Prof. Dr. Zekeriya Beyaz Hoca ile Türkçülük – Milliyetçilik ve İslamiyet ilişkilerini konuştuk.

140

Oğuz Çetinoğlu: Hucurat Sûresi’nin 13. Âyeti ve bu Âyet’i yorumlayan Hadis-i Şerif’lerde yasaklanmış olduğu belirtilen kavmiyetçilikle; ‘Türkçülük’, ‘Milliyetçilik’, ‘Türk milliyetçiliği’ olarak adlandırılan düşünce sistemi arasında bağlantı-ilişki var mıdır? Varsa, neden, yoksa hangi sebeplerle?

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz; Fıtrî (1) olan İslâm dini insanların yaradılışlarında mevcut olan bütün kabiliyet ve hususiyetleri müsbet ve faydalı yolda tatmin etmek ve en güzel şekilde geliştirmek maksadıyla gerekli bütün hükümleri sînesinde taşımaktadır. İslâm, insanın tabiatında -fıtrat ve kabiliyetinde- var olan özelliklerin dejenere edilmesine, zararlı hâle gelmesine, dolaysıyla kısa zamanda sönüp gitmesine karşıdır. Binaenaleyh insan hareketlerine bazı sınırlar koyan İslâm’ın maksadı, insanın bir kısım kabiliyet ve istidatlarının korunması içindir, zararlı hâle gelmesinin önlenmesi içindir. Tersine insanın kendine âit maddî ve manevî özelliklerinin yok olup gitmesi için değildir.

İnsanların belki de, en büyük manevî özelliklerinden birisi olan, aile fertlerinden başlayarak, akrabalarına, soydaşlarına ve bütün milletine karşı ruhlarında bulunan derin sevgi ve şefkat duygusunu İslâm, reddetmek bir tarafa, onları, geliştirmek ve faydalı hâle getirmek için birçok hüküm getirmiştir. Hayvanlarda dahi, cins ve hısımlık itibariyle birbirine yakın olanlar arasında candan bir sevgi ve şefkat hissinin bulunduğunu dikkate alırsak, insanlardaki bu duygunun en mükemmel ve en yüce seviyede olması gerektiğini kabul etmek mecburiyetinde kalırız. Binaenaleyh insanların akraba ve soydaşlarını, kavim ve milletlerini son derece sevmeleri, onlara karşı derin bir şefkat hissi beslemeleri normal olduğu kadar da İslâmî ve insanî bir fazilettir.

Durum bu kadar normal olmasına rağmen, ‘İnsanın kavim ve soydaşını sevmesi ile asabiyet ve ırkçılık arasında bir münasebet var mıdır?‘ Diye zihinlere bir soru gelebilir. İşte böylesi bir sual ashâb-ı kiramdan (2) bir zatın da zihnini işgal etmiş olacaktır ki, bizzat Hazret-i Peygamber (S)’e bu yolda bir soru sormuştur. Ashabın sorduğu suali ve Peygamberimizin verdiği cevabı, İmam-ı Ahmed ve İbn Mâce’nin (*) naklettikleri bir hâdis-i şerîfden görelim:

Ashâbdan bir zât sorar:

İnsanın kendi kavmini (soydaş ve milletini) sevmesi asabiyetten -ırkçılıktan- mıdır Ey Allah’ın Resulü?’

Hz. Peygamber cevaben:

Hayır! Fakat asabiyet -ırkçılık- insanın zulüm görmekte olan kavmine yardım etmesidir.’ buyurmuştur.

Yani insanın kavim ve soydaşını sevmesi, ona karşı şefkat gösterip çeşitli meşru yardımlarda bulunması, İslâm’ın yasakladığı asabiyet ve ırkçılık değildir. Bilâkis bu türlü bir davranış, insanî bir vazife, İslâmî bir fazilettir. Hattâ Allah’ın emridir. İslâm’ın yasakladığı asabiyet, başkalarına zûlm etmekte olan ırkdaşına yardım etmektir. Onun zulmüne ortak olmaktır. Başkalarının hak ve hayatlarını çiğnemek, cemiyetin huzur ve asayişini bozmaktır. Diğer bir ifâde ile soydaşlık gayretini kötüye kullanmaktır. Hak ve adalet prensibinin yerine soydaşlık bağını hâkim kılmaktır. Değilse insanın kendi kavmini sevmesi, ona karşı şefkat ve yakınlık göstermesi İslâm’ın emirleri cümlesindendir.

