Prof. Dr. Sâdık K. Tural’dan 4 Adet Muhteşem Eser:

55

 (Beşinci Bölüm)

4-Millî Benlik Ve Kimlik

Prof. Dr. Sâdık K. Tural’ın ‘Millî Benlik ve Kimlik’ isimli eseri;13,5 X 21 santim ölçülerinde 103 sayfadır. ‘Düşündükçe İnsanız’, ‘Zekâ Bir Hazinedir’, ‘Kavram Çeşitleri Üzerine’, ‘Kavramlar Zakânın Anahtarlarıdır’ ara başlıkları altında, kitapta yer alan bilgi hazinesi zengin odaların anahtarları verildikten sonra; Türkiye’de yaşanan kültürle alakalı sıkıntılara teşhis konuluyor: ‘Türkiye’de gruplaşmaların, birbirini dost saymaz tavırların, uzlaşmaz öfkelerin arkasındaki sebep: kavramların tanımlarındaki farklılıklardır.’

Elhak doğrudur. Kendilerinin allâme olduğuna inananlar, hatibin veya bilgilendirenin söylediğini beğenmez ve alternatif fikirler ileri sürmek suretiyle kendilerini tatmin etmeye çalışırlar. Bir kısmı da ‘Arkalarındaki emperyal güçlerin desteğiyle kavram târiflerini kirletir.’ En sâdık düşmanlarımız olarak ‘iç dengelerimizi bozmak ve ayrıştırılmış gruplar oluşturmak için büyük çaba harcar.’ Bin yıldır bu işi, misyonerleriyle yürütüyorlardı. Günümüzde, yerli ve gönüllü devşirilmiş misyonerleri kullanıyorlar.

Türkiye’miz için asıl beka meselesi olan bu faaliyetlerin yürütücüleri, ilk defa bu kadar net bir şekilde Sâdık Tural Hoca’nın cesâretle kaleme aldığı eserinde ifşa ediliyor. Geçmişimizden ve günümüzden örnekler vererek… ABD’ni 1993-2001 yılları arasında yöneten 42. Başkan Bil Clinton; ‘İslâm dünyasına bir halife tâyin etmemiz, bu halkları daha masrafsız yönlendirmemizi sağlayacaktır’ demişti. En sadık düşmanlarımız, 15 Temmuz şanlı direnişi yaşanmasaydı, masrafsız yönetime kavuşacaktı.

Dünya üzerinde hiçbir devlet, bir başka devletin verdiği akılla ve hatta siyâsî ve iktisâdi destekle ve de onun gösterdiği yolda ilerleyerek problemlerinden kurtulabilmiş değildir. Bu gerçeği, Dünya Bankası ve İMF ile canciğer kuzu sarması olduktan çok sonra anlayabilmiş olmamız, Cenâb-ı Allah’ın milletimize bir lütfudur.

Aziz ve muhterem Tural Hoca meseleye, uzmanı olduğu edebiyat penceresinden bakıyor ve gelinen noktayı, kavramların bulanıklaştırılmasının tabîi neticesi olarak görüyor:

Sayıca yüzden biraz fazla kavram vardır ki onların tanımında birleşememiş toplumlarda, öfkeli ayrışmalar ve kinli kamplaşmalar istikrarı yok eder. İstikrarsızlık yaygınlaştığında ahlâk, adâlet, sabır ve erdem kavramlarına bağlı hükümler, zekânın bölümleri üzerindeki etkilerini kaybederler. Kişilerin grupların zekâlarının bazı ana merkezleri işlevsizleşmişse veya işlerliklerini samîmi, güzel ve âdil olma ilkelerini dışlayarak devam ettiriyorsa, o toplumda istikrar kaybolmuş demektir. İstikrar kavramı, dengeli olma ifâdesi ile karşılanabilir; her parçanın veya grubun ana bütünle uyumlu olma işlevini kaybettiği durumlarda istikrar yok olma konumundadır. Bu olumsuzluklar, her türden ilişkiler ağında yaygın ve biçimlendirici ise, rejimi değiştirmek, devleti parçalamak, vatanı bölmek isteyenlerin istediği şartlar oluşmuştur. İstikrarsızlık, emperyal merkezler ile işbirlikçilerinin çok istediği bir ortam olduğundan, iç savaş denemelerinin kapılarını açar.

Acizler şikâyet eder, muktedirler çâre bulur’ sözünün varlığından haberdar olan Tural Hoca, kavram karmaşasından şikâyet etmekle kalmıyor, kavram açıklamalarını vererek karmaşayı, kavgaya dönüşmeden önlüyor. Açıkladığı ana kavramlar 5 adettir: ‘Benlik’, ‘Millî Benlik, ‘Kimlik’ ‘Millî Kimlik’ ve ‘Millî Kültür’…

Açıklamalar sırasında; ‘Benliğin oluşumu ve yansımaları’, ‘Millî benlik ve kimlik kavramlarının rejimle ilişkisi’, ‘Millî benlik düşmanlığı’  gibi ara başlıklar altında önemli detay bilgiler bulunuyor.

