermemeleri, bu konuda sosyal sorumluluklarını yerine getirmeleri gerekmektedir.
Başbakanlık Aile Kurumu’nun yaptığı araştırmaya göre; hâlen devam eden 14 televizyon dizisinde işlenen tema ‘nikâhsız hayat, zina ve aldatma’ gibi toplumun değerlerini altüst eden filmler döne döne işlenmektedir. Dizi filmlerin gösterimi bir tesadüf değildir! Bu diziler Türk aile yapısını değiştirme ve dönüştürme projesinin önemli bir parçasıdır.
Çetinoğlu: ‘Siber zorbalık‘ olarak adlandırılan yeni bir şiddet olayından bahsediliyor…
Doç. Doğan: Siber zorbalık kavramı ilk defa Kanadalı eğitimci Bill Belsey tarafından ortaya çıkarılmıştır. Milletlerarası literatürde ‘Diğer kişilere zarar vermek maksadıyla, bir şahıs veya grup tarafından, elektronik posta, cep telefonu, çağrı cihazı, kısa mesaj servisi ve web siteleri gibi bilgi ve iletişim teknolojileri vasıtasıyla; kasten, tekrarlayıcı bir şekilde ve düşmanca tutumları destekleyen davranışlar‘ şeklinde tarif edilmektedir.
Siber zorbalıktan en çok zarar görenler çocuklar ve gençlerdir. Türkiye’de 6. 7. ve 8. sınıf öğrencileri arasında yapılan bir araştırmaya göre: Öğrencilerin % 77,5’i hayatında hiç siber zorbalık yapmadığı, % 22,5’inin bir ve daha fazla siber zorbalık yaptığı, % 67,4’ünün siber zorbalığa maruz kalmadığı, % 32,6’sının bir ve daha fazla siber zorbalığa maruz kaldığı tespit edildi. Gothenburg Üniversitesi psikoloji profesörü Ann Frisen ise bu konuda ailelerin önemli bir rol oynadığını ileri sürüyor ve yetişkinlerin internetteki davranışlarına dikkat ederek, çocuklara iyi örnek olmaları gerektiğini söylüyor. Frisen ayrıca ailelerin siber zorbalığa kurban olan çocuklarını suçlamamalarını, onları bu konuda bilinçlendirerek siber zorbalığın önüne geçmeleri gerektiğini vurguluyor.
Çetinoğlu: Televizyonlardaki eğlence programlarının da menfi tesirleri hissediliyor.
Doç. Doğan: Halk yığınlarının ekonomik, sosyal ve siyasi taleplerle homurdanmaya başlamaması için medya onların dikkatini başka yönlere çekmekte ve öfkelerini dindirmek için TV ekranı karşısında lotarya programlarıyla, kısa yoldan zengin olma hayalleriyle, pembe dizilerle, şiddet veya seks filmleriyle oyalanmalarını sağlamaktadır. Düşünmelerine fırsat bırakmamak için gerektiğinde dışardan gelecek tehlikelerle korkutmaktadır. Eğlence programlarının yanı sıra reklamlar da sadece tüketim köleleri üretmekle kalmamakta, bireylerin câhil, sorumsuz, dertsiz, tasasız hödüklere dönüşmesini sağlamaktadır. Reklamlar gerçeklerin toplumdan gizlenmesini kolaylaştırmak gibi bir fonksiyon da icra etmektedir. Bunu sağlayabilmesi için haber programlarının aralarına serpiştirilmekte ve kişinin hâdiselere vukufiyeti konusundaki yeteneksizliğinin artmasına yol açmaktadır. Kitleler haber bültenleri sayesinde habersiz bırakılmakta, pembe diziler sayesinde pembe düşler içinde oyalanmakta, reklamlar sayesinde iyi bir tüketim kölesine dönüşmeleri sağlanmaktadır.
