Prof. Dr. Sâdık Kemal Tural’ın telif ettiği 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 172 sayfalık eseri, her bir satırı ‘vecîze’ veya ‘mısrâ-ı berceste’ denilecek ölçüde; ‘Şiir Bahçesine Girmeyi Denemek’ başlıklı mükemmel bir metinle başlıyor:
Şiiri, mûsikîyi ve samîmi duâyı hayatlarına sokmayan insanlar, çekememezlik, öfke, kin ve hırs kuyusunda boğulur; bu tür anlayışların ve davranışların yaygınlaştığı kültürler çoraklaşır. Kişiler, gözleri ve mideleri dışındaki organlarının insanlaştırıcı enerjilerinden yararlanmayı öğrenemezlerse, iç ayna dediğimiz servetin gücünü ve işlevini kavrayamadan ölüp giderler. Duânın, mûsıkînin ve şiirin insanlaştırıcı iklimini; öğretmenin değer ve davranış kazandırıcılığını önemsemeyenler, çoraklaşmanın acılarını yaşayacaklardır.
Kültür tabakalarından birinde varlık kazanmış bulunan, bestelenmiş olanlardan mûsikîyle henüz buluşamamışlara kadar her türden nazımlar… Hem kendisi, hem tanıdıkları ve tanımadıkları için, affedilme, sağlık, iyilik, güzellik isteklerinin yansıdığı samîmi duâlar…
Gönül denilen ülkenin dağını, ovasını, pınarını, gölünü denizini, toprağını, suyunu, havasını titreten mûsikî… Bu üçlünün hem mensubiyet, hem erdem kazandırıcı yanlarının eğitimini ve öğretimini yapan ahlâklı öğreticiler… Zekâ bu dörtlü ile buluştuğunda, insanlaştırıcı eserler gerçekleşir. Halıya, kilime, keçeye, bakıra, gümüşe ve çiniye yansıyan güzellikler de, millî duyarlılığın ve zekânın nazımları değil mi? Hem söze hem diğer malzemelere yansıtılmış olan zekâ inceliklerinden oluşan üç bin yıllık estetik yönleri de zengin olan bir birikime sâhip olduğumuzu unutmayalım.
Mûsikî, şiir ve samîmi duânın ulaşmadığı zekâlar, kibre, hırsa, hasede ve isyana teslim olur. Şiirsiz, mûsikîsiz ve duâsız kalan zekâlar, kin, nefret ve yok etme başta olmak üzere çirkinleştirici enerjilerin etkileri yüzünden, beden ve ruh hastalıklarıyla boğuşurlar. Şiir, duâ, mûsikî ve öğretmen, beş duyuyu da, adını uzmanların bildiği duyu merkezlerini de enerjilendiren, empati yaparak kendileşmenin kapılarını açan olumlu uyarıcılardır.
Sevgi, şefkat, merhamet ile ihsan kavramlarına bağlı yöneliş ve davranışlar, Rabbin insanın yazılımına yerleştirdiği çiçeklendiren, meyvelendiren özelliklerdir. İlham ve feyz kapıları kilitli olmayanlar bu meyvelerin ve çiçeklerin bahçesine uğrarlar. Arpa ekenin buğday biçtiği, öfke ve kin ağaçları dikenin sevgi meyveleri topladığı görülmemiştir. Dil ve davranışa dökülmüş her ifâde parçası, onun sâhibi tarafından beklentilerinin karşılığını er geç görmüştür, görecek… Söze dökülenler ve yapılanlar gök kubbenin altında bir yerlerde kayıtlı olmayı sürdürmektedir, sürdürecek…
Gürül gürül akan çağlayanı andıran; üstün üslûplu bilgi dolu iç açıcı satırlar, kitabın sonraki sayfalarında, Fuzûlî’den renkler ve râyihalar sunarak devam ediyor:
Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak âdı var.
