Bölücü terörü, “Kürt sorunu” yani “etnik sorun”
olarak tanımlamakta ısrar edenleri dikkatle izleyiniz. Türkiye’de
insanların sırf bir sosyal gruba veya etnisiteye mensup olduğu için
ayrıma tabi tutulduğunu, vatandaşlık haklarının kısıtlandığını söylemek
mümkün olmadığı halde “Kürt sorunu” tanımlamasındaki ısrar neden?
Varılmak istenen hedef, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında Kürt asıllı olanların diğer vatandaşlara verilen haklardan yararlandırılmadığı,
onların kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan ezildiği, diğer vatandaşlar
ile aralarına konulan görünmez duvarlar ile izole edildiği gibi tezleri
kabul ettirmektir. Böylece, bu etnik unsuru temsil edenlerin(!) kısa
veya uzun vadede bağımsızlık talep etmesini de meşru ve haklı göstermeye çalışmaktır.
ABD Başkanı Bush, 05 Kasımda Başbakan Erdoğan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada “Türkiye ’Kürt sorunu’nun çözümü için adımlar atacak” demişti. İsveç’in Ankara Büyükelçisi Christer Asp ise, “AB’nin, PKK terörü problemine uzun
vadeli siyasi bir çözümün getirilmesini görmek istediğini” ifade etti.
“Türk hükümetinin terörle mücadele konusuyla ilgili siyasi çözüm bulma
çabasının çok açık olduğunu” da kaydeden Büyükelçi Asp, “Ancak siyasi bir çözümle uzun vadede terörle mücadele konusuna çözüm getirilebilir ve bence şu anda Türkiye’de gördüğümüz de bu” dedi.
“Siyasi çözüm” isteyenlerin beyanlarını alt alta koyduğunuz zaman ortaya çıkan hedeflerin özeti şöyle:
—Dağdakilerin taleplerini silahlarla değil, meşru zeminlerde dile
getirebilmesi için PKK’ya (İmralı’daki başı dâhil) genel af ilan
edilmesi.
—Üniter devlet yapısından ikili bir federasyon yapısına geçiş. İki
federe ortağın kurduğu bir federasyon yapısını anayasal garanti altına
almak. (Bunun için “Demokratik Cumhuriyet” kavramı ile zihinler
alıştırılmaya çalışılmaktadır.)
—Kuzey Irak’ta kurulmuş bulunan Barzani yönetiminin Türkiye
tarafından tanınması; Kerkük’ün Barzani yönetimine devrinin
onaylanması.
Önceki yazımda PKK, “ezilen Kürt halkının temsilcisi” falan değil, ABD, AB ve İsrail’in büyük projesi içinde kendine düşen görevi yerine getiren bir piyondur, demiştim. Şimdi projenin bu aşamasında PKK piyonunun tasfiye edilip edilmeyeceği tartışılıyor.
Bu arada Başbakan Erdoğan’ın da, “Kürt sorununu demokratik cumhuriyet anlayışı içinde çözeceğiz”
ifadelerini kullanması akılları karıştırıyor. Sorunun tanımlanması ve
çözümünde Bush ve Erdoğan arasında bir mutabakat mı söz konusu diye
düşünmemek mümkün değil.
ANKA Ajansının verdiği habere göre, “ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross
Wilson’ın, geçen hafta salı günü tartışmalara yol açan kahvaltı
davetinde, Meclis’te Grubu bulunan DTP’yi dışlaması ve PKK ile arasına mesafe koymadığı sürece DTP ile görüşmeyeceğini açıklaması, partide ‘DTP de mi tasfiye sürecine dâhil’ sorusuyla birlikte ciddi rahatsızlığa yol açtı.”
”Büyükelçi Wilson, ABD Kongre üyesi Chris Shays ile birlikte AKP ve
CHP’den doğulu politikacılar, eski milletvekili Haşim Haşimi ile
birlikte KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi ve HAKPAR Genel Başkanı
Sertaç Bucak’ı ağırladı.” HAKPAR ve KADEP, üniter devlet anlayışına karşı olup, federasyon tezini savunuyor.
Bu iki parti, 11 Kasım tarihinde Diyarbakır’da ortak bir miting düzenlemişti. Mitinge çağrı için yayınlanan bildiride Barzani yönetimine destek verilerek, Kürt Federe Bölgesinin kazanımlarına sahip çıkmak amacıyla mitinge katılın” denilmişti.
Gelişmeler gösteriyor ki, son yıllarda “kırk satır ile kırk katır”
tercihi noktasına getirilmeye çalışılan Türkiye için hazırlanan
senaryolar ve bu oyunda rol alabilecek muhtemel oyuncuların durumu
iyice şekillenmeye başladı.
PKK teröründen kurtulma karşılığında, önce üniter yapının yıkılması ve daha sonra da ülkemizin bölünmesine
gidecek gelişmelere karşı, milletçe bir bütün olarak (Kürt kökenli
olanlarımız da dâhil) karşı çıkmak ve gelişmeler karşısında uyanık
durmak mecburiyetindeyiz. Yoksa çok uzaklarda yapılan planlar adım adım
uygulamaya konuluyor.