‘Yeni’ anayasa hazırlanırken, coğrafyayı vatan yapan milletimizin yüksek iradesi, kültür ve medeniyeti, devletlerimizin temelleri ve kimliği gibi kavramlardan vazgeçilemez.
Devlet Bakanlarından fikir adamı-yazar SADİ SOMUNCUOĞLU ile ‘Yeni’ Anayasa’yı konuştuk.
GİRİŞ
‘Yeni’ anayasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır? Varsa önceliği nedir? ‘Yeni’ anayasadan murat, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ise, devletin temellerini sarsmadan, yeni huzursuzluklara, ayrışma ve çatışmalara meydan vermeden, mevcut anayasayı ıslah etmek daha akıllıca olmaz mı? Neden ‘Yeni’ anayasanın bütünü için ‘insan odaklı, insanı mutlu edecek, demokratik ve özgürlükçü’ gibi yuvarlak, içi boş, anlamsız sloganlarla yetinilirken, sıra devletin meşruiyet temellerine ve kimliğine gelince, Türk Devletini tasfiye edici, ayrıntılı ifadeler kullanılmaktadır. ‘Yeni’ anayasa denince neden bütün söylemler, Milletimizin birliği, egemenliği ve devletimizin üniter-millî yapısı üzerinde odaklanmaktadır? Bu tartışmalarda niçin bölücü terör örgütü muhatap alınmaktadır; gizli-açık görüşmeler ve pazarlıklarda sanki birlikte ‘yeni’ anayasanın ruhu belirlenmeye çalışılmaktadır? Bu durumda ‘yeni’ anayasa, TBMM’nin hür iradesiyle mi, yoksa bölücü terör örgütüyle varılacak mutabakatla mı hazırlanmış olacaktır?
Oğuz Çetinoğlu: Sayın bakanım, sohbetimize Anayasanın tarifi ile başlayabilir miyiz? Anayasa ne demektir?
Sadi Somuncuoğlu: Anayasa devletin meşruiyet kaynağını, kimliğini, kuruluş esaslarını, temel amaç ve görevleri ile yönetim biçimini belirleyen; bireylerin hak, özgürlük ve yükümlülüklerini gösteren, kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen temel siyasî yasadır. Anayasa üstün hukuk normudur. Demokratik hukuk devletinde ana yapı, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır.
Kuruluş esasları ve hukukî yapıları milletlerarası hukuka ve genel duruma uyan devletler bu özelliktedirler. Kendine has şartlarda ve konjonktüre göre kurulmuş istisnaî konumdaki devletlerin anayasaları ise, birbirlerine benzemediği gibi, hiçbir ülkeye de örnek teşkil etmez. Anayasa konusuna bu çerçevede bakılması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Geçmiş dönemlerdeki anayasalarımız üzerinde genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Sonuncuoğlu: Bugüne kadar, 108 yılda 5 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanun-i Esasî, 1921 geçici Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 anayasasıdır. Bu anayasalardan ilk üçünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu kurulan yeni rejime göre ‘sıfırdan’ yapıldığı bilinmektedir.
Ancak konumuz açısından çok önemli olan husus, devletin kimliğinin Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın 1876 Kanun-i Esasî’sinden 1982 Anayasasına kadar aynı kalması, adeta kopya eder gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde de, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur.
Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz.
Önce 1876 Kanun-i Esasî’ye bakalım. (1908 değişiklikleri dâhil)
Madde 1- Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez.
Madde 2- Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur.
Madde 8- Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara ‘Osmanlı’ denir,
Madde 17- Kanun önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır.
Madde 18- Devlet memuru olabilmek için ‘devletin resmî dili Türkçe’yi bilmek şarttır.
Madde 57- Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir.
Madde 68- Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz.
Madde 71- Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir.
Çetinoğlu: Bu kimlik, 1876 Kanun-i Esasî ile mi kazanıldı?
Somuncuoğlu: Muhtevasını verdiğim bu kimlik; Devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkemelerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte vardı. Türk dili ve kültürü daima devletin vazgeçilmez unsuru olmuştur.
Selçuklu Devleti de, Osmanlı gibi Türk milletinin devletiydi.