Çetinoğlu: İktisadi, askerî ve siyasi emperyalizm, yerini kültür emperyalizmine bıraktı…
Doç. Doğan: Emperyalizm veya yayılmacılık, ‘bir devletin veya milletin başka devlet veya milletin üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda baskı kurması‘ şeklinde târif ediliyor. ‘Gelişmiş ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri, özellikle kitle iletişim araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesi‘ olarak da ifade edilebilir. Hedefi sömürgeciliği kolaylaştırmaktadır. Kültür emperyalizmi, diğer emperyalizm yöntemlerinin uygulanması için uygun zemini hazırlar, yani tamamlayıcı bir rol oynamaktadır. Kültür emperyalizmi, başarıya ulaşma şansı en yüksek ve en yumuşak görünen emperyalizm türüdür. Klasik emperyalizme göre, daha yumuşak görünen bir yöntem olması, toplumların verdikleri anî tepkileri minimum düzeye indirmektedir.
Kültür emperyalizmi, modern çağlarda çeşitli yer ve zamanlarda uygulama alanı bulmuştur. Ciddî biçimde uygulandığı ilk örnek olarak Afrika’nın sömürgeleştirilmesidir. Afrika örneğinde, sömürgeci milletler tarafından silahlı faaliyetlerin yanı sıra; yerel dillerin edilgin hâle getirilmesi, mahallî kültürlerin unutturulması ve son olarak Hıristiyanlığın kıtanın güneyinde ve orta kısımlarında yaygın bir biçimde kabul edilmesi ile kapsamlı olarak uygulanmıştır.
Çetinoğlu: Kültür emperyalizmi hakkında neler söylemek istersiniz?
Doç. Doğan: Batı kültürü 20. yüzyıl itibariyle, televizyon programları ve filmleriyle diğer kültürleri giyim, eğlence ve tüketim alışkanlıkları bakımından kendine benzetmektedir. Böylece batı, ürettiği ürünlere daha çok pazar bulmaktadır. Kültürel emperyalizmin sahip olduğu bakış açısı; otomobillerden dövüş sanatlarına, filmlerden yayıncılık ve kitaplara, yiyecekten giyeceğe kadar her türlü kültür alanını, özellikle de en çok tüketilen malzeme olan popüler kültür alanına uygulanmaktadır. Uygulamaların sonuçları ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmekle beraber, genel olarak kültür emperyalizminin matematiği aynı kalmaktadır. ABD’li NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels, derginin Türkiye’de yayınlanan ilk nüshasında kültür emperyalizmine ilişkin, ‘Amerika, CIA veya ordusu ile giremediği yerlere MTV ve Hollywood’u gönderir.‘ Diyordu. Yaptığı müzik temelli yayınla popüler kültür üzerinde etkisi olan ve ayrıca yaptığı programlarla gençlerin ilgisini ve kültür konusunda muhafazakâr kesimlerin tepkisini çeken bir kanal olan MTV, tıpkı Coca-Cola ve Mc Donald’s gibi kapitalizmin ve Amerikan kültürünün dünyaya empoze edilmesinin simgesi olarak görülmüştür. Özellikle yoğun olarak yayınladığı Yeşil Kart reklamları ile gençleri ABD lehine etkilediği konusunda eleştirilere ve tartışmalara sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Kültür emperyalizminin tesirini artırmak için kullanılan vâsıtaların bilinmesinde, tedbirli olmak açısından fayda var…
Doç. Doğan: Ürünlerini tanıtma ve çekici kılma söz konusu olduğunda medya devreye girer. Bu medyanın amacı popüler kültürü çekici kılmaktır. Medya insanlara emperyalistlerin görmek istediklerini gösterir. Medya faktörü ile kapitalizm ayrı düşünülmez unsurlardır. Lüks ihtiyaçlar olarak görülen ihtiyaçları temel ihtiyaçlar seviyesine indirgeyen faktör de medyadır. Televizyon ekranlarında çokça rastladığımız şizofrenik moda programları bunun en büyük delilidir. Aynı zamanda yemek kültürlerimizde de çok büyük bir değişmeye tâbi tutuluyoruz. Alışılagelmiş klasik yemeklerimizin yerini pizza, hamburger gibi abur cuburlar kategorisinde değerlendirilen yiyecekler alıyor. Dünyanın kültür emperyalistlerinin etkisi altında kalması işte bu gibi sebeplerden dolayı tehlikelidir.
