Yazı sanatlarından edebiyatın, bir kardeşi mûsikî ise, diğer kardeşi târihtir. Târih yazarlarının çoğu, aynı zamanda edebiyat sâhasında başarılıdırlar. Târihî Türkçeyi kusursuz kullanabilenlerin makaleleri ve kitapları büyük bir zevkle okunur.
‘Şehsüvâr-ı Cihângîr / Fâtihnâme‘ böyle bir eser.
Eserin yazarı Turgut Güler, Merhum Ahmet Kabaklı Hocamızın rahle-i tedrisinde yetişmiş, Nihat Sâmi Banarlı’dan üslûp tevârüs etmiş güzide bir kalem erbâbıdır. Bu özelliğini, kitabın kapağını açmadan keşfetmek mümkün olabiliyor.
Türkçenin zerâfeti, uzun hecelerin yazıda ‘^’ işâreti ile belirtilmesi, okuyanın da düzgün bir telaffuzla uzun hecelerin hakkını vermesiyle ortaya çıkar. Türkçeyi bu şekilde dinlemek insana, klasik mûsikîmizin gönüllere ferahlık veren melodilerini dinlemek kadar haz verir. O hazzı, Enderunî Vâsıf’ın, enfes şiirini, aruz veznini bilen şiir okuyucusundan dinlerken de hissetmek mümkündür. Kelimeler, dere yatağından taşlara çarparak âheste âheste ilerleyen su sesi gibi kulakları okşar:
O gül endâm, bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün.
Yürüyen, yerleri anne şefkatiyle okşayarak giden sevgilinin harmâniyesinin etekleri ile birlikte hecelerdir, kelimelerdir.
Nedim’in mısralarında da aynı hazzı bulmak mümkün:
Mest-i nâzım kim büyüttü böyle bî-pervâ seni,
Kim yetiştirdi bu gûnâ servden bâlâ seni?
Fâtihnâme, kelimelerin sayfalar boyunca bediîyatla ülfet ettiği bir kitap.
Doyumsuz edebî hazlar, Mehdi Ergüzel’in ‘Fâtihnâme-i Turgut Güler‘ başlıklı takriz yazısı ile başlıyor, Turgut Güler’in ‘Birkaç Söz‘ başlıklı girizgâhı ile devam ediyor. Anlıyorsunuz ki kelimeleri kumpasla ölçüp, kuyumcu terâzisinde tarttıktan sonra titizlikle yan yana dizip mısra-ı bercesteler sunan bir kalem erbâbının misâfirisiniz.
Yazar da biliyor: Soyunun iftihar kaynağı, Türk milletinin yetiştirdiği Cihâna değer yüce Sultânı Fâtih Sultan Mehmed Hân’ı anlatacaktır. O’nu, temelinde İslam bulunan Türk kültürü ile bütünleşmiş en mükemmel Türkçe ile anlatmak lâzımdır.
Şu satırlara bir bakar mısınız?
Feridüddin Attâr’ın, Nîşâpûr’da, Bahâeddin Veled’le oğlu Celâleddin (Mevlânâ) hakkında söylediği “Fesübhânallah! Bir ırmak, peşine bir ummanı takmış, gidiyor…” cümlesi, Sultan Murâd-ı Sânî ile oğlu Mehmed için rahatlıkla tekrarlanabilir. Her iki hâlde de, babalar ırmak, oğullar okyanus enginliğinde selâm veriyorlar. Mevlânâ ve Fâtih Sultan Mehmed okyanusları, Mutahhara Hâtûn vasıtasıyla vuslata ermiş, taşıdıkları irsî ve manevî hamûleyi birleştirmişlerdi. Mutahhara, Mevlânâ’nın torunu idi. O’nun kızı Devlet Hâtûn da, Yıldırım Bâyezîd’in “devletlû” hanımı olmuştu. Fâtih’in dedesi Çelebî Mehmed, Devlet Hâtûn’un oğlu, Mutahhara Hâtûn’un torunu sıfatlarıyla, Yıldırım Bâyezîd’in sulbüne kayıt yaptırmıştı. Mehmed gibi, diğer Yıldırımoğulları da hep “Çelebî” unvanıyla anıldılar. Mevlânâ’dan mülhem “Çalab“a mensubiyetin, “Çelebilik” aşısında herhalde büyük hissesi bulunuyordu. Konya’daki “Kubbe-i Had-râ” ile Bursa’daki “Yeşil Türbe” ve “Yeşil Cami“, aynı okyanus dalgası ile kıyıya taşınmış görünüyorlardı. “Yeşil “, zaman içinde Bursa’da bir semt bilinmenin ötesinde, şehrin tamâmına hem renk, hem de sıfat olacaktır.