Burada bir ilim haysiyeti ve vicdan borcu olarak şu gerçeği ifade etmek gerekir ki, bugün memleketimizde ‘ırkçılık‘ olarak suçlanan fikir ve davranışların hemen hemen tamamının İslâm’ın yasakladığı asabiyet ile bir ilgisi mevcut değildir. Yapılan değerlendirme ve suçlamalar ilmî kıymetten ve İslâmî gerçeklerden uzak, indî ve hissî beyanlardan ibarettir. Türk Milliyetçiliği, yâni Türk Milleti’nin maddî-manevî varlığını korumak ve geliştirmeye, yüceltmeye çalışmak azim ve irâdesi hiç bir zaman İslâm’ın yasakladığı asabiyet ve ırkçılık değildir. Bilâkis İslâm’ın emir ve

teşvikleri dahilindedir. Ne zaman Türk Milliyetçileri, soydaşlık adına bir başka Müslüman ve mâsum millete zulüm ederse, hak ve adalet ölçülerinin yerine ırkdaşlık gayretini hâkim kılarlarsa, başka bir mâsum kavmi kendi zulmü altına alan Türklere yardım ederek zulümlerine ortak olurlarsa, işte o zaman Türk Milliyetçileri asabiyet ve ırkçılık ile İslâm’ın yasakladığı bir işi yapmakla suçlanabilir.

Günümüz dünyasında Türkler maddeten ve mânen zulüm ve esâret altındadırlar. İslâm’a göre suç olan bir ırkçılık fiili işleniyorsa, ancak, Müslüman Türk kavmine zulüm ve esâreti revâ gören zâlim emperyalistler tarafından işleniyor. Bir suçlu varsa, ezilen değil, ezendir; mazlum değil zâlimdir, esir Türkler değil, vahşî emperyalistler ve Türklerin haklarına tecâvüz eden kavimlerdir. Müslüman Türklere zulüm edenler; yakın tarihimizde Komünistler, günümüzde ise emperyalistlerdir, Siyonistlerdir. Türk Milliyetçiliği bir emperyalizm ve zulüm aracı olarak değil, meşrû hak ve hürriyetlerini korumak için meşrû müdafaa hareketi olarak doğmuştur. Binaenaleyh Türk milliyetçiliği ırkçılık değildir.

Bugün dünyamızda hangi ideolojinin, hangi fikir sisteminin hâkim olduğuna dair bir sual ortaya atılsa, buna vereceğimiz cevap tek kelime ile ‘milliyetçilik‘ olacaktır. Evet, bütün dünyada uygulanmakta olan bir numaralı ideoloji milliyetçiliktir. Dünyada milliyetçilik fikir sistemi hâkim durumdadır.

Demokrasi, sosyalizm, liberal ekonomi gibi kavramlar milliyetçilik ideolojisinin araç ve yöntemleridir. Milliyetçilik bir milletin madden ve mânen korunması ve geliştirilmesi olduğuna göre, bu amaca ulaşmak için çeşitli zamanlarda çeşitli yöntemler ve araçlar kullanılmaktadır. Dolayısıyla demokrasi, sosyalizm, liberal ekonomi ve benzeri sistemler amaç değil, araç ve metoddur. Asıl amaç milletin korunması, geliştirilmesi, yüceltilmesi, milletin inançlarının, millî kültürünün, hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesidir.

Milliyetçilik, milleti maddeten ve mânen korumak ve geliştirmek idealidir. Bu ideal aynı zamanda dinî bir anlam da ifâde ettiği için, milliyetçiler aynı zamanda Allah’ın rızasını kazanma yolunda da çalışmış olmaktadırlar. Zaten milliyetçiliği geniş anlamda açıkladığımız zaman konu aynı zamanda İslâmî bir anlam da kazanmaktadır. Tabii bu anlam Müslüman milletler için geçerlidir. Türk milliyetçiliğinin İslam ile içice olduğu bir gerçektir.

Dünyada bütün millî devletler, yani Birleşmiş Milletlere kayıtlı 182 devletin tamamı resmen ilan etseler de, etmeseler de, uygulamakta oldukları sisteme demokrasi veya bir başka şey deseler de esas uyguladıkları ideoloji, milliyetçiliktir. Bu gerçeği devletlerin iç ve dış politikalarında kesin ve katı biçimde görmek her zaman mümkündür.