‘Şiir konulu sohbet’ başlıklı yazı şiir diyarıdır: Kul Himmet’ten,
Seyyah oldum şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkârımla okur-yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
İki elim gitmez oldu yüzümden
Ah ettikçe kan yaş gelir gözümden
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Bozuk şu dünyanın düzeni bozuk
Tükendi dâneler kalmadı azık
Yazıktır şu geçen ömüre yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Gene kırcalandı dağların başı
Durmadan akıyor gözümün yaşı
Verdiği emeği alıyor kişi
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kul Himmet Üstadım ummana dalam
Gidenler gelmedi bir haber alam
Abdal oldum çullar geydim bir zaman
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Ve akabinde Üstat Tural Hoca’dan şiir tahlilleri… Âşık Veysel’den, O’nu keşfeden Ahmet Kutsi Tecer’den, Tevfik Firket’ten ve diğer üstatlardan…
Ve sonra ‘şiir nedir, şâir kimdir?’ Sorularının cevapları…
İster şâir olsun, ister ozan…
Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın
Şâir sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!
Ve Tural Hoca’dan temyizi olmayan hüküm:
Şâirler ile kahramanlar yanmaktan ve yakılmaktan korkmayanlardır. Bir şâirin çığlığından akan enerjiye açıksanız, aydınlık yarınlara çıkabilmenin başkaları uğrunda yanabilmeyi göze alanlarla mümkün olduğunu benimsersiniz. Maraşlı Şeyhoğlu’nun, Bingöl Çobanları’nın trajedisini bir şâirden dinlemelisiniz. Serbestçe gezebileceğiniz bir gizli Belde’nin bulunduğunu size bir şâir söyleyebilir.
Türkçenin bugün cihanda bir yeri varsa, bunu şâirlere borçluyuz. Gelecek kuşaklar da borçlu. En gençleri de dâhil kalbimize şiirin olgunlaştırdığı uyarılar gönderen, Türkçeyi bizim kadar seven, hüznümüze derdimize ve sevincimize aracı olan insanlar bizden alacaklıdır.
Yüreklere ferahlık veren, gönüllere sevda çiçeklerinin tohumlarını serpiştiren şölen bitmedi…
Prof. Dr. Sâdık Kemal Tural’la yapılan; Lütfü Parlak’ın, ‘Şiirle İlgili Bir Mülâkat’; / Ayşe Öztekin’in; ‘Şiir, Şiirde Ses ve Ölçü Üzerine Söyleşi’ / Özgen Gürbüz’ün “Şiir ve Mûsıkînin ‘Yoldaşlığı’ Üzerine Sorular” başlıklı röportajların her biri tam ve mükemmel birer bilgi hazinesidir.
Eserin son metni; Prof. Dr. Sâdık Kemal Tural’ın dolaylı olarak ‘Kayınpederi’ sayılabilecek olan; İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın aziz ruhuna ithafıdır.
Merhum İnal; ‘Hoş Sadâ; ‘Son Asır Türk Şâirleri’, ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar’ ve ‘Son Hattatlar’ isimli 4 adet muhteşem eserin müellifidir. Bunların dışında her biri çok değerli 20’den fazla eser kaleme almıştır. Aziz ve necip milletimizin yetiştirdiği bu zat-ı muhteşem’i; en büyük iki edibimiz Süleyman Nazif ve Yahya Kemal Beyatlı;
Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
beyti ile târif etmişlerdir.
SIRRINI ANLAYABİLSEYDİM
Hoş Sadâ yazarı Ibnülemin Mahmut Kemal’in ruhuna
Seni tanıtmak, tanımlamak isteyen her ifâde, ya eksik ya basit. Sana ait güzelliğin hikmet bilgisi, nebilere, resullere verilmiş.
RAB bilir seninle ilgili ‘sırlı hikmet’i, bizim sözümüz câhil cesâreti.
SEN Hâlık’ın ‘ol’ emrinin sır’lı hikmetlerindensin. İns ve cin’i halkeden, ruh denilen sırrı eğiten Rab, güzelliğinle ilgili olarak, hem Mikayil’i, hem Aynail’i, hem İsrafil’i görevlendirmiş desem, Gafîr ve Tevvab olan tarafından bağışlanır mıyım?
SEN insan gibi, bâzen insandan daha etkili olan bir ‘ahsen-i takvim’sin. Sen güzel değil, güzellik beldesisin. Sen varlıkların, ölümün, hissin ve hayâlin gölgesisin.
