Bu
yazıyı aslında daha önce yazmalıydım zira Ramazan-ı Şerif her sene olduğu gibi
bu sene de son sürat gelip geçiyor. Dördüncü iftara ve beşinci teravihe
ulaştığımız bir günde Ramazan yazısı yazmak biraz tuhaf geliyor. Misafirinizle
saatlerce karşı karşıya oturup ancak ondan sonra “Hoş geldin” demek gibi…
Ancak öyle misafirler vardır ki teşrif ettiklerinde hasbıhal etmekten takdim
etmeye fırsat bulamazsınız. Ramazan da öyle bir misafir işte…
Ramazan-ı Şerif geldiğinde onun
huzur veren atmosferini anlatmak adettendir. Çünkü Şehr-i Ramazan huzur
mevsimidir. Gelmesiyle havalar başkalaşır, haneler başkalaşır, sofralar
başkalaşır, ruhlar ve vicdanlar başkalaşır. Başkalaşmalıdır da… Ama bu yazı
Ramazan’ın getirdiği huzura değil getirmesi gereken huzursuzluğa dairdir.
Huzur isyandadır ve isyanın verdiği
huzuru Müslümcü Hareket’in belki de en önde gelen sözcüsü değerli Üstadım
Süleyman Pekin Bey’in kaleminden defaatle okumuşsunuzdur. Okumadıysanız da
mutlaka okuyun. İsyanın felsefesi ve ete kemiğe bürünmüş hali Müslümcü
Hareketse zamanı da Şehr-i Ramazan’dır, üstelik tam zamanı…
İsyan, Peki ama Nasıl?
Tarihte bütün dinler isyan ile
başlar, isyan ile yayılır. Hz. İbrahim’in (A.S.) Nemrut’a ve putperestliğe, Hz.
Musa’nın (A.S.) Firavun’a Mısırlıların kendi soyuna tepeden bakmasına, Hz.
İsa’nın (A.S.) mensubu olduğu İsrailoğlulları’nın maddeciliğine, Resulullah’ın
(S.A.V.) ise insanlığa yakışmayan her şeye isyan ettiğine şahit oluruz. Peki
bizim isyanımız ne? İsyan deyince ne anlıyorsunuz? Kadere isyan, otoriteye
isyan, ana babaya isyan??? Hayır! Bizim konumuz bunlar değil, en azından
şimdilik değil! Gerçek ve halis isyan kişinin kendi benliğine yönelttiği
isyandır. Kendi eksikliklerine, kusurlarına ve hatta fazlalıklarına yönelik bir
isyan…
Oruç tutmak bedene karşı bir
isyandır mesela, açgözlülüğe karşı bir direniştir. Gecenin yarısı sahura
uyanmak uykuya isyandır. İmkânın varken önüne konan sofralara dokunmamak mideye
isyan! Yeterli mi? Asla! Bu ayda, hiç değilse bu ayda, kendisi imkân sahibi bir
açken, imkân sahibi olmayanların açlığına kafayı takıp cimriliğe de isyan
etmelidir insan.
Hak karşısında umursamaz davranıp
güç karşısında, otorite karşısında rükuya eğilen, secdeye kapanan alnına isyan
etmelidir. Haklıyla haksızın mücadelesinde daima haksız olan güçlüye meyleden
kalbine isyan etmelidir. Hatalarına sürekli arka çıkan, her hatasına bir
mazeret üreten aklına isyan etmelidir. Yanlışı kendisine doğru olarak gösteren
gözlerine isyan etmelidir. Kendisine doğrular anlatılırken kapanan kulaklarına
isyan etmelidir. Öteden beri haksızlık karşısında lal kesildiği için haksızlık
karşısında susan o dillerine isyan etmelidir.
Tembelliğine isyan etmeli,
üşengeçliğine isyan etmeli, gevşekliğine isyan etmelidir!!! Gamsızlığına isyan
etmeli, umursamazlığına isyan etmeli, görüp de görmezden gelmesine isyan
etmelidir!!!
Huzur İsyanda
İslam kendine isyan edenlerin
dinidir. Başka vicdanların avukatı kendi vicdanının savcısı olanların dinidir. Sürekli
bir şeylerden şikayet ediyor, bir şeylerin değişmesi gerektiğini söylüyoruz.
Halbuki asıl değişmesi gereken şey tam orada, aynanın karşısında. Bütün
mutsuzluğun, huzursuzluğun kaynağının elalemle uğraşmak olduğunu bir görsek ve
kendi içimize bir dönsek o isyan hareketinin başlaması işten bile değil. Ezeli
kelamda bile demiyor mu zaten?
“Şüphesiz ki, bir toplum kendi
durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d-11)
Kendimizi değiştirmeye isyanla
başlayalım. Kesinlikle göreceksiniz ki huzur isyanda…