Teknolojinin getirdiği yeni buluş, araç ve gereçler, iletişim alanındaki hızlı gelişmeler, kitle hareketlerini tetiklemekte, kısa sayılabilecek sürede binlerce kişi haberdar edilebilmektedir.
Sosyal hareketler toplum içinde tutumları, davranışları ve sosyal ilişkileri değiştirmek üzere uyumlu çabalara girişmiş insanlardan meydana gelen gönüllü birliktelikler olarak düşünülebilir. (Prof.Dr.Orhan Türkdoğan, Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, İstanbul 2004,Sh.625) Sosyal hareketler kollektif davranışlardan beslenir. Bir bakıma sosyal hareket insan ilişkilerinde etkileşime şekil verme sürecidir. (Aynı kaynak Sh.34) Bu süreç, organizma gibi canlı olan toplumda sürer.
Toplumda fikir hürriyeti arttıkça veya tersi fikir ve düşünce hürriyeti kısıtlandıkça, dayatma ve baskılar arttıkça sosyal hareketler artar ve çeşitlenir. Klasik ideolojik çatışmaların yerini alan çevre sorunları, etnik ve cinsiyet sorunları dikkat çeker olmuştur. Değişimi yakalayamayanlar 1960 ve 1970’lere göre zihinleri ayarlı olanlar sosyal hareketleri alışılmış kalıp ve etiket altına sokabilirler. Onların odak noktası sosyal hareketleri darbe ve darbe altyapısı olarak kabullenmektir. Bu bir eski alışkanlıktır. Aşırı sol ve devrime zihinleri asılı kalanlar da yaptıkları işin devrim olduğunu zannederek böbürlenirler. Oysa Türkiye’de aşırı sol çevrelerin unuttuğu şey; izinsiz devrim yapılamayacağıdır. Devrim yapacağız diye yüzlerce gencin hayatı karartılmış, yüzlercesi kullanılmış ve bazı devrimci ağabeyler tarafından da ispiyon mekanizması işletilmiştir.
Bu konuda söylenecek çok şey var ama;Taksim Gezi olayları ve ülke sathına yayılışı bize bu kısa girişi yaptırdı.
Sosyologlar sosyalleşmede (Toplum üyeliğini kazanmada) belirli basamaklardan bahsederler. Bunlar aile, eğitim kurumu,akran grubu, çalışma hayatı ve medyadır. Buna internet ve sosyal medyayı da ilave edebiliriz. Yazılı ve görüntülü basının görevini yapamadığı, yapmadığı, çeşitli menfaat hesapları ile gerçeklerin üzerine gidemediği ve baskı altında olduğu sık sık dillendirilmektedir. Basının basın dışı amaçlar için holdinglerce kullanıldığı bir ortamda basın hür olamaz. İktidarlarca güdümlü hale getirilir. Yerli yazılı ve görüntülü basın Gezi olayları dolayısıyla da sınıfta kalmıştır. Vatandaşın haber alma hakkının şu veya bu sebepten adeta gasp edildiği bir ortam demokrasi ile bağdaşmaz. Toplumun büyük kesimi basın yolu ile bilgilendirilemediği ve olup bitenden haberdar olamadığı için devreye sosyal medya girmiş bu alanı kullananlar tepki gösterebilmişlerdir. Tepkisiz toplumdan hep şikâyetçi olanlar bu defa tepkiyi tartışır hale gelmişlerdir. Ancak sosyal hareketleri ve olayları fırsat bilen bazı hem marjinal, hem de modası geçmiş ideolojik örgütler ve bölücü ve ırkçı terör örgütü parsadan pay kapmaya çalışmıştır. Birçok kışkırtıcı ve çatışmayı yayıcı, üzücü sonuçlar doğurabilecek olayın Emniyet tarafından engellendiği anlaşılmaktadır.
Çevrenin korunması tabii ki çok önemlidir. Ancak bundan daha önemlisi ülkenin ve Cumhuriyet tarihinin bir yol ayrımına getirilmiş olmasıdır.Bu unutulmakta ve göz ardı edilmektedir. Yeni Anayasa’da milli kimlik, yeni vakıflar ve petrol yasaları, birer yabancılaşma şeklindeki özelleştirmeler, yabancıların toprak edinmelerinde mütekabiliyetin kaldırılması, Cumhuriyet, milli devlet, milli kimlik, üniter yapı, siyasi ve ekonomik çıkarlarımızla ilgili hassasiyet kaybı tepkiyi de taklit çizgisine çekerek yeşile ve çevre sorunlarına odaklanmıştır.
Çözüm hukuk devletini korumak, yargı bağımsızlığını sürdürmek ve eksik demokrasi anlayışına sapmamak, kamplaştırmaları hızlandırıp oya çevirmemek, özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi kurabilmektedir. Siyasi iktidarlarla ters düşen görüşler, demokrasi ile de ters düşmüş anlamına gelmez.