RTÜK Başkanı Sn. Davut Dursun’a Açık Mektup

56

Sn. Davut Dursun,

Öncelikle selam sevgi ve hürmetlerimi arz ederim.

Başında bulunduğunuz kurumda bu azız Türk milletinin değerlerine hayırlı hizmetler yapmanızı dilerim.

RTÜK’ ün kuruluş amacını biliyorum da, şu anda ne işe yaradığını merak ediyorum.

Medyanın bir bölümü dizileriyle, programlarıyla bu necip milletin ocağına incir ağacı dikiyor.

Her gün milli ve manevi değerlerini dinamitliyor.

RTÜK seyrediyor.

Sadece bizim değerlerimizi dinamitlemiyor.

Siz milli ve manevi değerlerine saygılı aynı zamanda da bu değerlere karşı hassas olan insansınız.

Hassasiyet göstermeniz ve yasal yetkilerinizi kullanmanız sizin göreviniz.

Bu konuda hassasiyet göstermenizi beklemek de bizim ve bu aziz milletin hakkıdır.

Bizdeki yayınlar,

Uydu aracılığıyla Balkanları, Ortadoğu’yu ve Türkî cumhuriyetlerindeki milli ve manevi değerleri de dinamitliyorlar.

Dinamitlenen değerlerimizin başında en kutsal değerlerimizden biri olan aile değerimiz vardır.

Sn. Başkan, görevinizde sorumluluğunuz da büyüktür.

Bu görevde bulunduğunuz süre içerisinde bu yayınlar sebebiyle yıkılan her yuvadan,

Perişan olan her çocuktan dünyada olmasa bile ahirette sorumlusunuz.

Buradan aileden sorumlu Devlet Bakanımıza ve hükümetimize de bir çağrı yapmak istiyorum, Kanunlar yetersizse lütfen çok geç olmadan gerekli kanuni düzenlemeler yapılmalı.

İktidarın da muhalefetin de bu konuda farklı düşüneceği kanaatinde değilim

Çünkü yozlaşma, çürüme ve kokuşmuşluk bütün toplumu sarsıyor.

Yarın çok geç kalınmış olabilir.

Değerlerimizi inanç ve kültürümüzden bağımsız düşünemeyiz.

Değerler inanç ve kültürün tesiriyle asırlar boyunca oluşmuş bir milleti millet yapan,

O milleti ayakta tutan ve diğer milletlerden ayıran milli ve manevi hususiyetlerimiz ve bize ait özelliklerimizdir.

Bu özellikler bizi diğer milletlerden ayıran ve bizi biz yapan değerlerdir.

Bu değerlerimizi bilip, onları koruyup sahiplenirsek var olmaya devam ederiz.

Aksi takdirde eriyip yok olmaya mahkûm oluruz.

Şunu bilelim ki bu değerlerimizden her gün biraz daha uzaklaşıyoruz.

Asimile oluyoruz, işin ilginç tarafı kendi kendimizi asimile ediyoruz.

Dinamitlenerek yok edilmeye çalışılan değerlerimizin en önemlisi

Aile ve sadakat değeridir.
Şimdi size bilimsel bir kıssa anlatayım.

Kurbağa:
Bilim adamlarının yapmış oldukları araştırmalarda kurbağalar 20 derecedeki suda yaşayamaz, ölürler.

Kurbağanın birisini içerisinde 20 derece sıcaklıkta su bulunan bir kabın içerisine bırakırlar. Kurbağayı suya bırakır bırakmaz kurbağa şiddetli bir vıraklama sesi ve can havliyle zıplayarak dışarı çıkar.

Bunu gören bilim adamları kurbağayı alır yaşayabileceği bir sıcaklık derecesi içindeki suya koyarlar.

Kurbağa hayatından gayet memnundur.

Bilim adamları suyun sıcaklığını her gün bir derece yükselterek sabitlerler.

Kurbağa içerisinde bulunduğu ortamın normal olmadığını her gün bir şeylerin değişerek kötüye gittiğini hisseder, hareketleri yavaşlar, hantallaşır ama ilk günkü gibi aşırı tepki göstermez, gösteremez.

Nihayet suyun sıcaklığı 20 dereceye ulaşır.

Kurbağa ortamın her gün kötüye gittiğinin farkındadır ama ısı birer derece birer derece yükseltildiği içinde gittikçe tepkisizleşir ve tepki veremeden ölür.

Şimdi bunun konumuzla ne ilgisi var diyorsunuz değil mi?

