Mübarek bir ayı, Ramazan Bayramını ve 30 Ağustos Zafer Bayramını geride bıraktık. Son senelerde bayramları bayram olarak kutlamaktan uzak kalıyoruz. 30 Ağustos zaferini kazanan, Milli Mücadeleyi Cumhuriyet ile taçlandıran irade ve şuuru kaybetmemeye gayret etmeliyiz. Çeşitli engellemelere, uyutma ve uyuşturma örneklerine rağmen; Milli Mücadeleyi yapan, Cumhuriyeti kuran heyecanı kaybetmemeliyiz. Bunlar kaybedilirse, ne Ramazanları Ramazan olarak idrak edebilir, ne ibadetlerimizi huzurla yapabilir, ne de bayramları bayram olarak kutlayabiliriz.
2000’li yılların başından beri ırkçı teröre yanlış yaklaştırılıyoruz. Yanlışlarımız ülkeyi bugünkü noktaya getirdi. Bazıları özerk yönetim, ayrı bayrak ve egemenliği paylaşma yoluna düştü. Asıl dinlenecekleri dinlemeyip, yeterli istihbaratı toplayamamak şehit sayısını arttırmaktadır. Terörle mücadele daha fazla demokrasi ile çözülemez. Silah bırakmamış, teslim olmamış bir örgütle doğrudan ya da dolaylı müzakere edilemez. Hele hele bazılarına “Sen silahı bırak, isteklerine cevap bulalım” denemez. PKK ile aynı çizgide olan, aynı ihanete silahsız varmak isteyenlerle silaha sarılanlar arasında fark yoktur. Terör örgütü aşırı sol kaynaktan geliyor. Onların Ramazanla alakaları yok. Bunları anlayamayan bazı siyasiler Ramazan’daki saldırıları yadırgadılar.
Türkiye’deki asıl terör milli kimliğimiz olan Türklüğe yöneltilmiştir. Etnik kimlik terörü yönetenlerce desteklenmiştir ve özgürleşme zannedilmiştir. Türk’ü etnisite kapsamında görmek, milli kimlik olduğunu fark etmemek, etnik ırkçılığa ortak olmaktır.
Bu Ramazan bazı gerçekleri görme imkânı bulduk. Büyük şehirlerimizde ve hatta bazı Anadolu şehirlerinde oruca ve oruçluya karşı kayıtsızlık ve saygısızlık dikkat çeker boyuttaydı. 2011 Türkiye Değerler Araştırmasında dindarım diyenler %81 çıkmış ve Ramazanda lokantaların kapatılmasını isteyenler daha önceki yıllara göre %10 artmış olsa bile; Türkiye’deki muhafazakârlaşma, “mahalle baskısı” ile ortaya çıkan durum ve şekil muhafazakârlığıdır. Fikir ve mana derinliğinden yoksundur. Bu eğilim reaksiyoner ve tepkici işaretler taşımaktadır. Bu muhafazakârlık, Batılı kaynakların kontrolünde olduğu sürece, bazıları için sorun yaratmaz; ama aksi olursa, hemen İslami Terör dillendirilir.
Acaba “Dindarım” diyenlerin önemli bir bölümü dini vecibelerini ne ölçüde yerine getiriyor? Çeşitli sebeplerle insanlarımız oruç tutmayabilir; ama sosyal bir yaratık olarak oruçluları rahatsız eden görüntüler vermeye de mecbur değillerdir. Liberal rüzgarlar insanları tekleştirip toplumsuz milletsiz ve adeta devletsiz hale yönelttiği için her türlü kural ve sınırlama özgürlüklere karşı zannedilmektedir. Belki bazılarına göre iradeyi güçlendiren, nefse esareti engelleyen oruç da özgürlüğü kısıtlamaktadır. Ancak oruçluyu hesaba katmamak şeklinde bir tavır dikkat çekmiştir.
Bunun sebepleri arasında; sözde İslami görünüm altında yer alan bazılarının Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerle başkaları adına kavgalı olmaları, Türk’e karşı ırkçılık sergilemeleri, her türlü yolsuzluk ve yanlışlara dini örtü yapmaları, vatandaşın iyi niyetinin istismar edilmesi, samimiyetsizlik, çirkin menfaat hesapları, milli tarih düşmanlığı, bayraksız, vatansız, milli kimliksiz, devletsiz sözde Müslüman arayışı, genç insanları kutsal değerlerinden soğutmaktadır. Ancak hatayı din müessesesinde değil; Müslümanda aramak gerektiği unutulmamalıdır.