Bursa’nın rûhâniyetini, hiç bozmadan Edirne’ye taşıyanlar da, yine aynı tennûre açılışlarıdır. Sultan Murâd-ı Hudâvendigâr’ın yadigârı olan Edirne; Süleyman, Mûsâ ve Mehmed Çelebilerin saltanat ipini çekiştirdikleri bulanık su çağını atlatınca, yine Meriç’in, Tunca’nın çağıldayan ferah seslerine teslîm oldu. Sultan İkinci Murâd Hân’ın nûr-ı aynı Mehmed, işte böyle bir sükûna ermiş Edirne’de, 30 Mart 1432 (27 Receb 835) Pazar günü, sabaha karşı, Hümâ Hâtûn’dan Dünyâ’ya geldi.
Ve devam ediyor:
Fâtih Sultan Mehmed’in, hepsi ayrı birer şahikaya yükselmiş meziyetleri, elbette O’nun fıtrattan getirdiği kaabiliyetleridir. Ancak, Şehzade Mehmed’in, “Fâtih Sultan Mehmed” olup Dünyâ sahnesinde nice “en‘lere elbise biçmesinde, babası Sultan Murâd’ın hürmetli duruşunu, ayrı bir yere koymak lâzımdır. “Fâtih ‘çağ’layanı”nın kaynak yerinde, Murâd-ı Sânî’nin babalık menbâı lüle lüle akmaktadır.
Sultan İkinci Murâd Hân’ın, Varna ve İkinci Kosova zaferleriyle taçlanan siyâsî icraatı yanında, hiç ihmâl edilmeyecek bir kültür hamlesi bulunmaktadır. O’nun saltanat dönemini, Türk kültürü ve san’atı açısından değerlendiren otoriteler, “Türk Rönesansı ” dedikleri bir hareketin orkestra şefi makamında, Murâd Hân Gâzî’yi görmektedirler. Bahsedilen kendine dönme ve aslını arama rüzgârı, bilhassa Türkçeyi anlaşılır biçimde yazmak, konuşmak gayesiyle esiyordu. Sultan Murâd’daki bu öz dil şuuru, kendisini Kâşgarlı Mahmûd, Âşık Paşa, Ali Şîr Nevâî, İsmail Gaspıralı, Ziyâ Gökalp, Ömer Seyfeddin isimleriyle kulaç atarken resme dâhil ediyor.
Dikkat buyurunuz! Eserin henüz girişindesiniz. Kısacık ‘bir hâne sultâniyegâh peşrev‘ değildir dinlediğiniz. Mevlevî âyinlerinde olduğu gibi pek çok makamları dolaşan, usuller arasında gezinen başlı başına bir eser husûsiyetine sâhip girizgâhtır. Ve… Topkapı Sarayı’nda Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılan Bâb-ı Hümâyun’dan girer gibi ana bölüme dâhil olunuyor.
* * *
“Milâdî 1432 yılının Mi’râc Kandili, 29 Mart’ı 30 Mart’a, 26 Receb 835 Cumartesi gününü 27 Receb 835 Pazar’a bağlayan gece idrâk edilmişti. Edirne’deki Saray’ında, o kutlu geceyi ibâdete hasrederek geçiren Sultan Murâd Hân-ı Sânî, bir tarafıdan da, kulağı kapıdan girecek muştucuda olarak, kıldığı sabah namazının ardından, önündeki rahleye koyduğu Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvet ediyordu. Sultan Murâd’ın muradı, başladığı Allah kelâmı bölümünü, Fetih Sûre-i Celîlesi ile bitirmekti. Bu maksatla, 26. cüz’ün başından aldığı kıraati, kendi sesini duyacak şekilde sürdürüyordu. Câsiye ve Ahkâf sûrelerini tamamlamış, “Besmele” çekerek “Muhammed” Sûresi’ne başlamak üzereydi ki, beklediği haberci kapıdan girdi. Rahleden başını kaldıran Sultan Murâd Hân, pencereden süzülmeye başlayan ilk tan ağarması ışıklarıyla parlayan gözlerini, muştuyu getiren Harem Ağası’na çevirdi. Pâdişâh’ın hanımlarından Hümâ Hâtûn, o gece doğum sancıları çekmeye başlamıştı. Saray sağlık ekibinin verdiği bilgilere göre, doğum ân mes’elesiydi. Mi’râc gecesinin sabahına ulaştığı o müstesna dakikalarda, içinde hissettiği “Muhammedî ” ferahlık, rahle üzerinde açık duran Kur’ân sahîfesinde de okunuyordu. Muhammed Sûresi’nin ilk iki âyeti, Sultan Murâd’ın hâlet-i rûhîyesine ne güzel tercüman oluyordu: “Ellezîne keferû ve saddû an sebîli’llâhi edalle a’mâlehüm. / Vellezîne âmenû ve amilü’s-sâlihâti ve âmenû bimâ nuzzile alâ Muhammedin ve hüve’l-hakku mi’r-rabbihim. Keffera anhüm seyyiâtihim ve asleha