İçişlerinde milliyetçilik: Devletlerin ve milletlerin iç siyasetlerinde ulaşmak istedikleri amaçları, yapmak istedikleri icraatı bir an için düşünelim. Neler yapmak istiyorlar, hangi gayelere ulaşmak istiyorlar? Her devlet öncelikle ve özellikle kendi milletini kalkındırmak istiyor. İktisadî bakımdan halkını refaha ulaştırmak istiyor. Sağlık açısından bütün fertlerini sıhhatli kılmak, herkesi sağlık sigortasına kavuşturmak istiyorlar.

Şehirleşme yönünden bütün devletler halklarının ev edinme ihtiyaçlarını çözmek istiyorlar. Milletinin fertlerini modern şehirlerde mutlu olarak yaşatmak istiyorlar.

Millî kültür ve manevî değerler yönünden bütün devletler ve milletler kendi değerlerini korumak ve geliştirmek için çalışıyorlar. Güvenlik için polis teşkilatı, adalet için mahkemeler kuruyorlar.

Bütün bu hareketler, milletini sevmek, milletini kalkındırmak isteğinin gerekleridir ve milliyetçilik düşüncesinin uygulamalarıdır.

Çetinoğlu: İbn-i Haldun(*) kavmiyetçiliği; kan ve akrabalık bağlarından oluşan ‘nesep kavmiyetçiliği’ ve kavmini sevmek, kavmini yükseltmek düşüncesi temeline oturtulmuş ‘sebep kavmiyetçiliği’ olarak iki gruba ayırır.

Sizin görüşünüze göre, Türk milliyetçiliği düşüncesi, hangi gruptandır?

Görüşünüzü ve görüşünüzü oluşturan sebepleri açıklar mısınız?

Beyaz: Türk milliyetçiliği, bu tasnife göre hiç şüphe yok ki sebep milliyetçiliğidir. Daha doğru bir sınıflandırma ile kültür milliyetçiliğidir. İslam’ın emrine uygun milliyetçiliktir. İslam dini, meşrû

yollarla kişinin kendi soydaşlarını korumasını, müdafaa etmesini ve ona maddî-manevî her türlü yardımda bulunmasını emir ve teşvik eylemektedir.

Maide Sûresi, 2. Âyet’te; ‘İyilikten ve (kötülükten) korunmada birbirinizle yardımlaşınız, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayınız.’ Buyruluyor.

Sosyal hayatın en önemli ve en güzel prensiplerinden biri olduğunda şüphe olmayan Kur’ân-ı Kerîm’in bu emri, bütün Müslüman milletlerin kendi içlerinde ve diğer milletlerle olan münasebetlerinde, yardımlaşmalarında temel esas olarak alınmalıdır. Bu esas dâhilinde Müslüman kavimler birbirleri ile maddî-manevî her türlü yardımlaşmalarda kusur etmemelidirler. Hem de her Müslüman millet önce kendi ferdleri arasında gerçek yardımlaşma teşkilâtı kurmalı, günün şartları ve imkânları dâhilinde birbirlerini ve toplumlarını korumalı ve geliştirmelidirler. Her Müslüman millet kendi fertlerini sosyal güvenliğe kavuşturmalıdır. İkinci derecede olmak üzere her Müslüman millet, diğer Müslüman millet ile maddî-manevî yardımlaşmadan geri kalmamalıdır.

Her hangi bir Müslüman kişinin veya milletin soydaşları bir zulme uğrasa veya bir felâkete maruz kalmış bulunsa, bu durumda, onu korumak ve kollamak, o Müslüman millet ve kişiye İslâmî bir vecîbe haline gelir. Bu davranış hem İslâmî, hem de insanî bir ödevdir. Bu vazifeyi layığı ile yapan, yâni zor zamanlarda soydaşlarına meşru yolda yardım ve müdafaada bulunan kimseler Peygamberimiz (S) in beyanlarına göre hayırlı Müslümanlardır.

Türk milliyetçiliği bu prensipler üzerine kuruludur.

Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz (sav); ‘Ben Arap’ım’ buyurmuşlar. Bir Türk olarak bizlerin de ‘Ben Türk’üm’ demesi İslamiyet’e aykırı mıdır?

