Bu dünya mihnet ve meşakkat yurdudur. Bir taraftan afetler, belalar, hastalıklar. Bir taraftan işsizlik, geçim sıkıntısı, insanlar arası problemler, ailevi sıkıntılar, psikolojik problemler.
Bu sıkıntıları nasıl anlamak lazım? Bu musibetlerle bize verilmek istenen mesaj nedir? Başımıza gelen bela ve musibetleri doğru okuyalım ki çaresini bulabilelim. Bu yazıda bir insanın karşılaştığı belaların sebepleri üzerinde durulmaya çalışılmıştır:
1. Cenab-ı Hakk’ın müminlere nimet, müşrik ve kâfirlere azap vaadi esas itibariyle ahirete aittir. Allahu Tealâ bu dünyada inananlara refah, inanmayanlara da sıkıntı ve eza vereceğini taahhüt etmemiştir.
Âl-i İmran Suresi’nin 140. ayetinde buyurulduğu gibi “O, (zafer, galibiyet ve sevinç getiren) günlerini, insanlar arasında döndürür.” Yani bir gün Müslümanları, bir gün kâfirleri muzaffer kılar. Bir gün bize, bir başka gün onlara musibet verebilir. Bugün biz seviniriz, yarın başkaları. Sünnetullah böyledir.
Bu dünyada müslümanlara hep nimet, kâfirlere de hep sıkıntı verilseydi, iman iradî bir tercih meselesi olmaktan çıkar, “imtihan”ın anlamı kalmazdı.
2. Başımıza gelen musibetlerin bir sebebi, insanların sorumsuzluk ve tedbirsizlikleridir. Eksik ve kalitesiz malzeme kullanmışsanız, böyle bir binanın en küçük sarsıntıda yıkılması mukadderdir. Sağlığınıza dikkat etmiyorsanız hasta olur, çalışmıyorsanız aç kalırsınız.
Nitekim Allahu Teala Ali İmran suresinin 165. ayetinde, Uhutta yenilgiye uğrayıp “Bu nerden geldi” diyen Müslümanlar için “De ki: ‘Bu felaket sizin yüzünüzdendir’ Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.” Buyurarak Peygamber emri dinlemeyenleri ve yenilgiye sebep olanları suçlamıştır.
3. Ancak uğradığımız musibetleri sadece insanların hatalarına bağlıyamayız. Bunları tamamen tedbirsizlik ve kusurlara indirgemek, bütün sorumsuzlukların temelde bir iman zafiyetinden kaynaklandığını dikkatlerden kaçırır.
Peygamber s.a.v Hazretleri, Ubade r.a.’ın rivâyet ettiğine göre, buyurmuştur ki:
“Müslümanın karada, denizde malı telef olmuşsa, bu mal ancak zekât verilmediğinden olmuştur. Zekâtınızı vererek mallarınızı koruyun! Hastalarınızı, onlar nâmına fukaraya sadaka vererek tedâvi edin! Başınıza gelip çatan belâları da dua ile def edin! Çünkü dua gelmiş belâya da, gelmemiş belâya da faydalı olur. Gelmiş belâyı insanın üzerinden kaldırır. Gelmemiş olan belâyı da durdurur.” (Taberânî ve İbn-i Asâkir)
Demek ki, dua da edeceğiz. Duayı can ü gönülden yapalım! Başımıza gelmiş özel belâları veyahut toplumsal belaları Allah kaldırsın diye dua edelim. Allah duaları kabul eder. Bazen böyle anlı, şanlı, rütbeli, itibarlı insanın değil de bir garibanın, yoksulun duasını kabul eder. Bir çocuğun duasını, bir piri faninin duasını kabul eder. Dualarımıza çocukları, yaşlıları, ak sakallıları da katalım, onlara amin dedirtelim.
4. Helâk ve ikaz için de musibet verilebilir. Kur’an-ı Kerim’de sapkınlıkta ısrar eden bazı eski kavimlerin tufanla, kum fırtınasıyla, kuraklıkla helâk edildiği anlatılır. Bu musibetler kâfirlere ve günahkârlara ilâhi gazabı tattırmak, böylece onları cezalandırmak içindir. Celal sıfatının tecellisi olan musibetler, bazen “düşünüp ibret alsınlar diye” (A’raf, 130) bazen da bir ihtar, bir şefkat tokadı olarak iner günahkârların suratına.
Ders aldık mı almadık mı bilinmez ama celal tecellisi olan iki musibeti hatırlamakta fayda var. Biri 1912 Nisan’ında bin beş yüz kişiden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan Titanik faciası. 300 metreye yakın boyuyla, zamanının bu en lüks teknoloji harikası, “Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz!” nutuklarıyla denize indirilen gemi, Okyanusun ortasında, basit bir sebeple, bir buz dağı parçasına çarptığı için, üç saatten daha kısa bir zamanda sulara gömüldü.
Benzer bir faciayı bütün dünya 28 Ocak 1986’da televizyon ekranlarından naklen izledi. Amerika’da uzay mekiği Challenger, seyredenlerin gıpta ettiği gösterişli bir törenle fırlatıldı. Tam, teknolojiyle nelere kadir olduğumuzu düşünecektik ki, mekiğin görüntüsü henüz çıplak gözle bile seçilirken bir patlama oldu gökyüzünde. Ateş topuna dönen Challenger’ın ve içindeki yedi kişinin parçaları seyircilerin çığlıkları arasında etrafa saçıldı. Oysa bu teknolojiyi üretenler yaptıkları uzay mekiğine ve onun programına “challenger” yani “meydan okuyan” ismini koymuştu. “Var mı benimle boy ölçüşecek bir güç, varsa çıksın bakalım karşıma!” dercesine. Demek ki varmış.