Çetinoğlu: 1876 Kanun-i Esasî’sinin 8. maddesinde ‘Osmanlı’ kavramı geçiyor…
Somuncuoğlu: 8. Maddede bahsi geçen ‘Osmanlı’ sözü hiç şüphe yoktur ki, ‘Türk’ anlamındadır.
Aynen Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan ‘Türkiye’ sözünün, Türk anlamında kullanılması gibi. Nitekim bu anayasalarda, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir.’ denilmek suretiyle, hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. O bakımdan, bu günün tartışmalarında ‘Türkiye’ sözünü, ‘Türk’ten ayrıymış gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ilgisi yoktur. Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için, Türkiye yerine, hep ‘Türk vatanı’ ve millet yerine de ‘Türk Milleti’ kavramlarını kullanmakta yarar vardır.
Osmanlı Devletinin ömrünü tamamlaması üzerine yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçmiştir. Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığını, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiğini, demokratik hukuk devleti dönemine girildiğini hatırlamalıyız.
Çetinoğlu: Cumhuriyet döneminin anayasasında bu hususa atıfta bulunuluyor mu?
Somuncuoğlu: Evet! TBMM, 1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir. Karar şöyledir: ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti,… düşmanlarına karşı kıyam etmiş… bu günkü kurtuluş gününe vâsıl olmuştur.’
Daha önce de 1921 Anayasasında 1. Madde, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’, 2. Madde ‘İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.’ Denildiği görülüyor.
Çetinoğlu: 1924 Anayasası’nda durum nedir?
Somuncuoğlu: Benzer hükümler 1924 Teşkilat-ı Esasî’nin 2. Maddesinde; ‘Devletin resmî dili Türkçedir.’, 3. Maddede; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’, 4. Maddede; ‘Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder.’ İfadeleriyle yer almıştır.
1945’de dönemin öz Türkçecilik akımına uyularak, mana ve kavramlara dokunulmadan Teşkilat-ı Esasî metni Türkçeleştirilmiştir. Demokrat Parti döneminde ise, (1952) bu metin yürürlükten kaldırılmış, 1945 yılına kadar yapılan beş değişiklik korunarak, 1924 metni tekrar yürürlüğe konmuştur.
Çetinoğlu: 1961 ve 1982 Anayasaları…?
Somuncuoğlu: 1961 Anayasası 2. Madde; ‘millî devlet’, 3. Madde; ‘resmî dili Türkçedir.’4. Madde; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir’, 1982 Anayasası 3. Madde ‘Devletin dili Türkçedir.’, 6. Madde; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.’ İfâdelerini içeriyor.
Bu örneklerde görüldüğü gibi devletin sahibi ve kimliği hiç değişmemiş, ‘Türk’ ve ‘Türk Milleti’ olarak kalmıştır. Esasen egemenlik millete ait bir kavram olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden millettir. Zaten başka türlüsü mümkün de değildir.
Çetinoğlu: ‘Anayasa eskidi’ Deniliyor…
Somuncuoğlu: Anayasalar ve kanunlar kullanıldıkça değer kazanırlar. Yürürlükteki anayasa ve yasalar; mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhteva kavuşması için çalışılır. Mevzuat da, böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır.
Çetinoğlu: Yeni anayasa yapmanın mahzurları var mı?
Somuncuoğlu: Var! Yeniden anayasa yapılması çok problemli, risklidir. Konjonktüre ve bir kesimin ideolojisine bağlı olma tehdidi altındadır. Yerleşmiş, köklü devlet kültür ve geleneğine sahip ülkelerde, yeni anayasa değil, ıslah edilen anayasadan bahsedilebilir. Bu da, ciddî saha araştırmalarını, samîmi ve azamî bir uzlaşmayı gerektirir.
Afrika kıtasındakiler gibi yeni ve istikrar kazanmamış, kökleşmemiş devletlerde, işler yürümedikçe anayasa ve yasaların, yeni baştan yapılması sıradanlaşır. Buna karşılık, gelişmiş ülkelerde anayasalar, kurucu irade ve devletin kuruluş esasları titizlikle muhafaza edilerek, geliştirilmektedir.
Çetinoğlu: Örnekleyebilir misiniz?
Somuncuoğlu: ABD, 250 yıldır yapıyor. Alman, Fransız, Japon gibi köklü devletler de aynı.
