Rusya’nın Ortaasya’yı Sömürü Politikası – 3

107

Türkistan’a 1906’dan sonraki 5 yıllık dönemde tam 1 milyon Rus kolonici yerleştirilmiş, aynı zamanda reform programı uygulayan Başbakan Stolipin tarafından sorun çıkaranları yargılamakla yetkili özel mahkemelerden oluşan yaygın bir ağ kurulmuş ve birkaç ay içinde binlerce sanık “Stolipin Kravatı” olarak adlandırılan darağaçlarına gönderilmiştir. Başkurdistan ve Kazakistan’da kuvvetli bir şekilde uygulanan bu kolonizasyon sistemi, Kırgızistan’da Kozakların en verimli ovalara yerleştirilmesinden sonra kontrolden çıkmış ve büyük bir karmaşaya sebep olmuştur. Neden sonra Kırgızistan’ın ekilebilir topraklarının yüzde 60’ına bu göçmenler sahip olmuşlardır.

Türkistan’ın Rusya ile İngiltere arasında bir rekabet merkezi haline gelmesi bölgenin sömürgeleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ruslar, pamuk ihtiyacının yarısını Türkistan bölgesinden karşıladıkları gibi 1900’lerin başında Bakü petrollerinden 11 milyon ton üretim yapacak hale gelmişlerdir. Bunun yanı sıra meşhur “Otokrasi-Ruslaştırma-Ortodokslaştırma” sacayağıyla da hâkimiyet pozisyonlarını daimi kılmak istemişlerdir. Toplam nüfusunun yarıdan fazlası Rus olmayan ve 3’te 2’si Ortodoks olmayan halklar bu Ruslaştırma ve Ortodokslaştırma politikalarından büyük zarar görmüş ve Rusya bir “milletler zindanı” haline gelmiştir.

“Kazan Misyoneri” lakaplı Nikolay İlminskiy’in çabalarıyla ile Kazan Türkleri, Başkurtlar, Çuvaşlar ve diğerleri Ortodoks mezhebine geçmeye zorlanmış, geçenlere önemli ayrıcalıklar verilirken, geçmeye ayak direyenlere ise türlü baskılar uygulanmıştır. Ruslaştırma ve Ortodokslaştırma faaliyetleri yanında, ekonomik ve ticarî kısıtlamalara da gidilmiştir. Örneğin Kazan Türklerine ticaret şirketi kurmak ve Türkistan’da emlak edinme yasağı bile uygulanmıştır. Bunun yanında eğitim kurumları sıkı denetim ve mercek altına alınmış, aykırı yazı – haber ve bu gibi haberlere yer veren yayıncılığa yönelik olarak sansür önlemleri geliştirilmiş, Türkistan Türklerinin siyasî çalışmalarına da izin verilmemiştir.

Ekim 1917 Devrimi’nden sonra Ruslaştırma bu kez Sovyetleştirmeye, Ortodokslaştırma da Ateistleştirmeye dönüşecektir. Yanı Rusların her dönem için bir kimlik ve din tasavvuru var; artı bunun herkese dayatılması da tevarüs edilen bir gelenek gibi. Sovyet Halkı oluşturma görüntüsüyle yapılan aslında gizli Rusçuluktu. Bu bağlamda komünizmin en çok ekmeğini yiyen ve Ruslara yediren Stalin oldu. Josef Stalin, Sovyetler Birliği’ndeki tüm halk topluluklarını sosyalist düzene adapte etmeye çalışarak tek tip insan imaline çalışacak ve bu doğrultuda zulüm ve şiddette Çarları arkasında bırakacaktır.

Tarım alanlarının zorla kolektifleştirilmesiyle yalnızca Kazakistan’da 36 milyon besi hayvanı telef oldu ve bunun sonucunda yaşanan açlık 2 milyona yakın insanın ölümüne yol açtı. Kolektifleştirmeye karşı çıkan binlerce Kazak kurşuna dizildi. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’da yüzlerce caminin kapısına kilit vuruldu. Türk kültürünün önemli bir parçası olan atlar bile rejimin geleceğine yönelik tehdit olarak görülmüş ve “Ahalteke” olarak bilinen dünyaca ünlü Türkmen atları bile Stalin’in emriyle itlaf edilmiştir. 1928 yılında 4 buçuk milyon atın dolaştığı Kazak bozkırlarında 5 yıl sonra sadece 200 bin at kalmıştı.

Yine Stalin döneminde Kırgızistan’da da aydınları hedef alan sistematik bir yok etme kampanyası uygulandı. Rejime muhalefet, ajanlık ve Turancılık gibi suçlamalarla kurşuna dizilerek öldürülen 138 kişi günümüzde Ata-beyit Şehitleri olarak anılıyor. Sultan Galiyev gibi kıymetli bir isim Stalin’in emriyle 1940 yılında infaz edildi. “Yeryüzündeki Cehennem” olarak adlandırılan Gulag Takımadaları’ndaki çalışma kamplarına gönderilen 20 milyon tutukludan 12 milyonu hayatını kaybetti. II. Dünya Savaşı kayıpları da dahil toplam 40 milyon kişinin kanına giren Stalin’in kurbanlarının yarısının Türkler ve bilhassa da Ortaasya Türkleri olduğu kabul ediliyor.