5. Bazen de bir musibet, işlenen günahın cezasını dünyada çektirip kurtarmak, yahut kuluna manevi bir makam vermek için verilir. Peygamber Efendimizin ifadesiyle “Allah (c.c.) bir kula bir musibet veya daha fazlasını vermişse, bunu ancak bu musibet sebebiyle affedeceği bir günahı bulunduğu için veya bu musibet sebebiyle ulaştıracağı bir dereceyi vermek için vermiştir.” (Ramuzel Ehadis, s.370 h.12)
İşte Allah’ın peygamberlerinin ve evliyâullahın başına gelen dünyevî sıkıntılar bundandır. Yâni zorlu imtihanlardan geçiyorlar, çok yüksek puanlar kazanıyorlar, çok yüksek makamlara çıkıyorlar.
Tabii avâm, yâni İslâmî bilgileri çok olmayan insanlar, Allahın sevdiği insanlara hiç musîbet vermeyeceğini düşünür. Hayır, öyle değil… Allah’ın en sevgili kulu Peygamberlerdir ama hepsi çok sıkıntılar çekmişlerdir. Hazret-i İsâ A.S’ı, Hz. Mûsâ A.S’ı düşünelim, Nuh A.S’ı, İbrâhim A.S’ı, diğer peygamberleri düşünelim… Hepsi çok sıkıntılara uğramışlardır.
6. Bazen mümine, imtihan için musibet verilir: “Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!(Bakara, 155).
Onun için Müslüman, musibetler karşısında sabreder, şikayette bulunmaz, Allah’a karşı edebini korur, takdire rıza göstererek Kur’an’da öğretildiği gibi “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn= Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.” der. Bu şu demektir: “Bize malı da canı da evladı da veren Allah’tır; madem ki O vermiştir, verdikleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. Onun takdirine itiraz etme, gücenme hakkımız yoktur. Dönüşümüz yine O’na olduğuna göre, bu dünyadaki nimet de külfet de zaten kalıcı değildir.”
Musibetler karşısında üzülmek, sessizce gözyaşı dökmek mübahtır, sabrın ihlali anlamına gelmez. Şikayetçi olmak, itiraz etmek, yüksek sesle ağlamak, öfke ve küskünlük ise men edilmiştir. Bu (şikayet), bela karşılığında verilecek bedeli kaybederek çifte musibete uğramaktır; külliyen zarardır.
7. Bazen de başkasının yaptıkları yüzünden musibete uğrarız. Enfal Suresi 25. ayette şöyle buyurulmaktadır: “Ve bir de o fitneden korkunuz ki, içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz!”
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde “gemi örneğini” veriyor. Özetle diyor ki, bir geminin dibini delmeye çalışan kişiye engel olmazsanız bu, sadece kendisine değil, o gemideki herkese zarar verir. Demek ki yanlış bildiğimiz şeyi yapmamak yeterli değil, yapanı da uyarmak icap ediyor.
8. Peki ya böyle bir kötülüğe asla rıza göstermemiş, hatta uyarılarını yapmış, buna rağmen fitneye engel olamayanların yahut bu fitnelere engel olamayacak kadar küçük olduğu için sorumluluk taşımayan masumların suçu ne?
Evet; onların suçu yok. Fakat musibetin onları da kaplaması onlar için musibet değildir:
Bir çocuğun büluğ çağından önce ölmesi, bir yönden onun yaşamasından daha hayırlıdır. Sorgusuz sualsiz cennete girecektir. Hatta küçük yaşta vefat eden çocuklara, buna sabreden ana babaları için şefaat yetkisi verilecektir. Öte yandan İslâm alimlerinin pek çoğu, musibete sebep olan fitnede hiçbir dahli olmayan Müslümanların, deprem, sel, yangın, salgın hastalık.. gibi felaketlerde ölmesi halinde “şehit” sayılabileceği kanaatindedir.
9. “Allah (c.c) bir ümmete gadab ederse, fiyatlar artar, çarşı pazarı kesada uğrar (yani işler iyi gitmez,mal bulunmaz), aralarında fesad çoğalır ve iş başındakilerin zulmü artar. Bundan sonra zenginleri zekat vermez, baştakiler iyi idare etmez ve fukarası da namaz kılmaz olur.” (Ramuzel Ehadis sayfa 375, h.8)
O halde, işlerin yoluna girmesi, pahalılığın ortadan kalkması, idarecilerin zulmünün bitmesi için Allah’ın rızasını kazanmağa çalışmak lâzımdır. Allah’ın kızdığı işler yapılınca, Allah belâyı gönderir, düzen bozulur. Zenginler zekât vermez, fakirler ibadet etmez, idareciler zulmeder, iffet kalkar, rüşvet yaygınlaşır, haksızlık artar.
Onun için sık sık tevbe edelim. Allahın razı olduğu salih ameller işleyelim, Rabbül aleminin razı olmadığı hallerden uzak duralım. Allahu Tealâ Hazretleri bizi hem dünyada, hem âhirette, musîbetlerden, belâlardan, azablardan, korusun… Rahmetine erdirsin, Cennetiyle, cemâliyle müşerref kılsın… Amin