1974 Kıbrıs zaferimizin 47’nci yıldönümü
geçtiğimiz 20 Temmuz’da KKTC’de törenlerle kutlanırken, Lefkoşa’daki tören
alanından liderlerin vermiş olduğu mesajlar çok çarpıcıydı.
Özellikle son dönemde Türk tarafının
adada anlaşmaya odaklı girişimlerinin Rumlar tarafından her defasında ret
edilmesinin yol açtığı çözümsüzlük, Türkiye’nin çözüm adına Kıbrıs’ta bir 60
yıl daha Rum tarafını beklemeyeceğini açıklamasından sonra yaşanan gelişmeler,
Rum kesiminde olduğu kadar, konuyla ilgisi olmasa da öncelikle ABD ve AB’yi ve
tabi ki, BM nezdinde konuyla ilgili tüm ülkeleri tedirgin etmiştir.
Hele ki,
20 Temmuz 2021 sabahı Lefkoşa’daki tören alanından bundan böyle çözümün eşit
iki devlet arasında yürütüleceği açıklamasının yanı sıra adanın kapalı bölgesi
Maraş’ın belli bir bölgesinin girişe/görüşe açılmasından sonra; şimdi de
%3,5’luk bir kesiminin yerleşime açılacağının duyurulması Rum tarafındaki
tedirginliği daha da arttırdı, başta GKRY lideri Anastasiadis olmak üzere
Yunanistan’daki siyasi figürlerin adeta 3,5 atmalarına neden oldu..!
Ama bununla da yetinmeyen liderler ilk kez
‘Kıbrıs Tük Devleti’ adını telaffuz ederek, gelecek dönem için adeta tüm
dünyaya bambaşka bir mesaj daha verdiler.
Bu mesaj: KKTC’nin yakın
bir gelecekte dost ve müttefik ülkelerce tanınmasını işaret ediyordu.
Değerli
okur;
Adanın kuzeyinden verilen bu olumlu mesajlar,
özellikle son dönemde ‘verelim kurtulalım’, ‘kurtar bizi Annan’, ‘birleşik
Kıbrıs’ süreçlerinden sonra ada gerçeklerini yansıtan en doğru mesajlar olduğu
kadar, Kıbrıs Milli Davamıza yakışan, Türk Milletinin beklediği, Kıbrıs
Türk’ünün de içini rahatlatan söylemlerdir.
Böylesine
gerçekleri anlatan söylemleri duyamamış olsalar da Kıbrıs Türk’ünün haklı
davasına hizmet eden, yıllarca liderlik yapan rahmetli Sn. Dr. Küçük ve rahmetli
Sn. Denktaş’ın ruhları eminim ki şad olmuştur.
Bayram
süresince ve bayram sonrasında Kıbrıs’ta gözü, kulağı olan ülkeler özellikle
Maraş bölgesinde yerleşime açılacak %3,5’luk bölge konusunda ses yükselterek,
böylesi bir girişimin BM kararlarına uygun olmayacağını belirtmişlerdir.
O zaman bu hassas konuda önemli iki hususu
da gözden kaçırmamak gerekir!
Nedir
bu hususlar?
İlki; Maraş’ın %3,5’luk bölgesinde mülkü
bulunan Rumların bu mülklerine geri dönüşü esas alındığında, Maraş’ın diğer
bölge sakinlerinin de (ki, 20.000 civarında Rum’dan bahsediliyor) Maraş’a
dönmek için gerekli yasal yollara başvuracak olmasıdır!
İkincisi ise; 1974 harekâtı ile adanın
kuzeyinden güneyine göç eden 160.000 Rum’un da benzer talepler ile kuzeyde
kalan ev ve arazilerine dönmek isteyecekleridir!
Eminim ki konu ile açıklama yapan liderler,
bu iki önemli hususun neden olacağı olumsuz sonuçları düşünmüşlerdir. Yapılacak
açılımlar, atılacak adımlar ona göre planlanmıştır.