Beyaz : Âlemlere rahmet olarak gönderilen, bütün müminlere, hattâ bütün insanlara derin bir şefkat gösteren Hz. Peygamber’in kendi kavmine, soydaşına daha müstesna bir şefkat ve merhamet duygusu beslediklerini, onları koruyup himâye ettiğini, kaynakların incelenmesi açık olarak ortaya koymaktadır. Müslümanlar için bir örnek olan Hz. Peygamber’in bu davranışının gayet normal ve güzel olduğunu söylemeye bile hâcet yoktur. Çünkü Peygamber olmasına rağmen, O da insandı, O da beşerî sıfatları hâiz bir beşerdi.

Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: ‘İnsanlar arasında iki şey vardır ki, onlar için küfürdür: Soyuna sataşmak, dil uzatmak ve ölü üzerine niyâhat (3) eyleme.’

Soyunu inkâr etmek veya kötülemek gibi davranışlar ve soyuna sataşmak, küfür sayılır.  ‘Küfür‘ kelimesi, lügat itibariyle ‘örtmek‘ ve ‘kapatmak‘ manâlarını ifâde ederken, kullanılıştaki manâsı ‘hakikati örtmek, nankörlük etmek ve dinden çıkmak‘ şeklinde ifâde edilmektedir.

Bir Türk’ün, ‘Ben Türk’üm‘ demesi hem bir hak, hem de görevdir.

İnsanları çeşitli milletlere ayıran bizzat yüce Allah’tır. Bugün dünyada her milletin, bir kimlik adı, bir soy adı vardır. İngiliz, Yunan, Arap ve Türk gibi… Bu adlar hemen bütün ülkeler için üç anlam taşımaktadır. Soyadı, kültürel bütünlüğün adı ve vatandaşlık bağı.

Arap kelimesi bir ırkın, bir soyun adıdır. Arap denildiği zaman, öncelikle Arap ırkına mensup olan kimseler hatıra gelir.

İkinci olarak soy itibariyle Arap olmadığı halde Arap kültürü ve dili içinde yoğrulan, yetişip büyüyen ve kendisini Arap sayan kimseler de Arap’tır. Kültürel açıdan Arap sayılan bu kimselere sonradan Araplaşma anlamında, ‘Müstarep‘ denilir.

Üçüncü olarak ırken ve kültür açısından Arap olmayan fakat Arap vatandaşı olan kimselere de, vatandaşlık itibariyle Arap denilir…

Bu sosyolojik gerçek bütün milletler gibi biz Türkler için de geçerlidir. O halde, Türk kelimesi öncelikle bir soy adıdır, bir ırkın adıdır. İkinci olarak ırken Türk olmadığı halde, kültür itibariyle Türk kültürü içinde yetişip büyüyen, Türk kültürünü, Türk’ün bayrağını ve bütün maddî ve manevî değerlerini benimseyen, kendisini Türk hisseden kimseler de Türk’tür. İsterse babası ve anası Türklüğe düşman olan bir başka millete mensup olsun. Üçüncü olarak soy ve kültür itibariyle Türklüğe bağlı olmayan, fakat vatandaşlık bağı ile Türk milletine bağlı olan kimseler, Türk vatandaşıdırlar. Diğer Türkler gibi kanun önünde eşit haklara sahip olurlar. Dolayısıyla ‘Türk kelimesi bir soy, bir ırk adı değildir.’ Gibi görüşler yanlıştır, tutarsızdır ve bilim dışıdır. Türk kelimesi öncelikle bir ırkın adıdır sonra bir kültür zenginliğinin adıdır ve daha sonra da bir vatandaşlık bağının ifadesidir.

Bir insanın kendi kendisini beğenmesi, aynaya baktığı zaman kendisine çekidüzen verip kendi kendisi ile mutlu olması tabii, fıtrî bir olaydır. İnsan kendi kendisini beğenmediği zaman ruhen çökmüş; demektir. Öylesi kimseler aşağılık duygusuna kapılırlar. Aşağılık duygusu insanı intihara kadar sürükleyebilecek bir çeşit ruhî hastalıktır. İnsan ne durumda olursa olsun aşağılık duygusuna düşmemeli, kendisine sevgi ve güven duymalı, kendi varlığını beğenmelidir.