1961’de ihtilalciler, ‘sıfırdan’ yeni anayasa yapmaya kalktıklarında, rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil mealen şu tavsiyede bulunmuştu:
‘1924 anayasasını çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.’
Bu bilge kişinin tavsiyesine uyulmadı, 1924 Anayasası çöpe atıldı. Konjonktüre ve teorik doğrulara göre 1961 anayasası maalesef yeniden hazırlandı. Türk siyaseti 1982’ye kadar, bünyemize uymayan bu anayasayla kavga etmek mecburiyetinde kaldı.
Çetinoğlu: Aynı hatâya, 1982’de de düşüldü…
Somuncuoğlu: Evet. 1982’de yine konjonktüre göre bir tepki anayasası hazırlandı. Bu defa da o Anayasa kavga konusu oldu. TBMM 1987’den başlayarak bu anayasanın kuruluş esasları hariç, maddelerin tamamına yakınını değiştirdi.
Bu da yetmedi. Sıra, darbecilerin bile düşünmedikleri, 1876 Osmanlı anayasasından beri korunan devletin üniter-millî yapısı, daha açık ifadesiyle ‘devletin Türk milletine ait olduğu’nu gösteren maddelerine geldi.
Tarihimizde, egemenliğimizi hedef alan böyle bir durumla ilk defa karşılaşılmaktadır.
Çetinoğlu: Buna neden ihtiyaç hissediliyor? Diye sorsam…
Somuncuoğlu: ‘Türkiye’yi dönüştürmek’ adı verilen bu inkârcı, ülkeyi sosyal gruplara göre ayrıştırıcı ve egemenliği paylaştırıcı sürecin, bölücü terör örgütü ve emperyalistlerden beslendiği açık bir gerçektir. Bu yoldan dönülmediği takdirde, varlığımızın bütünüyle daha da vahim bir keşmekeşe sürükleneceği görülmektedir.
Çetinoğlu: Küreselleşme, ‘millî devlet’ kavramını törpüledi, aşındırdı ve hatta bitirdi mi?
Somuncuoğlu: Bitirdi değil de, bitirmek istiyor diyebiliriz. Sömürü düzeni önünde en büyük engel görüyor diyebiliriz. Dünyamızdaki genel duruma ve milletlerarası hukuka göre devletlerin tamamına yakını, bir millete dayandığı için ‘millî’dir. Tabîi ve esas olan da bu yapıdır. Bu eksende kurulan devletlerin rejimleri farklı olabilmektedir. Padişahlık, krallık, diktatörlük, mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi.
Öte yandan rejimlerin bir de yönetim, (Otorite/yetkinin kullanılma) biçimleri vardır ki; bunlara üniter (merkezî), federasyon veya konfederasyon adı verilmektedir.
Bir de, zamanımızda pek rastlanmayan gayri millî adı verilen çok ortaklı etnik devlet yapıları vardır. Dağılan Yugoslavya, SSCB ve bugünkü Irak gibi.
Burada dikkatten kaçmaması gereken bir husus vardır; o da ülkemizde rejimler değişmiştir, ama devletin temel yapısı hep aynı, ‘millî’ olarak kalmıştır. Yönetim biçimi de böyledir; değişmemiş, hep üniter (bir merkezden yönetim) olarak devam etmiştir. Özetle, Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de millî ve üniter/tekil yapıda bir devlettir.
Çetinoğlu: ABD ve Almanya…?
Somuncuoğlu: ABD ve Almanya da bir milletin devleti (millî)’dir. Ama yönetim biçimi üniter değil, federaldir. ABD’nin 50 eyalet devleti de ‘Amerikan’ milletine; Almanya’nın 16 eyalet devleti var ‘Alman’ milletine, yani bir millete aittir. Ama yönetimi çok merkezden yapılmaktadır.
Çetinoğlu: ABD işgalinden sonraki Irak…?