***

Kültür; insan kalabalıklarını millet yapan, onu diğer milletlerden ayıran en önemli özelliktir. Ziya Gökalp, eserlerinde her defâsında millî kültürün önemini savunup bir milletten başka bir millete taşınamayacağını ifâde eder. Cemil Meriç ise Ziya Gökalp’in kültür kavramını Fransızcadan düşünce hayatımıza kattığını ifâde ederek, ‘kültür’ kelimesini reddetmiştir. Cemil Meriç kültür diye bir kelimenin olmadığını, Avrupa’da medeniyet mânâsına geldiğini ifâde ederek bu kelimenin yerine daha mânâlı olduğunu söylediği ‘irfan’ kelimesini kullanır.

Kültür kavramı hakkında en geniş bilgileri bulabileceğimiz makaleyi Cemil Meriç kaleme almıştır. Üstat Meriç diyor ki: ‘Medeniyet, muhtevâsı çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen kaypak ve karanlık bir kelimedir ve bu kelime dâima bir başka kelime ile berâberdir: Kültür…’

Meriç’e göre kültür de tıpkı medeniyet mefhumu gibi kaypaktır. Unsurları sonsuz denilecek kadar çok olduğu için tahlil etmek mümkün değildir.

Cemil Meriç, kültürü târif etmenin ne kadar zor olduğu konusunda Lawrence Lowell’in şu sözlerine katıldığını da vurgular: ‘Dünyâda kültürden daha kaypak bir mefhum tanımıyorum. Tasvir edemezsiniz, çünkü bir yerde durmaz. Mânâsını kelimelerle belirtmeye kalkıştınız mı, elinizle havayı tutmuş gibi olursunuz. Bakarsınız ki her yerde hava var, ama avuçlarınız boş.’

20. yüzyılın ortalarında ABD’li iki antropolog Krober ve Kluckhan’ın yaptıkları bir incelemede, kültür ve kavramının tam 164 farklı târifini derlemiştir. Böylece çok eski ve önemli bir geçmişe sâhip olmakla berâber ‘kültür’ kelimesi üzerinde uzun yıllar boyunca bir uzlaşma ortamının oluşturulamadığını görürüz. Kısaca bu konuda ilim adamlarının bile zorlandığı görülür. Bu yüzden, insandan başlayarak onun yaşadığı ve bütünleştiği ortam hususunda değerlendirmeler yapılarak kültürün târifinin yapılması cihetine gidilmiştir. Zamanla umûmî kabul görecek olan bir kültür târifine doğru yol alınacaktır. Fakat burada da, sosyal ilimlerin tabiatı düşünüldüğünde çeşitli eğilimlerin, ideolojilerin ağırlıklı rol oynadığı görülür. Bu düşüncelerle her kişide var olduğunu kabul etmek durumunda bulunduğumuz beynelmilel ve özel vasıflar dışında bir de ‘her kişiyi’ bir gruplar dizisinin üyesi olarak târif eden vasıflar kümesinin bulunduğunu ve bunun kültürü oluşturduğunu belirterek şöyle bir târif yapılabilir: ‘Kültür zihniyetlerin bileşkesinde ortaya çıkan ve topluma kimlik kazandıran değer ve normlardır.’ Buradan hareketle ‘kültürü, bir topluluğu millet yapan ve diğer milletlerden farklı kılan bir hayat tarzı’ bir başka ifâdeyle ‘bir cemiyet, topluluk ve millet için sosyal akrabalık bağlarının ve değerler manzumesinin bütünü’ olarak târif edebiliriz.

 ‘Kültürün bir toplumun hayat tarzı’ olduğu belirtildikten sonra, şöyle de denilebilir: ‘Kültür bir topluluğun, milletin duygu, düşünce ve davranış kalıplarını ihtiva eder; burada başta dil, din, târih, bilgi, san’at, örf ve âdetler, ahlâk gibi unsurlarını ihtivâ eder. Kısaca kişinin bir cemiyetin üyesi olması dolayısıyla kazandığı çeşitli değerler yanında sâhip olduğu diğer bütün mahâret ve alışkanlıkları da ihtiva eden bir bütünden meydana gelen yapıdır.’

Meriç, ‘Kültürden İrfana’ adlı eserine kültürün târifiyle daha doğrusu târifsizliğiyle başlar. Kültürün 161 târifi olduğunu söyleyen Meriç, 39 sayfa devam eden açıklamalarıyla kültürün ne kadar kaypak ve muğlak bir kelime olduğunu ortaya koyar: ‘Tarımdan, idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mânâ… Âdetâ kelime değil, bukalemundur.’ Bir konferansında ‘161 adet târifi olan bir kelimenin aslında tam olarak hiçbir târifi olmadığını’ belirtir.