Görülüyor ki bir Türk’ün, bir Arap’ın bir İngiliz’in insan olarak kendi kendisini beğenmesi, kendi kendisi ile şeref duyması her şeyden önce tabii bir olaydır, hatta sağlık belirtisidir, kötü olan kibirdir, böbürlenme ve başkalarını hor görmedir.

Kaldı ki Türklük bir kültürü de ifade eder, bir millet topluluğunu da ifade eder, bir tarihi de ifade eder ve böylece bir yüce medeniyeti ifade eder. Kendi asil milletimizle, şeref duymamız kadar tabii bir şey olamaz. Yüksek kültürümüzle iftihar etmemiz, şanlı tarihimizle öğünmemiz niçin kötü olsun? Niçin günah olsun?

Eğer Türk tarihinin, Türk kültürünün, Türk medeniyetinin ve Türk atalarının beğenilecek ve onlarla övünülecek bir şeyini görmeyeceksek, onları çocuklarımıza nasıl sevdiririz. Çocuklarımızı nasıl atalarının yoluna sevk edebiliriz? Gençlerimize kendi millî örf ve âdetlerimizi, güzel ahlakımızı, maddî ve manevî bütün değerlerimizi benimsetmenin ilk ve temel şartı, o değerleri beğenilen ve onlarla övünülen şeyler olarak kabul etmemizdir. Bütün milletler için de durum böyledir.

Dolayısıyla soyumuzla, tarihimizle, kültürümüzle ve atalarımızla şeref duymamız, onlarla öğünmemiz, bütünü ile Türklüğümüzle ve millî varlığımızla mutlu ve bahtiyar olmamız en tabii hakkımız, hatta görevimizdir.

İslam milletlerin millî değerlerini tevhid inancının(*) özüne ters düşmedikleri sürece meşru ve muteber görür. İslam, getirdiği temel esaslara aykırı olan millî değerleri ise, çirkinliklerden, yanlışlardan temizleyerek muteber kılar. İslam, güzel ve yararlı millî değerleri, olduğu gibi kabul ederek meşru ve muhterem görür.

Son yıllarda İslam adına millî değerlere karşı düşmanca bir tavır takınma eylemleri en hafif tabiri ile İslam’ı doğru anlamamak şeklinde değerlendirilmelidir. Böylesi bir davranış bilinçli biçimde yapılıyorsa, bunun anlamı da İslam’ı yanlış yorumlamak, hatta İslam’a iftira etmek şeklinde görülebilir. Hangi sebepten olursa olsun İslam adına millî değerlere düşmanlık yapmak, hem İslam’a, hem de Müslümanlara zarar verir.

Çetinoğlu: Vatanı ve milleti için yaptığı fikrî ve amelî çalışmaları ile tanınan ve bu yönleri ile topluma mal olmuş insanların, inançlarındaki eksiklik sebebiyle kınanması ve ötekileştirilmesi dinî açıdan nasıl değerlendirilebilir?

Beyaz: Müslümanlar arasında kardeşlik ve sevgiyi, barış ve güvenliliği emreden İslam dini; insanlarda kusur ve noksanlık aramayı, gıybeti, iftirayı, fitne ve fesadı da şiddetle yasaklamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların huzur ve güvenliğini bozan, can ve mal emniyetini tehlikeye düşürenler ve bu türlü bozguncu davranışlar haram kılınmıştır.

Dolayısıyla milletin birlik ve bütünlüğünü bozan, Müslümanları birbirine düşman kamplara bölenler, fitne ve fesat çıkaranlar, anarşi ve terör hareketlerine katılanlar veya onlara yardımcı olanlar Allah katında büyük vebal ve günah altına girmiş olurlar. Hatta İlahi lanete uğrarlar.

Vatanı ve milleti için fikrî ve amelî çalışmalar yapmak Türkçülüktür. Türkülük, aynı zamanda İslamcılıktır.

Türkçülük düşüncesinin ideologu olan Ziya Gökalp, inanç eksikliği ile suçlanan vatanseverlerden biridir.

O; 20. asırda Türk Milliyetçiliği şuûruun uyanmasında, dolayısıyla çökmekte olan Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerinde millî bir Türk devletinin kurulmasında fikir, yazı ve şiirleriyle büyük hizmeti geçmiş bulunan, ünlü ilim ve fikir adamlarımızdan biridir. Kısaca ‘Türkçülük‘ dediği Türk Milliyetçiliğini İslâm dini ile bir ve beraber görenlerin başında yer almaktadır.