Somuncuoğlu: İşgalden sonra oluşturulan Irak Federal Cumhuriyeti, bu genel duruma istisna teşkil etmektedir. Yani Devletin temel yapısı gayrı millîdir. Çünkü 2 kurucu unsurlu (Arap ve Kürt), 2 dilli (Arapça ve Kürtçe) ve 2 yönetim merkezli (Bağdat ve Erbil)’dir. 2003’e kadar üniter-millî olan Irak’ta, bir olan ne varsa böylece ikiye bölünmüştür. Bu devlet yapısına ne millî, ne üniter ne de bilinen anlamda federal denilebilir. Gayri millî, çok ortaklı, etnik yapıda; konjonktüre ve emperyalistlerin çıkarlarına göre kurulmuş bir devlettir. Bu haliyle geleceği karanlıktır; Bu yapı iç çatışma, savaş ve kaos demektir.
Çetinoğlu: Herhalde yakın bir gelecekte tam anlamıyla ikiye bölünmesi için böyle yapılmıştır.
Türkiye’mize dönersek…
Somuncuoğlu: Şimdi ‘yeni’ anayasa ile aynı gayri millî, çok ortaklı etnik devlet, Türkiye’de de kurulmak istenmektedir. BOP çerçevesinde, ‘demokratikleşme’ ve ‘özgürleşme’ uyuşturucusuyla, PKK terörü, AB ve ABD baskılarıyla, adım adım sonuca yaklaşılmaktadır.
Çetinoğlu: Devlet yapısında bir ‘dönüştürme’yi mi işâret ediyorsunuz?
Somuncuoğlu: Evet. ‘Yeni’ anayasa tartışmaları sırasında, bazı kişi ve çevrelerin ‘Dünyamızda millî-üniter devletlerin devri bitiyor, federasyonlar dönemi başlıyor. Türkiye büyümek için, çağa uymalı ve federasyona geçmelidir.’ şeklinde propaganda yaptığı görülmektedir.
Çetinoğlu: Gerçekten böyle mi?
Somuncuoğlu: Önce burada bahsi geçen ‘federasyon’un bir millete ait olan değil, ‘çok ortaklı, etnik’ yapıda gayri millî devlet biçimi olduğu hatırlanmalıdır. Buna göre bakalım: Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmış, bağımsızlığını kazanan 15 devlet millî-üniter yapıda kurulmuştur.
Varşova Paktı’ndan bağımsızlığını kazanan Merkezî ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, millî ve üniter devlet olarak yola devam etmiş. Çek ve Slovaklar ayrılarak millî ve üniter devletlerini kurmuşlardır. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş, millî-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermektedirler.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağılmış, yerine 5’i millî-üniter, 2’si karmaşık-suni yapıda bağımsız 7 devlet kurulmuştur.
Görüldüğü gibi dünyamızda çok ortaklı-etnik federasyondan, ideal olan millî devlete dönüş devam etmektedir. Buna karşılık millî-üniter devletlerden federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. Bugünkü Irak hariç.
‘YENİ anayasayı kimler istiyor?’
Devlet bakanlarından fikir adamı-yazar SADİ SOMUNCUOĞLU ile ‘Yeni’ Anayasa’yı konuşmaya devam ediyoruz.
Oğuz Çetinoğlu: ‘ABD, AB ve PKK’nın, ‘yeni’ bir anayasa istedikleri açıktır.’ Diyorsunuz. Bu, ciddî ve önemli bir iddia. Delil var mı?
Sadi Somuncuoğlu: Elbette. Delil değil, deliller var:
‘Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi’ (BOP)’nin resmî haritasına bakıldığında her şey ayan beyan görülebilir. İsteyenler ‘Sevr haritasını’ ve ‘Sevr Antlaşması’nı da hatırlayabilirler. Yine Barzani Yerel Yönetimi resmi haritasıyla da aynı olduğunu bileceklerdir.
1998’de toplanan AB Bakanlar Komitesi şu kararı almıştı: ‘Kürt meselesi siyasîleştirilerek, milletlerarasına taşınarak ve halkların hukukuna göre çözülecektir.’
14 yıldır yaşananlar, aynen böyle seyretmiyor mu?
PKK’nın yan kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin adına yayımlanan 320 sayfalık kitap 1998’de AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’a İstanbul ‘da elden teslim edilmiştir.
Aralık 1999’da Türkiye’ye AB adaylık statüsü verilmiştir. 2000 yılından itibaren, uyum adına önümüze konan yol haritası ve uyum şartlarındaki siyasî şartların tamamı, inanılır gibi değil, bu kitaptan alınmıştır.