bâlehüm. / İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini, Allah, boşa çıkarmıştır. / îmân edip yararlı işler yapanların, Rab’leri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların günâhlarını, Allah örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.” Harem Ağası’nın ağzından dökülen cümle, Sultan Murâd Hân’ın, Mi’râc gecesi sabahında girdiği aydınlık iklimi, daha güçlü ışık demetleriyle kuşattı: “Sultân’ım, gözünüz aydın!. Bir oğlunuz oldu. Sulb-i Hümâyûn’uzdan bir şehzadeniz tevellüd eyledi. Allah, hepimize onun uzun ömrünü göstersin, size ve devletimize bağışlasın. Emir, ferman Pâdişâh’ımındır…”
Mehemmed b. Murād Hān muzaffer dā‘imā unvânını taşımak kolay değildir. Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri Peygamber muştusu yüce unvânı da, kutlu ismi de 49 yıllık hayatı boyunca şanla ve şerefle üzerine toz bile kondurmadan taşımıştır.
‘Şehsüvâr-ı Cihângîr / FÂTİHNÂME’ şanlarla şereflerle geçen muzaffer bir hayatı, üst derece muvaffakıyetle hikâye etmektedir.
13,5 X 21 santim ölçülerinde, 656 sayfalık eser, Kasım 2015’te yayınlandı.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT:
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr e-posta: otuken@otuken.com.tr
TURGUT GÜLER:
1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçesine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Ailesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar Nazilli Lisesi’ne devam ettikten sonra, Nazilli Öğretmen Okulu’na girdi. Bu okulun ikinci sınıfını bitirdiği 1968 yılında, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi’ne kaydoldu. 1969-1973 yılları arasında, Yüksek Öğretmen Okulu hesabına, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü’nde tahsil gördü.
İstanbul Çapa’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun Kompozisyon ve Diksiyon Hocası olan Ahmet Kabaklı’nın başkanlığında kurulan Türkiye Edebiyat Cemiyeti’nde, bilâhare bu cemiyetin yayınladığı Türk Edebiyatı Dergisi’nde vazife aldı. Bir tarafdan üniversite tahsiline devam etti, bir yandan da bahsi geçen derginin “mutfak” tâbir edilen hazırlık işlerinde çalıştı. Metin Nuri Samancı’dan sonra da ikinci yazı işleri müdürü oldu (Mart 1973, 15. Sayı). Bu dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.
1973 Haziranında üniversiteyi bitirdiğinde, Malatya Mustafa Kemâl Kız Öğretmen Lisesi târih öğretmenliğine tâyin edildi. Ahmet Kabaklı’nın arzusu ile bu görevine başlamadı ve İstanbul’da kaldı, Türk Edebiyatı Dergisi’ndeki mesâiyi sürdürdü. 1975 yılında hem Edebiyat Cemiyeti (Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye kelimesi kaldırılmıştı), hem de Türk Edebiyatı Dergisi, maddî sıkıntılar yaşadı, dergi yayınına ara verdi. Bunun üzerine, resmî vazife isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı’na müracaat etti.
Van Alparslan Öğretmen Lisesi’nde başlayan târih öğretmenliği, Mardin, Kütahya ve Aydın’ın muhtelif okullarında devam etti. 1984 yılında açılan Aydın Anadolu Lisesi’nin müdürlüğüne getirildi. 1992’de, okulun yeni binasıyla beraber adı da değişti ve Adnan Menderes Anadolu Lisesi oldu. Bu vazifede iken, 1999 Ağustosunda emekliye ayrıldı. 2000-2012 yılları arasında, İstanbul’da, Altan Deliorman’a âit Bayrak Basım-Yayım-Tanıtım’da, yazı ve yayın çalışmalarına katıldı. Yine Altan Deliorman’ın çıkardığı Orkun Dergisi’nde, kendi adı ve müsteâr isimlerle (Yahya Bâlî, Husrev Budin, Ertuğrul Söğütlü) yazılar yazdı. İki kızı var.