Tamamen kültür milliyetçiliğini savunan Ziya Gökalp millet fertlerini birbirine bağlayan ve milleti meydana getiren milliyet esaslarının başında dil ve din birliğini görmektedir. Gökalp, ‘Türkçülüğün Esasları’ isimli kitabında milleti şöyle tarif etmektedir:

Millet lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yâni aynı terbiyeyi almış ferdlerden mürekkep bulunan bir zümredir. Türk köylüsü onu; (Dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder.’

Günümüzde Müslüman olmayanlar da dahil, bir çok kimse İslâm ile Türklüğü bir ve aynı manâda kullanmaktadırlar. Almanya’da Müslüman olup da Türk işçileriyle evlenen Alman kızlarından bahsedilirken ‘Müslüman oldu.’ Yerine ‘Türk oldu.’ Cümlesi kullanılmaktadır.

Kısaca ifâde etmek gerekirse, milliyetçilik bir bakıma, ırk ile dînin birleşmesi şeklinde özetlenebilir.

Vatanı ve milleti için yaptığı fikrî ve amelî çalışmaları ile tanınan ve bu yönleri ile topluma mal olmuş insanlar, aynı zamanda İslamiyet için çalışmışlardır. Şâyet var ise inançlarındaki noksanlığın hesabının sorulması, kul sıfatındaki kimseye verilmemiştir. Dolayısıyla onların kınanması ve ötekileştirilmesi dinen haramdır.

Çetinoğlu: İlahiyatçılar ve din adamları, ‘Bir insanın kavmine olan sevgisinin mâkul ölçüde olanı faydalıdır. Aşırısı gereksiz ve zararlıdır.’Diyorlar.

Bu cümleyi yorumlar mısınız? İlgi ve sevginin ölçüsünün sınırları nasıl çizilmelidir?

Beyaz: Sınır meşruiyettir. Meşru ve güzel olan bir şeyde sınır söz konusu değildir. Zararlı ve çirkin olan her şey zaten haramdır.

İslam, şahsî kibirlenme ve böbürlenmeleri, yersiz iftiharları yasaklamıştır. Hele bir başka Müslüman’ı horlayarak, kendi şahsında var saydığı bir takım faziletlerle büyüklenmek, böbürlenmek, diğer bir Müslüman’ın izzet-i nefsini rencide eylemek, ona karşı küçültücü söz ve davranışlarda bulunmak İslâm’ın asla hoş görmediği, kesinlikle yasakladığı bir davranıştır. Bu çeşit hareketleri İslâm’ın meşru ve güzel gördüğü millî iftihar ile ve kavim kavramına olan sevgi ile birleştirmek, bunları birbirine karıştırmak hem yanlış, hem de zararlıdır.

Kavmine mensup eski atalarının çirkin halleri ile iftihar edilmesi, kavim sevgisinin aşırı olanıdır.

Müslüman olmayan ataların güzel ve meşrû olan, İslam tarafından güzel görülen hal ve hareketleri ile iftihar edilebilir mi?’ Diye sorulacak olursa, Cevap; ‘Evet‘tir. Güzel hal ve hareketlere imrenmek ve özenmek demek olan iftiharın, İslam’a aykırı bir tarafı yoktur.

İslam, millî onur ve iftihar, hatta şahsî şeref ve iftiharı, güzel ve meşru saydığı halde, kavminin iyi ve güzel hareketleri sebebiyle oluşan sevgiyi ve iftiharı, kibir ve böbürlenme hâline getirmeyi bu sebeple diğer Müslümanları horlamayı, onlara hakaret ve zulüm eylemeyi şiddetle yasaklamıştır.

 

 

(1) fıtrî: yaratılıştan, doğuştan, tabii.

(2) ashab-ı kiram: Hazret-i Muhammed’i görmek ve sohbetine ermek şerefini kazanmış kimseler.

(3) niyâhat: ağıt, ölü üzerine iyiliklerini sayıp dökerek ağlamak.

 

 

Önceki İçerikDavutoğlu’nu Bırak Akşener’e Bak
Sonraki İçerikAnamm
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.