Kısaca izah edeyim.

Aile en kutsal değer değil mi?

Bizim inanç ve kültürümüzde aile nikâhla oluşur.

Gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır.

Şimdi nikâhsız beraberlikler,

Evlilikten kısa bir zaman sonra boşanmalar,

Nişan döneminde yüzük atmalar sıradanlaştı.

Artık muhafazakâr ailelerde bile sıkça görülür oldu.

Televole ve magazin kültürü gayri meşru ilişkileri yaygınlaştırdı.

Babasız dünyaya gelen çocuğun suçu ne?

Hangimiz böyle bir durumda yani (babası belirsiz) bir insan olmak isterdik?

Unutmayalım suyun sıcaklığı her gün bir derece daha yükseliyor.

Eşini aldatan kadınlar ve erkekler.

Erkek arkadaşıyla ailesinden haberli-habersiz gayri meşru ilişkiye girerek hamile kalan kızın durumu önce babadan saklanır.

Baba duyunca biraz kızar sonra mecburen o da durumu kabullenir.

Artık bu tip ilişkiler normal sıradan hale gelir.

Dizilerin âmâcı da buya

Bu dizileri seyreden ailelerde de bu tip ilişkiler zamanla normal hale gelmeye başlar ki;

Başladı bile.

Artık bu tip diziler dindar ailelerde bile seyredilir oldu.

Yengesini, baldızını hamile bırakan,

Sapıklığı sanat gören bir anlayış.

Bu anlayışın içine tükürülür mü?

Yoksa başka bir şey mi edilir orasını bilemem.

Bildiğim bizim ecdadımız tarihte böyle insanlar değildi.

Gelinen durum hem acı hem de utanç vericidir.

Ayrıca bazı muhafazakâr kanallarda affınıza sığınarak eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek cinsinden yapılan yayınlar suçların önlenmesine mi yoksa suçlulara farkına varmadan yol ve yöntem göstermeye yönelik midir.

Batılı tasvir temiz beyinleri ifsat etmez mi?

Bunları seyreden anne baba, kız erkek o hayatı içselleştiriyor ve onlar gibi olmayı normal görmeye başlıyor.

Dikkat edin suyun sıcaklığı kaynama noktasına geldi.

Bu duruma nasıl uyum gösterdiğimizi size şehirli gelin kıssasıyla anlatayım.

Şehirli gelin:

Anadolu’nun bir köyünde büyüyen bir delikanlı üniversite okumak için büyük şehirlerden birine gider.

Okul bitince orada tanıştığı bir kızla evlenir.

Aradan bir müddet geçer gelin beyinin evini köyünü tanımak ister.

Beraberce köye giderler.

Hayatında hiç köy görmeyen bu geline görüntü garip gelir haliyle.

Eve varıp merdivenden tırmanmaya başlayınca burnuna çok ağır kokular gelir.

Aynı koku evin içinde de vardır. (Köylerde evler genellikle iki katlı olur, alt kat dam-kom hayvanlar için, üst kat insanlar içindir.)

Gelin bu kokudan rahatsız olunca hafif bir sesle beyine ailesinin bu evde nasıl yaşadığını sorar, evin çok pis olduğundan şikâyet eder.

Güngörmüş kayınvalide olayı (gelinin tavrını) anlayışla karşılar.

Gelin şehirde büyüdüğü için köylerdeki damdan komdan habersizdir.

O tek bir kom bilir o da internetteki com’dur.

Fakat gelin hanım iyi niyetlidir evi temizleyerek kokuyu gidermek ister.

Kayınvalidesine evi temizlemek istediğini söyler, oda meselenin farkında olduğu için olur cevabını verir.

Gelin hanım yatağı, döşeği, yorganı, yastığı, kabı, kaşığı hulasa evde ne varsa hepsini döker, söker yıkar evin köşesini bucağını günlerce ilaçlı suyla temizler bu iş bir hafta on gün sürer.

Her şeyi yerli yerine koyar.

Kayınvalidesine bak anneciğim ev tertemiz oldu koku falan kalmadı der.

Kayınvalide eline koluna sağlık kızım çok güzel ev mis gibi oldu der.

Artık gelinin burnu kokuya alıştı, kokuyu duymaz ondan rahatsız olmaz oldu, bağışıklık kazandı.

Kokunun kaynağı ev değil evin altındaki hayvanların barınağı (damı-komu)’dır.

Bizimde toplum olarak bu kokuya alışmamız mı gerekiyor?

Yok mu bunun çaresi?