Oğuz Çetinoğlu: ‘Tatlı düşman’
olarak da anılan şekerin, pek çok hastalığın anası olduğu söyleniyor. Şeker
hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Sefa
Saygılı: Beyaz şeker alındığında hemen kana karışıyor, kan şekerini hızla
yükseltiyor. Bu yükselen şekeri düşürmek için pankreas bezimiz harekete
geçiyor, insülin salgılayarak yüksek kan şekeri düzeyini aşağı çekiyor.
Çetinoğlu: Şeker düştüğünde mesele halledilmiş mi oluyor?
Prof. Saygılı:
Hayır! Fazlaca düşen kandaki şeker miktarı açlık hissi doğuruyor, yeniden yemek
ve şeker almak ihtiyacı doğuyor. Yâni kısır bir döngü devam edip gidiyor. Böylelikle
fazla gıda alımı oluyor. Şişmanlık bu şekilde ortaya çıkıyor. Ayrıca zamanla
yorulan pankreas bezi yeteri kadar çalışamaz hâle geliyor, ‘diabetes mellitus’
denilen şeker hastalığına zemin hazırlanıyor.
Beyaz şeker tüketimi arttıkça pek çok zarar kişiyi ve
toplumu bekliyor demektir.
Çetinoğlu: Ne tür zararlar?
Prof. Saygılı: Şişmanlık,
şeker hastalığı, karaciğer bozuklukları, safra kesesi hastalıkları, diş
çürümeleri ve çeşitli kanser türleri bunlardan bazılarıdır. Çok fazla şeker
tüketimi, kişinin vücut ağırlığı normal olsa bile, pek çok sağlık problemlerine
yol açar. Bu problemler arasında hipertansiyon (yüksek kan basıncı), şeker
hastalığı, trigliserit adlı kan yağında artma, obezite ve bazı karaciğer
hastalıkları sayılabilir. Bütün bu problemlere rağmen şeker alımını azaltmak
kişi için çok zor olabilir.
Çetinoğlu. Neden?
Prof. Saygılı: Çünkü
şeker bağımlılık yapan bir maddedir. Beyinde sonraki şeker tüketimini teşvik
eden tesir görülmektedir.
Şeker ayrıca yaşlanmayı hızlandırmakta, kardiyovasküler
rahatsızlıkları tetiklemekte, Alzheimer riskini yükseltmekte, ciltte
kırışıklıklar oluşturmakta, kemiklerin güçsüz düşmesine sebep olmakta, kanser
ihtimalini çoğaltmakta, karaciğer ve pankreası harap etmekte, mide
rahatsızlıklarına sebebiyet vermektedir.
Çetinoğlu: Tatlı düşmanın tahribatı çok fazla… Sebze ve meyvelerle
alınan şekerler de aynı tahribatı yapar mı?
Prof. Saygılı: Bahsettiğimiz
şeker, sebze ve meyvelerle alınan şeker değil, yiyeceklere ilâve edilen
şekerdir veya sofra şekeridir.
Çetinoğlu: Tatlandırıcının zararlarından endişe eden pastahâneler;
baklava, tatlılarda ve sütlü mâmullerde beyaz şeker kullanıldığını ilân
ediyorlar. Onları bu şekilde bilgilendirmeye yönlendiren sebepler vardır
mutlaka…
Prof. Saygılı: Beyaz şeker bir sağlık faciası, bünyemiz için
zehir etkili maddedir. Fakat bâzı pastahâneler, beyaz şekerden daha tehlikeli
hattâ öldürücü etkileri olan ve şeker yerine kullanılan mısır şurubu, meyve
suyu konsantresi, maltoz, dekstroz, sukroz, glikoz şurubu kullanmadıklarını
belirtmek için bu yola başvuruyorlar. Bunlar, beyaz şekere nazaran daha
ucuzdur. Fakat daha tehlikelidir. İşlenmiş
şeker elbette zehirdir. Fruktoz ise ondan 7 kat daha tehlikelidir.
Çok daha ucuza mal edilen bu maddeler sağlımızı tahrip eden
facialardır.
Çetinoğlu: Sağlığımızı koruma hususunda alabileceğimiz tedbirler de
vardır mutlaka. Tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Saygılı:
Paket şeklinde veya ambalajlı gıda aldığımızda içeriğine bakılmalı ve zararlı
maddeler içeren gıdalar kullanılmamalı.
