İnsanlığın en eski ve en temel kaygılarından biri, yaşama dair
sahip olduğu bilgi ve beceri birikimini değerli bir miras olarak gelecek
nesillere aktarmak istemesidir.
İstanbul Arkeoloji Müzesinde Sümerler zamanından bir
öğrencinin günlük şeklinde yazdığı kil tabletin altındaki çevirisini okuyunca
önce istemsizce gülümsediğimi hatırlıyorum. Sonra ise nerede yanlış yaptığımızı
anlar gibi oldum.
Tablette: “Öğretmen yazımın güzel olmadığını söyledi ve bana
vurdu.” yazıyordu.
Binlerce yıl önce yaşanmış olması muhtemel bu sahnenin benzerlerine
çoğumuzun -en azından öğrencilik yıllarımızda- çok ta yabancı olmadığımız bir
gerçek.
Kabaca kitle iletişim araçları dediğimiz nimetler icat
edilmeden önce, binlerce yıl, bir çocuğun yaşama dair öğrenmesi gereken her
şeyi aile büyüklerinden özellikle dededen, nineden sonra anne babadan öğrenmek
zorunda olduğunu biliyoruz. Avcılık, toplayıcılık, savaş, ev işleri, alet
kullanma, tarım ve bilinmeyenden korunma gibi akla gelebilecek her türlü
“yaşamsal” bilginin kaynağı aile büyükleriydi. Bu yüzden aile büyüklerine yaşlarıyla
orantılı saygı duymak ve onların önünde diz çökmek adeta yaşamsal gereklilikti.
Zamanla hem iş kollarının farklı sınıflara ayrılması hem de
bilgi birikiminin artıp şubelere ayrılması sebebiyle farklı alanlarda farklı
aileler uzmanlaşmaya başladı. Böylece toplumda meslekler oluştu diyebiliriz. Bu
meslekler genelde nesilden nesile aktarıldı. Bunun dışında sadece öğretmeyi iş
edinen bir meslek grubu da ortaya çıktı. Reform ve Rönesans hareketlerine kadar
din adamlığı ile öğretmenlik tek elden ve aynı kurum üzerinden yapıldı.
Günümüzde birçok ülkede hala bu uygulama devam etmektedir.
Fransız İhtilalinin getirdiği ulus devlet yapısı ve İngiliz
devriminin bir sonucu olan sanayileşme ile hem ulusun sadık bireylere hem de
endüstrinin belirli makineleri kullanmakta uzmanlaşmış çalışanlara ihtiyacı
ortaya çıktı. Prusya eğitim modeli de bu ihtiyaçlara en iyi çözümleri üreten
bir anlayış olarak ortaya çıktı. Bu anlayış yaklaşık 300 yıldır tüm dünyada
yaygın bir şekilde ve adeta bir din gibi günümüze kadar kabul gördü ve
uygulandı.
Şöyle diyordu Prusyalı felsefeci ve siyaset kuramcısı Johan
Gottlieb Fichte:
“Bir insanı etkilemek istiyorsanız onunla yalnızca
konuşmaktan fazlasını yapmanız gerekir. Onu “biçimlendirmeniz” gerekir. Öyle
bir biçimlendirmelisiniz ki, istemesini istediğiniz şeyler dışında bir şey
isteyemesin.”
Onun soydaşı ve kafiyeli soy isme sahip Nietzsche ise:
“Öğretmen çekiç gibi olmalıdır.” diyerek; öğrenciyi
yontularak “insana” benzetilmesi gereken bir taşa benzetiyordu. Haliyle
öğretmen olabildiğince disiplinli yani “sert” olmak zorundaydı. Eski
filmlerdeki Alman mürebbiyeyi hatırlayın.
Bu yaygın yöntemde temel amaç: Öncelikle gelişen endüstrinin
çarkları arasındaki boşlukları dolduracak düzeyde asgari bilgi ve beceriler ile
donatılmış, şehirde oturmasını kalkmasını, konuşmasını susmasını -susmak çok
önemli- bilen, yöneticilere dolayısıyla onların kolluk kuvvetlerine zorluk
çıkarmayacak ve isyan etmeyecek, evinden işine işinden evine gidecek, etliye
sütlüye karışmayan “iyi vatandaşlar” yetiştirmektir. (Bkz. MİLLİ EĞİTİM TEMEL
KANUNU)
Bu amaçlara en uygun şekilde yapılan faaliyetlere eğitim adı
verildi. Yapılan bu faaliyetleri daha etkin, yaygın ve yaşam boyu devam
ettirmek adına din, spor, sanat ve medyanın eğitime ciddi katkıları oldu.
Günümüze kadar süregelen ve maalesef günümüzde devam eden
“eğitim” çalışmalarını, kısaca kendi çocuklarını “adam etmek” olarak ifade
edersek abartmış olmayız.
“Okumuş ama adam olamamış.” “Okumakla adam olunmuyor.”
türünden ifadeler bu konudaki toplumsal bilinçaltımızın deyimlerimizle dışavurumudur.
Ancak bu bakış açısını sarsmanın zamanı geldi de geçiyor. Okullarda,
evlerde, uzaktan ya da yakından yapılacak nesilden nesile bilgi ya da kültür
aktarımı diye tanımlayabileceğimiz faaliyetlerin hala tarihten kalma anlayış ve
yöntemlerle sürdürülüyor olması günümüzde yaşadığımız en büyük akıl
tutulmalarından biridir.
Sürekli aynı şeyleri deneyerek farklı sonuçlar bekliyoruz. Söylemek
istemem ama Eisntein buna aptallık diyor.
Günümüzde en fazla bir tarihi eser olarak saygı duyulup ders
çıkarılması gereken ve onlarca yıldır işlevsiz olduğu ispatlanmış yöntemler ile
dijital çağın çocuklarını “adam etmeye” çalışmak; sapanla savaş uçağı düşürmeye
çalışmak kadar abes ve boş bir çabadır.