Varlıklar, senin türlü türlü hallerin, farklı şiddetlerin ve başka başka etkilerin olduğunu seziyor, biliyorlar. Deliler veya ölüler dışında senin sarsmadığın varlık yok…
SENin canlı olduğunu ve canının nasıl bir özel enerji taşıdığını bilmeyen ve anlayamayan câhildir, lâkin bilenler de söylemeye râzı değil.
SEN, bebeklikten toprak altına yerleştiğimiz âna kadar kulağımızdan girebilen ve her girdiğinde, gözleri nemlendiren, burnun direğini sızlatan, dilin kelimelerle buluşmasına yol açan İlahî güzellikten bir ‘im’sin. Çocuklar, ergenler ve kendi çirkin öfkesinin fotoğrafını çekmek için beş dakikası bulunmayan orta yaşlılar; hoş nedir, güzel nasıl bir bütünlüktür, ulvî olan hangi türden sarsıcıdır sorularına cevap veremezler. Aklını, duygusunu, hayalini, zevkini hoş, güzel, ulvî olanla dengelice ve serbsestçe buluşturup seviştiremeyenlerin SENin sırrını araması, bulması mümkün değil. Sen nasıl bir sırsın?
Gürültü değil, çirkin veya bayağı yahut tâciz eden, huzursuzluk veyahut rahatsızlık veren sesler değil, öte ile beri arasındaki iletişime ait sırlara aracılık eden, tabiatten, insandan, sazlardan gelen sesler… Bu türden sesleri işiten, arayan bulan, bütünleşen kulaklar… Rabbin eğitim araçlarından biri de, güzel ve ulvî ses değil mi? Vecd denilen, istiğrak denilen konum, SENin İlahî sırra hizmetinden doğan bir tür esrüklük değil mi?
Şiddeti, tınısı, frekansı, mekânı ve zamanı farklı sesleri işitebilen anlamını taşıyan Es-Semi’u adı, ‘El-Muktediyr’in ‘esmâ’sındandır. Semâ’ veya semah… Bütün vücudu kulak kesilerek İlâhî çağrıları işitmek niyet ve çabasıyla kanatlanmanın eşiğine ulaşıp kendinden geçirdiklerin, semâ’ ve semahlarla arınıyorlar. Kamu bilir kendi yüreğinde senin ne etkiler yaptığını… Sen, kamudan seçtiklerini vecd’e taşıyan selsin, depremsin. Çoraklaşmış bedenlere, çölleşmiş ruhlara muhabbet, şefkat, merhamet ve ümid, hattâ vecd ekip ağaçlarla, çiçeklerle bezeyensin.
SEN büyük patlama’yla oluşan hikmetten doğan teksir’in tek şahidi, ışığın kardeşisin. SEN hücre hücre ses, sen toprağa ve topraktan gelene hükmeden nefes, sen suyu dalgalandıransın, gökte bâki kalansın. Senin uyarın işlevin İsrafilin Sûr’a üflemesiyle diriliş emri, haşr çağrısı boyutuyla yankılanacakmış. Sen özel ve ulvî mesajınla toprak olmuş varlıklara işlevlerini hatırlatansın.
SEN, sevgilerle doğar, büyür, dertlerle, gamlarla, özlemlerle çâresizliklerle, arzularla beslenir, çığlıklanırsın. Mutluluk sevinç neler ettirir neler. Dâvetlerine kulak verenler –kendimce- katılmak isterler, eritip kalıplara dökensin, aklı sıkı sıkıya bağlayıp sürüyerek çekensin. Sen bir dil’sin desem, eksik ifadedir; diller üstü bir iletişimsin.
Sen, en güzel kokuları sürünmüşsün, en gizleyici güzellikleri sen bürünmüşsün. Bezeklerinle, süslerinle bu dünyada en güzel sensin, varlıkların kıskandığı ahsen’sin.
SEN tutuşan, tutuşturansın, gençleştiren, kocaltansın. SEN türkülerle yıkanan, şarkılarla durulanansın. SEN severek arayan, aranan, alan, alınan, bulunansın; edeble, hassasiyetle, samîmiyetle elele tutuşulan, sığ olanı aşan, derinlerdeki söylenmezleri paylaşılansın. İklimine girenleri yüreklere dokunan sololara eşlik ettiren, gönüllerdeki küllenmiş ateşleri harlandıransın.
SEN buruk akşamlar, hülyalı geceler, özlemlerle gelen tansın, duygunun koynunda yatansın, çoğalan, çoğaltansın.
