Bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi, sokak satıcılarımızın, bu eski ve renkli figürlerin, satış şekillerini ve davranışlarını hafızamızın müsaadesi ölçüsünde sizlere aktarmak istiyorum.
Çocukluğumuzun geçtiği sokaklardaki yaşamı anmak ve orada kalmış eski olayları ve kişileri hatırlamak, o eski günleri, kısa bir süre de olsa tekrar yaşamak, arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle, büyüklerimizle yeniden bir arada olmak gibi bir duyguya ve mutluluğa neden olmaktadır.
Yazımızın konusu olan eski sokak satıcıları, günün ilk ışıklarıyla başlayarak akşamın ilerleyen saatlerine kadar, muntazam aralıklarla geçişlerini sürdürürlerdi.
İlk sırayı sütçü alırdı. Üzerinde beyaz önlüğü, bir elinde süt güğümü diğer elinde litrelik, yarım litrelik ve 250 cc’lik ölçü kapları ile “-Sütçüüü” diye seslenerek mahalleliye geldiğini haber verirdi.
Günün koşullarında evlerde soğutucular olmadığından, sağılan sütlerin bir an önce evlere ulaştırılıp kaynamalarını sağlamak için, öncelikle erken saatlerde geçerdi sütçüler. Sütçülerin erken geçişleri hakkında, çocuk şarkıları bile vardı.
Sütçü köşeyi döndü, bütün lambalar söndü…
Uykunun da keyfi kaçtı, okul vakti yaklaştı…
Sütçüleri gazeteci çocuklar izlerdi. Günün haberlerini ulaştırabilmek için koşarak sokağa girerler, sesleri yettiğince Vatan, Tan, Tasvir i Efkâr, Cumhuriyet vs diye bağırarak boyunlarına kayışla asılı olan ve koltuk altlarında tuttukları karton içindeki muntazam dizili gazeteleri satarak sokağı terk ederlerdi.
Daha sonra atlı zerzevatçının gür sesi duyulurdu. Yedeğindeki atının her iki tarafına dengeli olarak bağladığı küfe ve sepetlerde mevsime uygun olarak bahçelerden yeni toplanmış, taptaze sebze ve meyvelerin isimlerini bağırarak satışa sunardı; Patlıcan, domates, biber, kabak, fasulye, enginar gibi yaz sebzeleriyle, lahana, pırasa, karnabahar, kereviz gibi kış sebzelerini satardı. Küçük sepetlerde ise meyveler bulunurdu. Eyerin en üstünde el terazisi ve ağırlık ölçüleri yer alırdı.
Atlı satıcıların bir diğeri de sakalardı. Sokağın sakası atının her iki tarafındaki raflara koyduğu, atın gücüne göre üçer veya ikişer gaz tenekesinden yapılmış ağızları kapaklı su dolu kapları ile mahalleye girerdi.
Evlerin içme ve çamaşır suyunu sakalar sağlarlardı. Özellikle çamaşır öncesi sakaya su siparişi bir gün önceden verilerek, küpler doldurulurdu.
Sokağın yağcısı da öğleye doğru geçer, sırtındaki ahşap dolabın içindeki zeytin yağı ile yemeklik Urfa ve Trabzon yağlarının yanı sıra bazen de “-taze tuzsuz tereyağı, bal geldi” diye seslenerek kahvaltılık yağ ve bal da satardı. Sıvı yağlar için, ölçüsü dibinde yazılı olarak üretilmiş şişeler kullanırlardı. Diğer ürünleri için ise el terazisi kullanırlardı. Bu satıcının cebinde bir defter ile sabit kalem bulunurdu. Veresiye satışları bu deftere kaydederdi. Alış veriş olağanüstü bir dürüstlükle gerçekleştirilirdi. Bu konuda anımsadığım hiçbir olumsuz örnek bulunmamaktadır.
Öğleden sonraları çocukların sevdiği satıcılar görünmeye başlarlardı.
Başının üzerine yerleştirdiği meşinden yapılmış simidin üstüne koyduğu macun tepsisi ile elindeki zurna veya kavalı çalarak, macuncu sokağa girerdi. Kolundaki üç ayaklı sehpayı yere koyar, başından usulca macun tepsisini alır, sehpanın üzerine yerleştirirdi. Tepsinin üstündeki konik camekân kapağı kenara alır, tepsideki sekize bölünmüş üçgen şeklindeki rengarenk macunlar ortaya çıkardı.