Yayımlanmış Eserleri: *Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler: (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014); *Takı Taluy Takı Müren / Daha Deniz Daha Irmak: (Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2014); *Cihangir Tûğlar-Selîmnâme: (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014); *Ejderlerin Beklediği Hazîne: (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015); Şehsüvâr-ı Cihângîr / Fâtihnâme: (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015).
KUŞBAKIŞI:
ÇANAKKALE CEPHESİ’NDE DUYUP DÜŞÜNDÜKLERİM:
Dr. Yusuf Sağır tarafından Türkçeye çevrilen 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde 32 sayfalık kitap, Çanakkale Cephesi’ni görmek üzere, harp devam ederken Suriye, Filistin ve Lübnan’dan dâvet edilen, müftü, kadı, ilim adamları ve gazete sâhiplerinden meydana gelen heyete mihmandarlık eden din âlimi Üryânîzâde Ali Vahid tarafından telif edilmiştir.
Kitabın adından da anlaşılacağı üzere Ali Vahid Efendi, Çanakkale Savaşı’nda gördüklerini ve hissettiklerini anlatıyor. Gerek üslûbu gerekse verdiği mâlûmat bakımından okunmaya değer bir kitap.
YAZAR YAYINLARI:
Müdafa Caddesi Nu: 10 Müdafa Apartmanı Kat: 7, Daire: 13 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.212-417 34 72
Belgegeçer: 0.212-232 05 71 e-posta. yazar@yazaryayinlari.com // www.yazaryayinlari.com
BAMSI BEYREK:
Dede Korkut destanlarının kahramanları, iyiliği ve doğruluğu öğütler. Güçsüzlerin, çâresizlerin, her zaman yanındadır. Hile-hurda bilmezler, tok sözlü, sözlerinin eridirler. Türk milletinin birlik ve beraberliğini, millî dayanışmayı, el ele tutuşmayı telkin eder.
Yüzyıllar boyu, heyecanla okunan bu eserdeki destanlar, Doğu ve Orta Anadolu’da, çeşitli varyantları ile yaşamıştır. Anadolu’nun birçok bölgelerinde, halk arasında söylenen, kuşaktan kuşağa aktarılan hikâye ve destanlarda Dede Korkut’un izleri ve büyük etkileri vardır.
Millî Destanımızın ana kaynağı olan Dede Korkut Kitabı’ndan faydalanılarak Serdar Demircan tarafından çizgi roman hâline getirilen eser, 14 X 20 santim ölçülerinde parlak kuşe kâğıda basılı 32 sayfa olarak 2014 yılında yayınlandı.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
1-MASALDAN GERÇEĞE LÂLE DEVRİ: Mustafa Armağan / Timaş Yayınları
2- MİZANCI MURAD BEY: Birol Emil. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış.
3- SELÇUKLU KİMLİĞİ / Bizans 1909 İSTANBUL DÜŞTÜ / PARVUS’UN ASKERLERİ:
Burak Turna’nın yazdığı kitap, 14 X 20 santim ölçülerinde, 240 sayfadır. 2014 yılında yayınlanmıştır.
1909 İstanbul Düştü – Parvusun Askerleri, Türk tarihinin çok sıkıntılı bir dönemini ve sonrasındaki gelişmeleri konu alıyor ve unutulmuş bir tarihi anlatıyor.
Hedeflerine ulaşanların titizlikle sakladığı karanlık ve kanlı bir savaş ve sonrasında hâfızalardan, resimlerden, şarkılardan ve kitaplardan silinmiş gerçekler…
İki bin yıllık devlet mirasının engelleyemediği ve Abdülhamidin siyasî dehâsının öngöremediği, ustaca gizlenmiş bir tuzak, batının Osmanlıyı yok etme planı…
1909 İstanbul Düştü, yakın tarihimizi alışılmışın dışında ve sürükleyici bir tarzda ele alıyor ve tamamen farklı hakikatleri gözler önüne seriyor.
YAZIGEN YAYINEVİ: Çatalçeşme Sokağı Nu: 72 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-522 54 49 Belgegeçer: 0.212-544 72 09 e-posta: bilgi@yazıgen.com internet: www.yazıgen.com
KISA KISA / KISA KISA…
Tarih Yazımında Öteki Selçuklu Kimliği: Âdem Tülüce. Selenge Yayınları.
4- YAZMA HİKÂYELERİ: Duran Boz. Hangar Kitap.
5-İDAMLARIN İÇYÜZÜ (A. Menderes, F.R. Zorlu, H. Polatkan). Süleyman Kocabaş. Vatan Yayıncılık.