Sınavı Kaybedenler, Kazananlar

105

“Ye, iç, gül, oyna!” felsefesi bana göre değil. İnsanoğlu soylu yaratıktır; yaşamı ve sınavı da soylu olmalıdır.


Doğru algılayanlar, yaşamın duyarlılık üzerine kurulduğunu göreceklerdir. Düşünenler için hayat bir trajedi, aptallar için bir komedidir.


“Akıllı olup dünyayı taşıyacağına, aptal ol dünya seni taşısın.” sözünü bir minibüste okumuştum. Akıllık ve aptallık, trajedi ve komedi, yaşamın iki yüzü. Bunlar gece ile gündüz, doğu ile batı kadar birbirine uzak, birbirine yakın. Birer uçta dost, birer uçta düşman. Her ikisi, varlıklarını birbirlerine borçlu. Birinin varlığı diğerini gerekli kılıyor.


Burada “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın; / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” diyen N. Fazıl’ı hatırlamadan geçmek olmaz. Sizin bu ilişkide nerede bulunduğunuz önemli. Bulunduğunuz yer, sınavı kaybetmek ya da kazanmak sonucunu doğuruyor.


Zıtlar arasındaki farklılığın bir kavga nedeni olarak algılanması da yanlış olur. Farklılığı doğru bir bakışla doğru dengeleyenler, sınavı her zaman kazanırlar. N. Fazıl, bu uyumu ne güzel ifade etmiş: “Zıtlar arası ahenk, af ve günah yarışta; / Bütün zıtlar kavgada, bütün zıtlar barışta…”


Zıtlar arasındaki ahenk, hayatın ritmini oluşturuyor. Bu ritmi iyi okuyanlar ve yönetenler, sınavı geçebiliyor. Önceki gün derse niçin gelmediğini sorduğum bir öğrencim, komşusunun, kafasına kurşun sıkarak intihar ettiğini, cenazeye katıldığını söyledi. Nedenini sordum: “ Ticaretle uğraşıyordu, otuz iki yaşındaydı, tefeciden para almış, bunun karşılığında açık çek vermiş, ödeyemeyince kendini banyoda öldürmüş.” dedi. Kendini öldürmek, yaşam enstrümanını iyi çalamamak, bu felsefeyi doğru algılayamamak demek.


Bir güzel, güzelliği ile övünüyor ve çirkini küçümsüyorsa; çirkin, çirkin olmanın kompleksini duyuyor ve güzeli kıskanıyorsa yine zengin, zenginliği ile gururlanıyor ve yoksula tepeden bakıyorsa; fakir, fakirliğinden utanıyor ve zengine fesatlanıyorsa bu sınavı kaybediyorlar. İnancımız, beyaz insanın siyah insandan, zenginin fakirden üstün olmadığını, üstünlüğün takvada olduğunu söyler. O halde, kişinin özüyle ilgisi olmayan, tamamen izafi olan değerlerle övünmesinin ne mantığı olabilir. Bunun gibi, varlık bizi şımartmamalı, yokluk da ölüm sebebimiz olmamalı. Her iki durumda olmak, yani şımarmak ve intiharı düşünmek, sınavı kaybetmek demektir.


Kimse, sevdikleriyle sınanmak istemez. Hz. İbrahim, en sevdiğiyle yani oğlu İsmail’le sınanmıştı. Zenginin yoksullukla, güzelin çirkinlikle, annenin ve babanın evladıyla, vatanseverin vatansızlıkla sınanması ağırdır. Ancak bu sınavı başarıyla verenler, kahramanlar arasında yer alır.


Sınav, bir ömür devam ediyor. Ömür sürecinde kendimizle ve çevremizle olan sınavda harap ve bitap düşüyoruz. Bazen çoklukta yokluğu, bazen yoklukta çokluğu yaşıyoruz. Gelgitler arasında şamar oğlanına dönüyoruz.  Kendimizi rüzgâr önünde savrulan yapraktan güçsüz hissettiğimiz zamanlar oluyor. Bu çaresizlik içinde “Ye, iç, gül, oyna!” felsefesine, denize düşenin yılana sarılması gibi sarılıyoruz. Doludan kaçarken yağmura tutulduğumuzun farkına varamıyoruz. Yaşlılığında geçmişine bakarak “Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak” gören A. Haşim gibi pişmanlıklar duyuyoruz.


Ben öyle bir kılavuz istiyorum ki kum saati gibi olsun. Bana hem geçmişimi hem yaşadığım zamanı hem gelecek zamanı göstersin. Kendimi hem yargılayayım hem kurayım. Gayrisi, havanda su dövmek.