Kitapta; millet bütünlüğüne göre inşa edilmiş olan devletimizin kültürel, hukukî ve siyasî yapısının çözülüp, ülkemizin ‘etnisite esasına göre dönüştürülmesi’, kanunlardan ‘Türk’ ve ‘millî’ gibi kavramların çıkarılması, Anayasa maddelerinden hangilerinin, ne şekilde değiştirileceği, genel af, anadillerde eğitim, öğretim ve yayın gibi düzenlemelerin; adı ister ‘AB uyum süreci’, ister ‘PKK açılımı’ olsun, hepsi mevcuttur.
ABD-AB-PKK üçlüsünün dayattığı ‘siyasi-demokratik’ (iki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli) çözümü kabul ettirmek maksadıyla; PKK terör örgütüne Kandil’de güvenli bölge tahsis eden, bu terör yuvalarının dağıtılması için, Türkiye’nin uluslar arası hukuktan doğan hakkını kullanmasına izin vermeyen ABD-AB ikilisi değil midir? Bölücü terör örgütü PKK, bu güçler sayesinde binlerce insanımızı katletmedi mi?
Kısacası; kan dökenler, can alanlar, devletimizi, vatanımızı ve milletimizi bölüşmek istiyorlar. Bunun adına ‘çözüm’ diyorlar ve buna uygun bir ‘yeni’ anayasayı dayatıyorlar.
Bütün bunlar ‘sıfırdan’ anayasanın kaynağında hangi mihrakların ve niyetlerin yattığını göstermeye zannederiz yeterli olacaktır.
Çetinoğlu: Siyasî iktidar bu projenin neresinde?
Somuncuoğlu: Bunun cevabı Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarında mevcuttur. Erdoğan; ‘Bu ülkede biz Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimseyi rahatsız etmemeli.’ söylemini her vesileyle tekrarlıyor.
Eğer bu cümle şöyle kurulsaydı mesele olmayacaktı: ‘Biz Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla hepimiz Türk Milletiyiz. Türk Devletinin vatandaşı olmak kimseyi rahatsız etmemeli.’ Bu cümle gerçeğimizi ifade ediyor.
Ama “Türkiye vatandaşı” denirse, her vatandaşı rahatsız eder, etmelidir de. Zira, yukarıda söyledik, “Türkiye” coğrafyanın adıdır, milletin değil.
Bu anlayış yeni değildir. Eskiden beri savunulduğu ve benimsendiği görülmektedir. Konuyla ilgili olarak daha da ayrıntılı bilgi vermek için ‘2. Cumhuriyet Tartışmaları’ adıyla 1993’de yayımlanan kitaptaki, R.T. Erdoğan’la yapılan röportajı okumalıyız. Buradaki sorular ve cevaplar aynen şöyle:
RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir.’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye Türkiye’de yaşayan herkesindir. Buradaki ‘herkesin’ sözünden bireylerin değil, etnik/ırk grupların kolektif kişiliğinin kastedildiği anlaşılıyor.
Çetinoğlu: Bu kanaatinizin oluşmasına yol açan etkenleri sorsam?
Somuncuoğlu: Röportajın devamında şu sorular ve cevapları var:
Soru: Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler.
RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir.
Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse?
RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa… Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir…
RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.
Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?
RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır.
Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı millî sınırları mı?
RTE: Ona orda hudut tayin edemem.
Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz,
RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.
Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz.
RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki!
Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda. ‘Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz’ derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum!
RTE: Onu meşru olarak görmüyorum.
Bu röportajda; ‘Kürtler, bağımsızlık isterlerse’ sorusuna verilen ‘Coğrafi bütünlük içerisinde evet’ ve ‘coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı millî sınırları mı?’ sorusuna verilen ‘Ona orda hudut tâyin edemem’ cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir.
Erdoğan’ın bugün de aynı şekilde düşündüğünü, ‘açılım’ çerçevesinde bazı yasalardan çıkarılmaya başlanan ‘Türk’ adının, ‘yeni’ anayasadan da çıkarılacağının açıkça söylenmesinden anlıyoruz.
Bölücü terör örgütü PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın, ‘Türkiye vatandaşlığı’ ve ‘coğrafî bütünlük içinde kalarak’ çözüm dediği ‘Demokratik Cumhuriyet Projesi’, (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Oslo mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu?