Çetinoğlu: Paketli gıdalar denilince ilk akla gelen bisküvi, gofret,
çikolata ve şekerlemelerle kutulu içecekler, meyve suları olmalı…
Dr. Saygılı:
Evet! Özellikle bisküvi, gofret ve şekerlemelerde, konserve ve pastalarda bu
şuruplar yaygın olarak kullanılıyor.
Çetinoğlu: Diğerlerinden uzak durmak mümkünse de bisküvi, pratik ve
hoşa giden bir gıda. Çocukluk dönemlerimizin vazgeçilmeziydi…
Prof. Saygılı:
Hele bir parça lokumu iki bisküvi arasına koyar ve hafifçe ezerek ağzımıza
götürürsek bizden daha mesut yoktu…
İngiltere’nin Oxford Üniversitesi tarafından yapılan
milletlerarası bir araştırmada; bisküvi, dondurma, enerji içeceklerinde
kullanılan yüksek fruktozlu mısır şurubunun (HFCS) Tip 2 diyabeti tetiklediği
ortaya konuldu. Araştırmada, HFCS tüketimi yükseldikçe tip 2 diyabetin görülme
oranı da yüzde 20 arttı.
Günümüzde de çocuklar için bisküvi vazgeçilmez bir besin
durumunda. Fakat bisküvi büyük bir
tehlikeyi de beraberinde taşıyor. Çünkü
bisküvilerin hepsi maalesef yüksek fruktozlu mısır şurubu katılarak imal
ediliyor.
ABD, kişi başına yılda 24 kiloyla en yüksek HFCS tüketiminin
görüldüğü ülke olurken, onu ikinci
sırada Macaristan izliyor. Kanada, Slovakya, Bulgaristan, Belçika, Arjantin,
Kore, Japonya ve Meksika’da HFCS tüketiminin kişi başına yılda 5 kilonun
üzerinde seyrettiği diğer ülkeler arasında yer aldı. Türkiye ise sıralamada 12’nci sırada
bulunuyor.
Uzmanlara göre dünyada ölüm riski en yüksek hastalıklardan
olan tip 2 diyabete karşı HFCS gıda tüketimini engellemek ve azaltmak
gerekiyor.
İşte bu yüzden bisküvi çocuklarımız için büyük bir tehlike
oluşturuyor. Ülkemizdeki hemen bütün bisküvi markalarında maalesef yüksek
fruktozlu mısır şurubu kullanılıyor. Ve çocuklar bisküvi yedikçe mısır şurubu organlarını
tahrip ediyor.
Yetkililere sesleniyoruz:
Bu cinayeti önleyiniz!
Anne-babalara sesleniyoruz: Çocuklarınızı yüksek fruktozlu
mısır şurubu (HFCS) ile imal edilen başta bisküvi olmak üzere tüm gıdalardan
uzak tutunuz!
Çocuklara sesleniyoruz: Yüksek fruktozlu mısır şurubu
katılarak hazırlanan bisküvi, dondurma, çikolata, asitli içecekler ve benzerlerini ağzınıza
koymayınız.
Çetinoğlu: Sağlığımız için bilmemiz gereken bilgiler için teşekkür
ederim. Okuyucularımızın bir kısmı, tavsiyelerinizi mutlaka dikkate alacaktır.
Fakat sağlıklı beslenme ile yediklerinden zevk alma ikileminde yanlış tercihler
kullananlar da olacaktır. Onları
uyaracak tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Saygılı: Biz
yemek yerken tam anlamıyla gerçek bir zevk almasak beynimiz besinlerin sindirim
ve emilimini yeterince sağlayamaz. Gıdaların kalitesi ve onların çiğnenmesi
gibi, zevk almak da fizikî ve zihnî selâmetimiz için gerekli bir şarttır.
Bir yiyecek lezzetli olduğunda, ağızda daha uzun süre
kalması için düzenleme yaparız; onu daha yavaş çiğner, bundan memnun olur,
tadını çıkarır, bize verdiği zevkten yuttuktan sonra da faydalanırız. Bu
zevkten söz ederek, diğer insanlarla paylaşarak bu duyguyu daha da uzatırız,
zevk büyük oldukça sindirim de o kadar iyi olur.
Çetinoğlu: Zannederim ‘zevk’ kavramını açıklamak gerekecek…
Prof. Saygılı:
Pek tabiî. Buradaki zevke dikkat edelim.
Zararlı, yağlı, yumuşak, şekerli ve hatta sütlü çok büyük miktarlarda
endüstriyel (işlenmiş) gıdaların zahmetsizce yeterince çiğnemeye gerek kalmadan
ağızdan geçtiği, boğazdan hiç çabasız kaydığı gıdaların verdiği sanal hoşnutlukla
bu zevki karıştırmayalım.
