Senin Yaşamın

103

I.

Yaşadığın Yer Kadarsın…

Popülist kültürle kendini yetiştiren ve özellikle bu kültürsüz kültürle hayatı yaşamayı bir beceri sanan kişi mutlaka karşısındaki insana güvenmeyecek ve asla güven salık veremeyecektir. 

Duyu eğitimlerini bir kenara itip bu eğitimi dizi senaristlerinin sihirli ellerine bırakan her birey mutlak boşluk yaşayacaktır. Her senarist vermek isteği mesajı görsel alana döküp sahneleme ile kişinin beynine kazıma amaçlısıdır. Kendine özgüveni olmayan ( bunu kazanmak için hiçbir düşünceye bürünmeyen) kişi ve kişiler söz haklarının ellerinden alındığını düşünüp karakter değişimi yaşarlar. Bu karakter değişimi ise sonu olmayan -ya da biraz daha duygusal bir cümle ile- çıkışı gerçekten çok zor olan çetrefilli bir yola girmektir.

Bu yolda olmalarının yegâne sebebi ise; yaşam süreçlerini kendisi gibi yaratılmış olan bir senaristin parmaklarına bırakmalarıdır. Yani cüz’i iradelerini dahi tabiri caizse karşılıklı satmalarıdır. Ne de olsa her durumda bir menfaat söz konusu ve bir enaniyet okşanması muhakkak…

Buraya kadar yazdığım her cümle; kişilerin yaşadıkları yer kadar düşünmelerinin bir alt tezahürüdür.

Sözünü etmek istediğim; kişinin kendi hayatına kendinden bir şeyler katamadığı sürece nasıl rahat olabildiği ve bu rahatlığın nasıl kendisini rahatsız etmediği meselesidir.

Her şeyini bir başka elin maharetlerine bırakan, her durumunu bir başkasının iki dudağı arasına sıkıştıran, her isteğini bir başkasının gözlerinde görmek isteyen kişi sizce nasıl kendisi olabilir?

II.

Yaşadığın Yer Kalbindir…

Boşluğun remzidir ön yargılarımız. Her kavgaya kulp bulan şizofren biri için vazgeçilmez sığınaktır. Çünkü o yaşadığı yer kadar düşünür. Görüntüye bakıp arkasındakini merak etmeyenler, resme dalıp resmin gerisinde “ne var acaba” diye düşünmeyenler, zahire aldanıp batını hissetmeyenler yaşanılan yeri sadece mekânla tasavvur edip cümleyi öylece anlamış olabilirler. Ve fakat asıl olan insanın yaşadığı yer kalbidir ve haliyle düşünceleridir.

Kim istemez ki düşüncelerimle yaşayayım ve yalnız öleyim.

Ölmeden önce hesaba çekmek kendisini kişinin, hesaba çekilmeden önce hesaba çekmesi kendisini kişinin huzurlu ve tereddütler içinde kalmadan yaşayacağı bir hayatın tek reçetesidir.

Kalp öyle bir haslet ve öyle bir hasletle bezeli ki kişi onu anlamak ve ona söz geçirmek için ahlakı dışarıda bırakan her türlü ülküyü terk etmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyeti kendisinde hissetmeyen toplumun ise halleri gözler önündedir.

III.

Yersiz Yaşamlar…

Uzunca bir yolculuğum ” hastayım sana ey hayat!” duvar yazılı bir yolculukta sürüklendi. O kadar dert varken kim düşünmek isterdi ki ; “bu hayatın neresine hasta olmalı?”

Ya hayatın kendisi hastalıklıdır ya da kişi hastadır böyle bir düşünceye sahip olabilmek için…

Hesap etmeden soluk almak hesapsız bir faturayı önümüze koyar. Ne de olsa yersiz bir yaşamın tek sonucudur bu fatura.

Her şey o kadar basit/ her şey o kadar girift/ her şey o kadar sıkıcı ki… Hep muhalif mi kalmak yoksa kimileri gibi sürekli biat edip sorgulamadan mı sürdürmek bu sıkıcılığı…

Ya da ya da… Gibi sürekli ikilemler ve sürekli tereddütler içinde ve -ya daların arasında mı yaşamak istersin?

Yersiz yaşamlar bu tuzağa basitçe aldanıp kuyuya düşecektir. Kuyudan kendisini bir kervanın kurtarmasını beklerse kendi bilir…

En iyisi yerimizi bilip yaşamaktır ki yersiz kalmayalım…