Merhum Meriç, kültür kavramına Türkçe karşılık olarak Ziya Gökalp’in ‘hars’ kelimesini kullandığını fakat bu ‘bedbaht’ kelimenin halk tarafından beğenilmediğini söyler. Meriç’e göre Fransızca kültürün karşılığı ‘irfan’dır.

Onun, kültür karşılığı olarak teklif ettiği ‘irfan’ kelimesi pek güzel, sevimli, derinlikli ve câzibeli olmasına, ârif, târif ve mâruf gibi akrabalarını dilimize kabul etmiş olmamıza rağmen insanlarımız bu kelimeyi de tutmamış, ‘kültür’ kelimesini tercih etmiştir. ‘Ekseriyetin yanlışta ittifak etmesi mümkün değildir’ özdeyişi gereğince ve de milletimizin tercihine karşı çıkmanın saygısızlık olacağı düşünülerek ‘irfan’ kelimesinden özür dileyip  ‘kültür’ kelimesine bakarsak efendim, Ötüken’den yola koyulduktan sonra hep batıya doğru ilerleyen milletimizin başka türlü bir tercihi elbette söz konusu olmazdı. Ancak hemen belirtilmeli ki bu yöneliş ve ilerleyiş, eski dönemlerde tek muktedirlerin, Tanzimat’tan sonra da millet dediğimiz sessiz çoğunluğun değil, batı hayranı çığırtkan azınlığın tercihidir.

Milletimiz, ‘öz İngilizce, öz Fransızca olmadığı gibi, öz Türkçe de olmaz’ diyerek, öz Türkçecilerin kültür yerine kullanmak istediği  ‘ekin’ kelimesini de, ‘onun yeri ziraattir, tarladır’ diyerek kabul etmedi.

Şurası bir şaşmaz hakîkattir: Türk kültürünün; Müslüman veyâ gayrimüslim… Diğer milletlerin kültürlerinden farklı olarak ihtiva ettiği unsurlar vardır.

Bu konuda Prof. Dr. Erol Güngör* diyor ki: ‘Bir topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak üzere benimsemiş bulunduğu hayat tarzı bütün maddî ve mânevî unsurlarıyla birlikte, toplumun kültürünü teşkil eder.’ O halde Müslüman veyâ Müslüman olmayan, hattâ buna mezhep farklılıkları içinde bulunan Türk topluluklarını da ilâve ettiğimizde görürüz ki, diğer bazı milletlerin kültürlerinde de bulunmakla berâber, ‘âile anlayışı’ ve ‘devlet’ unsurları, Türk’ün bilinen târihî süreci içerisinde başka milletlerden daha farklı ve ağırlıklı bir mânâ taşımıştır.

Türk Millî Kültürü’ denildiğinde ise bütün olumsuzluklar, kendiliğinden keenlemyekün oluverir. Bu olumlu neticeyi Prof. Dr. merhum  İbrâhim Kafesoğlu’na borçluyuz.

Sâdık K. Tural Hoca’nın, ‘Millî Benlik ve Kimlik’ isimli eserinin son cümleleri de saadetlerle bezenen geleceği müjdeliyor:

Ataların ruhunu, târihin ve toprağın ruhunu, yaşanan zamanın ruhu ile henüz doğmamış kuşakların ruhlarını iç aynalarında göremeyenler -ilgi çekicilik gösterip- aydın geçinerek kitleleri bir süre yanıltabilirler. Îman, adâlet, sevgi, saygı ve ahlâk ile bilgi/bilim kavramlarının gerekleriyle yoğrulmuş bulunan aydınların çoğunlukta olduğu toplumlarda istikrarsızlık olmaz. Allaha inanan, ahlâkı olan, inanç, siyâset, hukuk, ticâret, bilim, sanat alanlarında eser ve hizmet verirken, ortak paydayı gözeten aydınların çoğunluğu oluşturduğu toplumlar, istikrarlıdır.

Vatanının bölünmez ve bayındır; devletinin güçlü ve itibarlı; toplumunun bütünleşmiş ve istikrarlı olmasına katkıda bulunmak için çalışan, bilgili, ahlâklı, dünyalığa, kine ve hasede teslim olmayan aydınların sayısını artırmak dışında güvenli bir yol yoktur.

TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI

  Divanyolu Caddesi Nu: 14 Sultanahmet, Fâtih, İstanbul. Telefon: Telefon: 0.212-526 16 15  

Belgegeçer: 0.212- 513 77 49 e-posta: tedev30@gmail.com

(Bitti)

Önceki İçerikEdip ve eğitimci yazar Dr. SÂKİN ÖNER ile Türk-İslâm Ülküsünün Mütefekkiri SEYYİD AHMET ARVASİ Hakkında Konuştuk.      
Sonraki İçerikYalaka!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.