Aslında çiğnemenin zevki daha çocukluktan aşılanır. Anne
tarafından emzirilmenin azalması, bebeklerin biberonla, çok şekerli sütlerle ve
karışık besinlerle beslenmesi, sütlü ve yağlı besinlerin tat alma kapasitesine
zarar vermesiyle sonuçlanır. Bu anne memesinin eksikliğini, o hiçbir şeye
aldırmadan beslendiğimiz, taşındığımız, sadece yaşamaya bırakıldığımız zamana
muhtemelen büyük bir geri dönme arzusu doğurmuştur. Bunu da büyük ihtimalle
tıka basa yemek yiyerek doldurmaya çalışırız.
Bir bebek veya çocuğa her yemeğin sonunda şekerli bir hazır
gıda veya şekerli yoğurt vermek şeker bağımlılığı oluşturacaktır. Sadece bu
tarz tatlılarla büyümüş olanlar, daha sonra bunlardan yine isteyeceklerdir.
Bebeklerin bu şekilde şekere şartlanmış olduğunu görmek çok
üzücüdür. Buna karşılık annesinin memesinden emdiği sütle yetişmiş, sistematik
olarak şekerli besinler verilmemiş bir bebek daha sonra pasta veya şeker
düşkünü çocuklara dönüşmez. Vücudumuzun elbette şekere ihtiyacı vardır. Ancak
doğal besinlerdeki doğal şeker yeterlidir.
Çetinoğlu: Tehlike büyük. Ültimatom kabilinden tavsiyeleriniz de
olacaktır zannederim…
Prof. Saygılı:
Tabiî gıdalarla beslenme bu tip beslenme yanlışlıklarından yavaş yavaş
kurtulmanın harika bir şeklidir. Organik bir havuç, organik et ve yumurtalar,
yenildiğinde gerçek gıda lezzeti keşfedilir. Marulun, kıvırcığın, salatalığın,
tam tahılların daha çok tadı, lezzeti vardır. Besinlerin kalitesi tat
tomurcuklarının zevkini ortaya çıkarır.
Hazır, pişmiş yemekler, konserveler, dükkânlarda satılan
dondurulmuş gıdalar, tahıllı ve çikolatalı şekerlemeler, süt ürünleri, iştah açıcıları,
aromalı ve şekerli bütün içecekler bu şekilde yeterince çiğnenmeye gerek
kalmayan, bizleri hakîki yeme zevkinden mahrum bırakan besinlerdir.
Bu yüzden yemeklerimizi şekerli bir tatlı ile bitirmekten
vazgeçmeliyiz. Yemeğin sonunda şekerli bir şey yuttuğumuzda ansızın bize
dolgunluk ve doymuşluk hissi veren, midedeki duvarı geren mayalanmaya sebep
oluruz. Bu iş bize artık aç olmadığımıza yani doyduğumuza inandırır. Bu
alışkanlığı yavaş yavaş terk etmek çok faydalıdır. Zira bu şekere bağımlılıktır
ve büyük ihtimalle çocukluktan gelmektedir.
Şeker bağımlısı olup olmadığımızı kolaylıkla şu şekilde
ölçebiliriz: Birkaç gün boyunca basit besinleri hiç şeker katmadan yemeyi
deneyelim. Tabiî şekerli meyvelerden yiyebiliriz ama şekerin diğer
çeşitlerinden uzak durmalıyız.
Eğer şekere bağımlı isek, birkaç günün sonunda yapay şeker
besinlere ihtiyaçla karşı karşıya kalırız. Yemekten sonra tatlı bir yiyecekten
mahrum kalınca, doymuş olmanın hazzını yaşamayanlar, uyuşturucu almayınca
huzura eremeyenlerden farklı değildir.
Çetinoğlu: Şeker bağımlılığının uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ile
aynı olduğunu söylüyorsunuz. Çarpıcı bir ifâde. Çarpıcı olduğu kadar doğru ve
uyarıcı.
Hoşgörünüze sığınarak
bir bilgi de ben vereyim. Dünyâda yarım milyardan fazla diyabet hastası var.
Diyabet, tek başına ölüm sebepleri arasında 6. sırada yer alıyor.
Ültimatom şeklindeki
uyarılarınıza riâyet edenler de çok olur inşallah.
Efendim çok teşekkür
ederim.
Prof. Dr. SEFA 1956 2010’da 2015’den YÖK, Değişik Psikiyatri 40’dan Yayınlanmış |