Sıraya giren çocuklara, geniş küt ağızlı sert ve bıçağa benzer bir aletle tepsiden aldığı macunları tahta minik çubukların ucuna sararak verirdi. Bu neşeli ve beyaz, temiz kıyafetli adam ara sıra, parası olmayan çocuklara, az da olsa macun sardığı çubukları vererek onları da mahzun etmezdi.
Pamuk helvacı da çocukların ilgisini çeken satıcılardandı. Sürdükleri üç tekerlekli, camekânlı el arabalarının içindeki mekanizmalar, dökülen şekeri pamuk haline getirirdi. Bazen de boya kattıkları için renkli görüntüler meydana gelirdi. Camekânın kenarında taşıdığı çubuklara, pamuk helvayı dolayarak, çocuklara verirdi.
Yemesi çocukların çok hoşuna gitse de, yüzlerine gözlerine bulaşan şeker, toz toprağın da yapışmasıyla onları çok kirletirdi bu nedenle anneler biraz şikayetçi olurlardı.
İkindi vakti gene camekânlı bisiklet arabasıyla simit, halka, açma ve poğaça satıcısı sokağı ziyaret ederdi. Alış veriş yapan çocuklara istediklerini temiz kâğıtlar içinde verirdi. Fırından gelen taze unlu mamullerin kendine özgü kokuları nedeniyle imrenmemeleri için, küçük çocuklara birer halka hediye ederdi.
Çocukların etrafına toplandıkları satıcılardan biri de seyyar oyuncakçı olurdu. Oldukça renkli bir sunuma sahipti. Rengârenk elişi kâğıtlarından kıvrılarak yapılmış rüzgâr fırıldakları, fır fır döner, yere sürttüğü çemberler çın çın öter, sırtındaki küfeye ince sicimlerle bağlı balonlar uçuşurken, kız çocuklarının ilgisini daha çok, kuş tüyü elbiseli, uzun bacaklı balerina bebekler çekerdi.
Çocukların ilgi duyduğu satıcılardan biri de kendilerinden biraz büyük olan ağabeylerinin sattıkları Abdülvahit Turan’ın Yeni Hayat isimli karamelâlarıydı. Çikolata renginde, sert bir şekerlemeydi. Kâğıtları açıldığında içlerinden zamanın meşhur futbolcularının resimleri çıkardı. Bu şekerleme kendine özgü, sürgülü kapaklı ahşap kutu içinde satılırdı.
İzmir’de imalatçısı Abdülvahit Turan Bey tarafından Evkâf çarşısında üretilip Türkiye’ye dağıtılan bu şekerleme II. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra meydana gelen şeker sıkıntısı nedeniyle piyasadan çekilmek zorunda kalmıştı.
Akşam saatlerine doğru sokağa çıngırak sesiyle beraber yoğurtçu gelirdi. “-Silivri yoğurdu kaymak” diye bağırırdı. Sırtında taşıdığı askıya bağlı iki kefenin birinde, üst üste konmuş yoğurt tepsileri dururdu. Diğerinde ise tartı aleti ağırlık ölçüleri ve dara taşları bulunurdu.
Yoğurt almak isteyenler getirdikleri kapla, miktarı ve kaymaklı veya kaymaksız nasıl yoğurt istediklerini söylerlerdi. Yoğurtçu el terazisinde önce kabın darasını alır, daha sonra da kendine özgü el küreğiyle ustalıkla yoğurdu kaba koyar ve tartardı. Yoğurt tepsileri her gün denetim altında Silivri’den getirilir ve halka satılırdı.
Yaz aylarında akşamları komşular evlerinin önlerine çıkarak, küçük hasır taburelere otururlar, gece serinliğinde sohbet ederlerdi. Bu süreçteki en önemli satıcı dondurmacı olurdu.
Dondurmacılar üç tekerlekli camlı arabalarında, genellikle üç çeşit dondurma satarlardı. Dondurma genelde kaymaklı, vişneli ve ara sıra da çilekli veya çikolatalı olurdu. Dondurma kovanlarının kapaklarında havlular bulunurdu. Camekânın kenarlarında üst üste dizili üç farklı külah bulunurdu. En küçüğü bir kuruşluk ortancası iki buçuk kuruşluk, büyüğü ise beş kuruşluk olurdu.
Günün son satıcısı ise turşucu olurdu. Genelde, lahana, biber ve salatalık turşusu satarlardı. İsteyen müşterilerine acılı veya acısız turşu suyu da verirlerdi.
Sokak satıcılarının önemli olanlarını sizlere özetlemeye çalıştım. Bir başka grup satıcı da haftanın ve ayın belli günlerinde mahallemize girerlerdi. İnşallah, onlar hakkında hatırladıklarımı da bir sonraki yazımda sizlerle paylaşırım.