Bu iki önemli konunun çözümü için çok basit
iki önerim olacaktır.
İlki Maraş’ın yerleşime açılışı ile
ilgilidir.
Bilindiği
üzere Kıbrıs adasının %30’u, kapalı bölge Maraş’ın tamamı Osmanlı Vakıflarının
malıdır. Özellikle 2000 yılı sonrasında adada yapılan Vakıf Arazilerinin tapulu
mallarının tespiti ile Lala Mustafa Paşa, Abdullah Ağa ve Bilal Ağa vakıflarına
ait tüm arazilerin dökümü çıkarılmış, KKTC’nin ilgili makamlarınca kayıt altına
alınmıştır.
İşte kapalı bölge Maraş’ta yapılacak açılım;
%3,5’luk bölgede dâhil, bu kayıtlar esas alınarak yapılmalı, özellikle 1963
sonrasında tarihi belgelerle saptanmış İngiliz oyunları ile Osmanlının vakıf
arazilerine konan Rumların bu arazileri nasıl ele geçirdikleri belirlendikten
sonra eğer hak edenleri var ise iadesi yapılmalıdır. Kaldı ki, 1974 yılında bu
bölgeyi terk ederek kaçanlar Rumlardır. Türk askerinin bu bölgeye yönelik bir
harekâtı da olmamış, bölge askeri taktik kurallar gereğince sadece kontrol
altına alınmıştır.
1974 sonrasında adanın kuzeyinden, güneyine göç eden 160 bin Rum’un konusuna
gelince!
Böylesi
bir sona neden olan Rum tarafıdır. Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması için
15 Temmuz 1974’de darbe yapan Rum tarafı, sonrasında adada yaşayan Kıbrıs
Türkünün tamamını yok etme harekâtını başlatınca, Türkiye garantör ülke hakkını
kullanarak bu insanlık dışı girişime mani olmuştur.
Dolayısıyla
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk’ünün bu olayların hiçbirisinde ne bir suçu vardır,
ne de gayrı yasal bir girişimi olmuştur.
Kaldı
ki, Kıbrıs Türk Halkının binlercesinin 1963 yılında başlayan Rum mezalimi
nedeniyle Larnaka, Limasol ve Baf’ta bırakmış olduğu binlerce dönüm arazisi,
binlerce evi, onca malının tazmini neredeyse hiç gündeme gelmemiştir.
Rum
tarafı, her müzakere döneminde 160 bin Rum’un yeniden kuzeye, evine ve
arazisine dönmesini talep ederken; Türklerin güneyde bırakmış olduğu mal ve
mülkünün ne olduğunu, ne olacağını dahi açıklamaktan kaçınmıştır.
Ayrıca savaşı kazanan taraf olarak ne
Türkiye’nin, ne de Kıbrıs Türk tarafının 1974 sonrasında güneye göç eden
Rumlara, yeniden evlerinize dönebilirsiniz demek gibi bir mecburiyeti de
yoktur.
Bugüne dönecek olursak:
Türkiye
ve Kıbrıs Türk tarafının yetkilileri, Maraş açılımı ile kısmen de olsa bölgeyi
Rumların yeniden yerleşimine açarken;
kapalı Maraş bölgesinin atalarımızdan yadigâr Osmanlı Vakıf Arazisi
olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurmalı, 1963 yılında Rum mezalimi
nedeniyle göç ederek arazilerini, evlerini, mallarını terk eden, canlarını zor
kurtaran binlerce Kıbrıs Türk’ünün bu mağduriyetlerini giderecek mal, mülk,
arazi tazminat talebini de Rum tarafının önüne koymalıdır.
Maraş açılımı ve ‘Kıbrıs Türk
Devletinin’ telaffuz edilmesiyle adeta 3,5 atan Rum tarafı ise; Kıbrıs’ın
geleceğinin yeniden ele alınacağı bu süreçte bu hususları da düşünmelidir.