Bu bilgilerden hareketle, ‘yeni’ anayasanın ‘Türk etnisitesi (!)’nin de içinde yer aldığı ‘çok ortaklı etnik devlet’ yapısını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmak istendiğini söyleyebiliriz.
Çetinoğlu: Neye dayanarak?
Somuncuoğlu: Bu amaçla Anayasanın 66. Maddesindeki ‘Türk Devleti’ ve ‘Türk’ ibarelerinin çıkarılarak yerine ‘Türkiye vatandaşlığı’ veya ‘anayasal vatandaşlık’ ibaresinin konulmasının önemini tekrar vurgulamalıyız. Yani yok sayılan Türk Milletinin kimliği yerine coğrafyanın kimliği konulunca; renksiz, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı ortaya çıkıyor. Basit ifadesiyle egemenliğin tapusunun sahibi bir iken, iki veya daha fazla olmasının (bu coğrafyada oturanların) yolu açılıyor.
ABD’nin zorla kurduğu, iki ortaklı ‘Irak Federal Cumhuriyeti’nde olduğu gibi.
Zannederiz ki bu değerlendirmeler, ‘yeni’ anayasa ve ‘yeni Türkiye’ denilen mühendislik çalışmasında, siyasî iktidarın konumunu belirlemeye yetecektir.
Çetinoğlu: ‘Konum’dan kastınız nedir?
Somuncuoğlu: Biz buna ‘bölünme’ diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; millî devletten vazgeçilirse, çok ortaklı devlet yapısı Türkiye’yi büyütecek, bu herkesin menfaatine olacak; ‘Millî Birlik ve Kardeşlik tesis edilecek, ülkeye barış ve eşitlik gelecektir’ diyorlar.
Burada, devletlerin bir millete göre kurulduğu, milleti meydana getiren sosyal toplulukların üzerine devlet inşa edilemeyeceği gerçeği inkâr ediliyor. Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan ve Sovyetler Birliğinden ders alınmıyor. Emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü Irak’ın başına gelenlere ve geleceklere bakılmıyor.
Çetinoğlu: İktidarın; BOP ve PKK ile aynı görüşte olduğu söylenebilir mi?
Somuncuoğlu: Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla ‘çok ortaklı etnik federasyona’ geçilince, siyasî iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor.
Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu ‘Büyük Kürdistan’, BOP yolu, ‘Büyük Ermenistan’, ‘Büyük İsrail’ ve ‘Büyük Yunanistan’ kuruluncaya kadar devam ediyor. Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir.
Çetinoğlu: Söylediklerinizi bir sonuca bağlamak gerekirse…?
Somuncuoğlu: Anayasalar donmuş metinler değildirler, ihtiyaca göre geliştirmeye ve değiştirmeye muhtaçtırlar. Ancak; devletin Türk Milletine ait olduğunu gösteren temel ilkelerin değiştirilmesine; kurucu irademiz de, anayasamız da, tarih şuuru ve sorumluluğumuzun gereği de, milli kültürümüz ve egemenlik hakkımız da izin vermiyor. Hiçbir iktidarın ve meclisin böyle bir yetkisi olamaz.
Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur.
Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen egemenliğini yıkmak ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir meclisin ülkenin bir parçasını, mesela Edirne’yi Yunanistan’a veriyorum diyemeyeceği gibi. Böyle bir durum vaki olduğunda, anayasa hukukçularının söylediği gibi ‘milletin direnme hakkı’ doğar. Nitekim 1982 Anayasası’nın Başlangıç bölümünün son cümlesinde, bu anayasa ‘Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.’ denilmektedir.
Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha ‘demokratik’, ‘özgürlükçü’ ve ‘temel insan haklarına saygılı’ hale getirmek ise, bu mümkündür. Bir parçası olduğumuz milletlerarası hukuka, millî ihtiyacımıza, müktesebatımıza ve kültürümüze uygun hale getirme hedefinde buluşmak yeterli olacaktır. Bunun için, acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır.
Bu bakımdan. Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan milletlerarası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olabilir.
Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, yani hukuk devletinin teşkili şarttır. Ancak Başbakan’ın 12 Eylül 2010 referandumu ile hukuk devletini ortadan kaldıran anayasa değişikliğine dokunulamaz demesi, ön şart koşması demokratik düzeni şimdiden tehdit altına sokmuştur. Hatırlanacağı üzere bu referandumla yüksek yargı; HSYK, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi siyasetin denetimine girmişti.
Hukuk devletinin tehdit altında bulunduğu bir ülkede; insan haklarından, demokrasiden, özgürlükten, hür toplumdan, güvenlikten, özellikle partilerin demokratikleşmesinden, hür seçimlerden, toplumda korkusuzca yaşamadan, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden ne kadar bahsedilebilir?
Umulur ve temenni edilir ki, aklın yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın üzerine vazife olmayan tehlikeli yanlışlardan vazgeçilir, masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. Eğer millî bütünlüğümüzün sağlamlaştırılmasına ihtiyaç varsa, ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasî etnikçiliği reddeden, millî-üniter yapımızı daha da güçlendirici bir anayasa yapılır.
Bu anayasa mutlaka ‘Adalet mülkün temelidir’ ilkesi üzerine inşa edilir. O durumda; demokrasi, özgürlük, bireylerin eşitliği, kalkınma, huzur, kardeşlik, insan temel hak ve hürriyetlerinin ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülür.
Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı millî güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları bertaraf edilir, milletimiz birlik içinde refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece millî devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkar, çevremize ve insanlığa karşı görevlerimizi yapacak konuma gelebiliriz.
SADİ SOMUNCUOĞLU:
1940 yılında Aksaray’da doğdu. 1962 yılında Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’nden mezun oldu. 1957-1958’den itibaren Türk Ocakları’nın faaliyetlerine katıldı. Çeşitli devlet memuriyetlerinde bulundu. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Organizasyon ve Metod ile İdarecilik kurs ve eğitimi gördü.
1967 yılında aktif siyasete atıldı. MHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yaptı. 1969 yılında MHP Genel İdare Kurulu’na seçildi ve 12 Mart 1971’e kadar gençliğin eğitim ve teşkilatlanması işlerini yürüttü. 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar MHP’ Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. Devlet, Töre ve Bozkurt dergilerinin yayınında görev aldı. 1977 yılında Niğde Milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Demirel’in Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı olarak görev yaptı.
1980 darbesi sonrasında tutuklandı. MHP davasında idamla yargılandı. 2 yıl tutuklu kaldıktan sonra beraat etti. 1980-1995 yıllarında siyasetten ayrıldı. Türk Ocakları Genel Merkez Heyeti üyeliği ve Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1995 seçimlerinde ANAP Aksaray Milletvekili seçildi. 1.5 yıl sonra MHP’ye katıldı, Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. 1999 seçimlerinde tekrar MHP’ den Aksaray Milletvekili seçildi. 57. Hükümette Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Cumhurbaşkanlığına aday olduğu için Mayıs 2000’de bu görevinden azledildi.
Sadi Somuncuoğlu evlidir, 3 çocuğu vardır.
YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:
1-Avrupa Birliği Bitmeyen Yol: Ötüken Yayınları-Mart 2002, 2-Gümrük’te Kuşatma: l.Baskı-Ankara Ticaret Odası Yayınları-Temmuz 2002, 2. Baskı Yeni Avrasya Yayınları-Ağustos 2002, 3-Kıbrıs’ta Sirtaki: l. Baskı-Yeni Avrasya Yayınları-Eylül 2002, 2.Baskı-Ankara Ticaret Odası Yayınları-Ekim 2002, 4-Sorularla Belgelerle Kıbrıs Çözüm mü Çözülme mi?:Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası Yayınları 2003, 5-AB Uyum Paketlerinden Federasyona-Etnik Irkçı Siyasallaşma Projesi: Ankara Ticaret Odsı Yayınları, 6- Annan Planı Gerçeği ve KKTC`nin Kurtuluşu: Yeni Avrasya Yayınları Haziran 2004, 7-İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu: Akçağ Yayınları Ankara 2004, 8-Göz Göre Göre Kapana Düştü Türkiye’m: Bir Millet Uyanıyor Dizisi, Bilgi Yayınevi, Ağustos 2005
Somuncuoğlu’nun bazı gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmaktadır.
Millî Düşünce Merkezi Derneği Başkanlığı görevini yürütmektedir.