Kültür emperyalizmi karşımıza daima farklı maskeler ile çıkar. Bunlardan birisi küreselleşmedir. Küreselleşmeyi modernleşme olarak nitelendirirler. Ancak maskenin altında batılılaştırma vardır. Bu maskeler ile karşımıza çıkarak hayatımızın bir parçası hâline gelirler. Bunun sonucunda insanlar toplum hayatında emperyalist devletlerin bütün kültürel ögelerini alıp büyük bir hedef gibi görmeye başlar.
Çetinoğlu: Şikâyetlere sebebiyet veren problemlerin bir kısmını tespit ettik. Bir manada teşhis koyduk. Bu çok mühimdir. Çünkü teşhis yanlışsa tedâvi mümkün olmaz. Sonraki röportajımızda belki daha geniş bir şekilde ele alırız. Tedavi bâbındaki teklif ve tavsiyelerinizle bu röportajımızı bitirebilir miyiz?
Doç. Doğan: Medya, insanları bilinçli veya bilinçsiz olarak şiddete yönlendiriyor. Televizyonlardaki şiddet içerikli dizi ve filmler özellikle çocukları ve gençleri menfi olarak etkiliyor. Manevî boşluk ve moral değerlerden uzaklaştırılan gençler, kötü alışkanlıklara yönlendiriliyor. Şiddetin kaynağının temelinde sevgisizlik ve şefkatsizlik vardır. Çocuklar ebeveyn ve öğretmenlerden sevgi, şefkat ve ilgi bekliyor. Çocuklarla kim ilgilenirse çocuk âdeta onun çocuğu oluyor. İnternetle fazla ilgilenen çocuk internetin çocuğu oluyor. Böylece çocuğu internet eğitiyor.
Medyada şiddetin yer yer ödüllendirildiği durumlar da var. TV dizilerinde şiddet, ‘ulaşılmak istenen şeylere ulaşma aracı‘ olarak kullanılmaktadır. Böylece medya, çocukları şiddete özendirmektedir. Şiddet içerikli dizi filmlerindeki başrol karakterini, çocuklar ve gençler rol model alıyorlar. Uygun olmayan içerikteki programların, şiddetin engellenmesinden çok, yaygınlaşmasına ve olağanlaşmasına sebep olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Medyada çıkan şiddetle ilgili her türlü yayın çocuk ve gençlerin bilinçaltlarına farkında olmadan işlenmektedir. Küçük bir problemle karşılaştığında çocuklar ve gençler, çözüm için bilinçaltına şiddete müracaat etmektedirler.
Kültür emperyalizminin ilk hedefi gençlerdir. Bunun temel sebepleri gençliğin büyük bir kısmının idealsiz, hedefsiz ve bilinçsiz oluşudur. Kültür emperyalizmi, yemek kültürlerinden müzik kültürlerine kadar hepsini gençliğe çekici kılarak maksatlarının bir kısmına ulaşmış olmaları, geleceğimiz açısından son derece düşündürücüdür. Toplum nazarında batıya ve Kuzey Amerika’ya karşı hayranlık uyanması, zaman içerisinde, temelinde İslam bulunan millî kültürümüzü zayıflatır. Bu sırada batılılar kendi kültürlerini empoze ederler. Önce çocuklar ve gençler, sonra da yetişkinler emperyalist devletlerin hâkimiyeti altına girer veya sömürü için gerekli ortam sağlanmış olur. Millî kültürlerinden uzaklaştırılanlar kendilerine ait değerler, onlara utanılacak bir şeymiş gibi gelir. Buna örnek olarak İslam ülkelerinde gelecek vaat eden gençleri emperyalist ülkelere götürüp burslu eğitim adı altında Hıristiyan batı ve Kuzey Amerika kültürlerini onlara empoze etmelerini gösterebiliriz.
