Refleks Tükenmesi veya Aidiyet Aşınması

42

Sizi bilmem; ama Pavlov ismini duyunca benim yüzümde bir tebessüm oluşur. Onun, köpekler üzerinde uyguladığı, lise yıllarında öğrendiğim şartlı refleks deneyi pek hoşuma gider. Bu deneyin, günlük hayatta pek çok karşılığını görüyorum.

Deney şudur: Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalar. Bunu çok kez tekrarlar. Bir süre sonra et vermez; ama zil çalmaya devam eder. Zil sesini duyan köpeklerin, et yiyeceklermiş gibi salyaları akmaya başlar. Bu,”şartlı refleks”tir. Sonuç şudur: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyarıcı (zil sesi),hayvanı, tabiatında olan bir eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır Eğer, sürekli olarak zil çalar; fakat et göstermezseniz bir süre sonra şartlı refleks söner. Devamının sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.

Deneyin bir de ikinci bölümü vardır: Bir gün, Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce korkuyla titreşir; çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtulabilenler, tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır. Hayvan, en ilkel, en doğal durumuna geri dönmektedir.

“Her insan farklıdır, hayvanlarla insanlar bilhassa farklıdır.”demeyin sakın. Eşyanın özünde, özellikle canlılar arasında fıtrat ortaklığı olduğu, güçlü bir hakikattir. İnsan fıtratına en yakın benzerliği dolayısıyla bilim adamlarının deneylerde fare kullandığını hepimiz biliyoruz.

Köpek deyince alınganlık göstermeye gerek yok. Her birimiz aynı yöntemlerle yetiştirilmedik mi, eğitilmedik mi? Evde büyüklerimiz, okulda öğretmenlerimiz, iş yerinde yöneticilerimiz, sosyal hayatta siyasi liderlerimiz; aynı yöntemi kullanmıyorlar mı? Zille yönetiliyoruz, etle umutlandırılıyoruz. Zil çalanlar; umutlarımızın devam etmesi, kendilerine bağlılıklarımızın sürekli olması için arada bir önümüze et atıyorlar. Siyasi kişiler ya birtakım vaatte bulunuyorlar ya milli duyguları ajite ediyorlar ya dini değerleri öne sürüyorlar ya düşmanların bize diş bilediği iddiasıyla bizi kandırıyorlar. Ya ot ya et veriyorlar veya Demokles’in kılıcını başımızın üstünde sallayarak bizi korkutuyorlar.

Bugünlerde zile de ete de tepki vermeyen, her türlü duyarlılığını kaybetmiş insanlarla fazlaca karşılaşıyorum. İlerlemiş yaşlarına rağmen insanları yanlış tanıdıklarını, yaptıkları fedakârlıkların bir enayilik olduğunu, uğradıkları nankörlüğü ve ihaneti hak etmediklerini söylüyorlar. Yaşamaktan istifa etmiş halleri var onların. Kendilerini çok iyi anladığımı söylüyorum. Ancak, içinde bulundukları karamsarlığın kolay geçmeyeceğini de biliyorum.

Kendi hayatımda örnekleri var. Uğradığımız travmalar, değerlerimizi yıkar, düşüncelerimizi tersyüz edebilir. İnsanlarla olan bağımızı koparır, düne kadar dost bildiklerimizi düşman olarak görebiliriz. Bayrağımıza, vatanımıza olan bağlılığımızı yıkabilir, vatanseverlik gibi yüce aidiyet duygumuzu düşmanlığa çevirebilir. Varlığımızın sebebi kabul ettiğimiz maddi ve manevi kıymetlerimiz; bizim kâbusumuz, ruhumuzun ve bedenimizin virüsü olabilir.

Travmaları derinleştirmemek ve uzun süre devam ettirmemek lazım. Kontrol dışında oluşan travmaları hafifletmek, hemen ortadan kaldırmak; kendilerine tabi olunan kişilerin görevidir. Bunlar evde baba, işyerinde müdür ya da patron, toplum hayatında siyasi liderler…

Travmaları ortadan kaldırmak yetmez, tedavi etmek gerekir. Bunun merhemi, sevgi üzerine bitmeyecek bir güven iklimi oluşturmaktır, toplum hayatında bugün ve yarın için bir emniyet tesis etmektir. Bu durum gerçekleştirilmezse Pavlov’un köpeğinden öteye terfi edemeyiz. Hayatımız zil, et ve su baskını arasında geçer. Hakkımız olan insanlık onurunu yakalamadan yaşamış, ömür sermayemizi heder etmiş oluruz.

Herkes durduğu yeri görsün, gideceği yere dümen kırsın ve kendini kilitlesin.