Senin sırrının kırıntısına razıyım. Melâlin, hüznün yansıdığı cilvenin vurgunlarındanım. Senin sırrını öğrenmeyi heves etmek sanırım yasak değil. Sen, köylüsü, şehirlisi, câhili, bilgini, genci, yaşlısı kısacası gönül sâhibi herkesi bir ritmin etkisiyle yakalayıp kendine göre bir iklimde bulunmasına sebep olansın. Sen, yaşanan güzelliksin anlatılabilen değil.
SEN, sesin ve sazın Hünkârısın. Mevki, makam, düzen, hükmettiğin mülkündür. Ruhlar, sevincin, mutluluğun, üzüntünün medd ü cezrini seninle yaşarlar, bedenin her parçası SEN ne dersen ona uyarlar. Sırlarının birine akış, yürüyüş veya kıvam diyeyim; sendeki kıvam, âhenkli, ölçülü, etkili uyumdur.
Adın da sır; kökeni, anlamı ve milliyeti üzerinde çok söz edilmiş, ama yine de aydınlık değil… SEN diyegeldim, artık söyleyeyim: Ey sırlar hâzinesi Mûsıkî, kapının önlerindeyim. Haketmediğim için hâzinene girmeyi denemem; kapında sadık kulum, içeriye gelemem. Anlayabilseydim ezgilerin sırrını, insanın sırrını da anlayanlardan olur muydum, bilemem. 18.08.2020 (Özettir.)
Prof. Dr. SÂDIK KEMAL TURAL 7 Temmuz 1946) târihimde Kırıkkale’de dünyaya geldi. Hacettepe Üniversitesinde edebiyat doktoru (1977), doçent (1983) ve profesör (1988) oldu. 1989 yılında Gazi Üniversitesine geçti. 1993-2001 yıllarında Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı görevini üstlendi. Kadrosu üniversiteden alınarak Başbakan’a bağlı Atatürk Kültür, Dil ve Târih Yüksek Kurumu başkanlığına tâyin edildi. Eylül 2000 – Nisan 2009 târihlerinde Atatürk Yüksek Kurumu başkanlığını yaptı. Yurt dışındayken görevden alındı, Mayıs 2009 – 1 Mart 2011 târihleri arasında Başbakanlık müşâviri Unvanını taşıyıp emekli oldu. Çeşitli millî ve milletlerarası kuruluşların ödüllerine lâyık görüldü. Çeşitli kitap ve dergilerde 400’e yakın makale, deneme, takriz/sunuş, konuşma ve söyleşi metni yer almıştır. Sadık Tural merhum babası Kemal Tural’a olan düşkünlüğünden dolayı 1969-1973 yıllarında Sadık Kemaloğlu imzasını kullanmış, sonraki yıllarda Sadık K. Tural ve Sadık Kemal Tural imzalarını kullanagelmiştir. Sadık K. Tural’ın ortaklaşa yapılmış yayınlar dışındaki kitapları: Türkçe Kompozisyon 1, 2 (1976); Zamanın Elinden Tutmak (1983; 6.bs., 2006); Edebiyat Bilimine Katkılar 1, (1993); 3. bs., 2015); Edebiyat Bilimine Katkılar 2 (basım aşamasında); Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler (1988, 2. bs., 1992); Sorulara Cevaplar 1 (Târih-Eğitim-Kültür), (1992; 5. bs., 2018); Sorulara Cevaplar 2 (Sanat-Edebiyat- Dil) (2018, 2019); İlmek’e Yansıyan Şiir: Halı, Kilim (1999); Şahsiyetler ve Eserler (1993; 2. bs., 2006); Bilgelerin Yolunda (1998; 5. bs., 2018); Târihten Destana Akan Duyarlılık (1998; 5.bs., 2006); Ermeni Meselesine Dâir (2001; 2. bs., 2008); Şiir İkliminde Birkaç Saat (2022); Yüzyıla Damgasını Vuran Önder: Atatürk (2015; 2. bs., 2018; 3.bs. 2022). (Ayrıca Azerbaycan Atatürk Merkezi tarafından bu kitabın bir kısmı Baku’da Azerbaycan Türkçesiyle 2018 yılında basıldı.) |