Çetinoğlu: Milletimizi felakete sürükleyebilecek olan bütün bu musibetleri kanun maddeleriyle ve yasaklarla önlemek mümkün değil. Bir sosyolog olarak tesirli bir yöntem tavsiyeniz var mı?
Doç. Doğan: Evet! Yasaklama getirmek tepkilere, çalkantılara sebebiyet verir. Medya kendine çeki düzen vermeli ve iyi ve düzgün işleyen kendi içinde otokontrol sistemini etkin bir şekilde çalıştırmalıdır. Özellikle gazetelerin bu meseleyi ‘Okuyucu Temsilciliği’ gibi bir yöntemle çözmesi mümkün değildir. Medya üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmelidir.
Sorumluluğunun gereklerini yerine getirenlerin dolaylı yollardan desteklenmesi, diğerlerinin ise yine dolaylı yollardan frenlenmesi düşünülebilir. Esnafımız, küçük ve orta ölçekli işletme sâhibi sanayicilerimiz muhafazakârdır. Onlar, millî, insânî ve islâmî değerlerimize saygılıdır. Olumsuz yayın yapan sesli, yazılı ve görüntülü yayın organlarına mesâfeli dururlarsa. İnsanlarımız da bu hassasiyet içerisinde olurlarsa, iç destekleri kesilmiş olur. Dış destekle yıkıcı faaliyetlerine uzun süre devam edemezler diye düşünmek mümkün. Buna rağmen çözüme ulaşılamazsa, daha tesirli ve demokratik usullerle aktif mücâdele başlatılır.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN 1965 yılında Aksaray’ın Ortaköy ilçesinde doğdu. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden 1988 yılında mezun oldu. 1995 yılında İngiliz Kültür’ün bursunu kazanarak İngiltere’de, Birmingham University Politic Science And International Study (Politika ve Uluslararası İlişkiler) Master Programına katıldı. 1999 yılında Eğitim Felsefesi, Sosyolojisi ve Pedagoji alanında yaptığı çalışmalarla akademik Dr. unvanı aldı. Sırasıyla Fırat, Abant İzzet Baysal, İstanbul, Trakya ve Fatih Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı Ulusal Ajans proje değerlendirmesinde (AB’e bağlı Leonardo Da Vinci proje uzmanı) bağımsız (AB) dış uzman olarak görev yaptı. Araştırma, inceleme ve ilmî toplantılar maksadıyla elliden fazla ülkeye gitti. Uzun yıllar çeşitli günlük gazete ve dergilerde muhabirlik, editörlük ve köşe yazarılığı yapmıştır. Yeni Birlik Gazetesi’nde köşe yazıları yazmaktadır. 2001 yılında Moldova Gagauz Özerk Cumhuriyeti Meclisi tarafından verilen Şeref Madalyası sahibidir. Çevre konusunda yaptığı çalışmalarıyla 2002 ve 2004 yılında INEPO (Milletlerarası Çevre Olimpiyatları Projesi) milletlerarası çevre basın üçüncülüğü ve jüri özel ödülü kazanmıştır. Yayınlanmış kitaplarından bazıları şunlardır: 1-Eğitimde Başarının Şartları: (1998), 2- Sivil Demokrasi Çağrısı: (1999), 3- Şimdiki Çocuklar Harika: (2001), 4- Çocuklar Küçük Bir Şey Değildir: (2002), 5- Mutlu Aile Mutlu Çocuk: (2003), 6- Varolmanın Yolunda Zengin Olmak: (Editör olarak, M.Uyar ve M. Çetin ile birlikte), Mehmet Tanrısever. (2005), 7- Başarıya Yürüyenler: (2006), 8- Ailenin Aynası Çocuk: (2006), 9- Ailede Sevgi Eğitim: (2009), 10- İnsanlar Konuşa Konuşa: (2011), Konuşmak Lâzım: (Candemir Doğan ile birlikte, 2015), Rektörlerin Gözüyle Üniversitelerimiz: (2016), Mesnevi’den Pedagojik Telkinler (2016) |