Bizim
Aynalı (Aynali) diye bir ineğimiz
vardı, bir de yaramaz Karakız.
Aynalı sorgulamazdı; yer-içer süt verirdi. Karakız çok uğraştırır,
az süt verirdi. Ve bisiklet – motosiklet hatta bilyalı;[1] ne varsa onları boynuzlamaya,
vurmaya çalışırdı.
İlkeli inekti, prensip
sahibiydi. Neden yaptığını bilmez, kızardık. Ama o ne yaptığını ve neden
sürekli yaptığını biliyordu. Hiç sormadık.
Bazen
de otlama numarası yapar, biz başka işle meşgulken ekili mısırlara dalardı. Biz
bağırıp-çağırıp o tarafa koşturunca o da 100 km’ye 12 saniyede gelen araçlar
gibi tarladan tarlaya atlar, vahşi bir at gibi hünerler sergilerdi.
3-4
hatta 5 kilometre öteden saatler sonra bulur getirirdik. Bizi ailece yormanın
ve peşinde koşturmanın kızgınlığı, bir de konu-komşunun ekili arazisine
girmenin mahcubiyetine mukabil kızılcık sopasıyla onu cezalandırırdık. Ama o
gene yapardı.
İlkelerine
o derece bağlıydı ki tüm bu sahneleri yaşamayı/yaşatmayı yeniden göze alırdı. Her
defasında mesafe ve kaçma tekniklerini geliştirerek rekorunu egale ederdi. Onu
sürekli izler, bir yandan da 2 ya da 3 tekerlekli araç sürücülerini ikaz
ederdik.
Nihayetinde
ihtiyarlığına yakın ikisi de kesime gitti. Aynalı gibi çok ineğimiz oldu
sonradan; Gülistan ve Portakal anımsadıklarım. Ama Karakız hâlâ bir efsanedir aile
arasında. Neden? İtirazı vardı,
sorguluyordu. Dahası melezlenmemiş yerli
bir inekti.
Biz
yetişemedik ama 70 yıl önce yaşayan Arpuli
adında bilge bir inekten bahsedilirdi. Leb demeden leblebiyi anlayan, kendine özgü
dille insanlarla iletişim kuran ve aile fertlerine aşırı düşkün, aşırı
merhametli; mitolojik bir kahraman gibi bir şeydi.
İnek
deyip geçme dostum; onların da karakter
ve karat farklılıkları var. İnek
gibi çalışmak utanılacak bir hâle geldiyse baht utansın. ‘İnek Şaban’ karakterini de, karakterin
gerçek sahibini de unutmadık; unutmayız daha.
Dâ’sı
çakaldan, tilkiden hatta sırtlandan rol
çalar olduk. Kendimizi ne ara sürüngenleri bile taklit eder bulduk, anlamadım. İnekleri bilen, buzakları[2] aşırı seven biri olarak “Sorgulamayan solucan olsun” demiştim.
Solucanların meslek kuruluşlarından tepki gelirse de dert değil.
Demem
o ki ilkeli olmak için inek olmaya gerek yok; insanlar da prensip sahibi
olabilir. Eğer ki kendilerini birilerinin malı
yahut sağmalı görmüyorlarsa..
İdeolojik hamallığın değeri bir çoban
kavalı etmez. Ortadan gidenler ortam oluşuncaya dek ortada görünmezler.
Önde gidenlerse övülünce değil yerilince tatlanırlar. Ve buna sadece hakikatli adamlar katlanırlar.
İlke,
iyilik örnekli bir düzen sunumudur. İlkede ‘kara’
ve kararlı olanın isyanı hakikate iman durumudur. İlki ömrün ölçeğinin “emr-i bil’l-ma‘rûf” ve ikincisi de “nehy-i an’il-münker”[3] konumuna alınmasıdır.
Dört
ayaklı bir canlının iki ya da üç ayaklı, insanlı araçlara kafayı takmış
olmasının sırrını bilmiyorum. Zaten varlığında anlamaya çalışmazdık, yokluğunda
ise 40 yıldır unutulmayan fenomen
oldu.
Nerden
girdik, nereye geldik? İnekten insana, ilkeden nisyâna; ordan bi
reform şaapsana kardeşim! Dandini,
dandini, dastana; bi bakar mısın bostana!
[1]
Üç adet bilye üzerine oturtulan tahtalı kaykay. Eğri bir odundan oluşan ahşap ön
dingil vasıtasıyla idare edilir; gazoz kapaklarıyla da far vesair aksesuarları
yapılırdı. Çocukluğumuzun yerli ve millî imalâtları..
[2]
Bizde ‘buci’ derler genelde, bazen de buzağıdan bozma buzak.
[3] Âl-i İmran – 104 ve 110,
Tevbe – 71 ve 112.