Prof. Dr. MEHMET İNBAŞI Osmanlı’nın Iskân Politikasını, Fetihlerin Kültürel ve Siyasî sebeplerini konuştuk

93

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. MEHMET İNBAŞI İle Tarih Sohbetinin İkinci Bölümünde; Osmanlı’nın Iskân Politikasını, Fetihlerin Kültürel ve Siyasî sebeplerini konuştuk

Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı Devleti, Anadolu’dan Rumeli’ye nüfus iskânı yaparken yerli halkın durumu ne idi?
Prof. Dr. Mehmet İnbaşı: Osmanlı fetihleri devam ettiği sürece şehirler dışında yaşayan Hıristiyan halk, Balkanların daha iç bölgelerine ve dağlık kesimlerine doğru hareket etmişlerdir. Fütuhat sırasında köy ve kasabalarını terk ederek başka bölgelere kaçanların yerlerine, Anadolu’dan büyük ölçüde Türkmen unsuru nakledilmiştir. Bu göç harekâtı daha ziyade Bulgaristan’a doğru olmuştur. Köylü nüfusunu ayrıntılı olarak veren mufassal tahrir defterlerinde (*), Doğu Balkanlarda, Varna’dan Tuna’ya kadar uzanan bölgede Yörük köylerini, yerli Hıristiyan Bulgar köylerinden ayırt etmek kolaydır. Her şeyden evvel aslı Anadolulu olan Türk köylerinde, köy adları, baba-oğul adları, Müslüman-Türk adlarıdır ve bu köyler, yerli Hıristiyan-Bulgar köylerine göre genellikle daha ufak ve fakir köylerdir. Bulgar köylerinde birkaç Müslüman haneye rastlanmaktadır. Bunların İslâmiyet’i yeni kabul eden yerli Bulgarlar olduğu, baba adının Abdullah yazılması ile anlaşılmaktadır. Genel olarak Müslüman olan Bulgarlar, yine kendi köylerinde yaşamaktadırlar. Türklerin bölgeye göçleri ve yerleşmesi, Balkanların nüfus ve ekonomik şartları sebebiyle hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Çetinoğlu: İskân politikasının ekonomik boyutu düşünülüyor muydu?
İnbaşı: Osmanlı Devleti’nde devletin gelirlerini artırmak amacıyla ve eski bir idarecilik ananesinin tecrübelerine dayanan basit ve pratik usullerle reayayı (*), en verimli sahalarda ve rasyonel bir şekilde çalıştırmak maksadıyla yapılan tehcir (*) ve iskânların yanında, yeni fethedilen harap bir memleketi şenlendirmek, askerî sevkıyatı ve erzak tedarikini kolaylaştıracak şekilde, yollar boyunca köyler ve kasabalar kurarak nakliyat ve seyahati teşkilâtlandırmak ve nihayet yabancı bir memlekette diğer düşman unsurlar arasına yerleştirecek Türk ve Müslüman muhacirler ile, siyasî ve askerî emniyeti sağlamak gibi gayeler ile de, devletin sürgün usulüne sık sık müracaat ettiği görülmektedir. Rumeli’nin iskânı hususunda alınmış olan tedbirlerin içinde en dikkati çekeni, bu bölgeye daha ilk günlerden itibaren külliyetli konar-göçer unsurların aktarılmış olmasıdır.
Çetinoğlu: İskân edilen nüfus üzerinde devletin gözetimi söz konusu mudur?
İnbaşı: Osmanlılar, Balkanlara nakletmiş oldukları bu gruplarla, yakından ilgilenmişlerdir. Eski Osmanlı kroniklerine (*) göre, Süleyman Paşa (*) tarafından Gelibolu ve havalisine yerleştirilen Türkmenler daha ziyade Karesi (*) bölgesinden getirilmiştir. Balkanlara adım atan Osmanlıların hızlı bir şekilde ilerlemesini kolaylaştıran sebep, coğrafî olduğu kadar siyasî olaylardı. Tuna vâdisi boyunca Osmanlıların ilerlemesi kolay olmuş ve kısa sürede Eflak ve Moldovya’ya kadar fetihler uzanmıştır. Bunun yanında Bizans’ın gücünü kaybetmesi, Bulgar kralları arasındaki saltanat mücadelesi ve Duşan’ın ölümünden sonra Sırbistan’ın Balkanlardaki nüfuzunu kaybetmesi gibi siyasî olaylar, Osmanlı ilerlemesini hızlandırmıştır.
Çetinoğlu: Fetihlerin yalnızca askerî güçlerle gerçekleştirilmediği, başka etkenlerin bulunduğu iddialarını değerlendirir misiniz?
İnbaşı: Balkan yarımadasındaki hâkimiyetin hızlı gelişmesinin sosyal, kültürel ve siyasî sebepleri vardır. Zira Osmanlı Devleti, Bizans ve Haçlıların getirdiği feodal (*) toprak rejimi ortadan kaldırarak araziyi mîri (*) esaslar dâhilinde işletmeye koymuştur. Ortodoks halka geniş imtiyazlar tanımıştır. 16. asra kadar Balkan yarımadasındaki halkın çoğunluğu gayr-i Müslim idi. Ama bu yapıya rağmen ideolojisi İslâm’dı ve İslam için savaşıyordu. Nitekim Balkanların Boşnak ve Arnavut gibi iki önemli grubu 15. Yüzyılın ikinci yarısında İslam dinine geçtiler.
Çetinoğlu: Dinî faktörlerin rolü oldu mu?
İnbaşı: Balkanların fethinden sonra bir tarafta doğu Müslüman ve Grek Ortodoks dünyası, diğer tarafta batıda Katolik dünyası olmak üzere aralarında çok güçlü bir rekabet vardı. 14. yüzyılın ikinci yarısından beri, bilhassa bu bölgeleri kontrolleri altında tutan Katolik güçler, Osmanlı yayılması ve yerli halk ile birleşip bütünleşmesi karşısında şaşkına döndüler. Bu şartlara göre Balkan Hıristiyanlarının Osmanlılarla barışı ve yakınlaşması politik bir durumu da ortaya çıkardı. İslamî kurallara göre sadece Müslümanların değil, Batı Hıristiyan dünyasının üç ana kolundan birisi olan Ortodoksların da bu birlikte yer alması, Osmanlıların Avrupa’daki yayılmasında etkili olmuştur. Fatih’in kendisini Ortodoksların hâmisi ilan etmesi ile bu politika, daha da güç kazandı.
Çetinoğlu: Bosna’daki Hıristiyanların özel bir durumu vardı…
İnbaşı: Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı Üsküp’te (*) Grek Ortodoks kilisesinin yanı sıra, Yahudiler ve Katolikler de bir arada yaşamaktaydılar. Nitekim Bosna’da bulunan Fransisken Papazlarına temel insan haklarını veren ve onların Bulgaristan’da faaliyetine hoşgörü ile yaklaşan Fatih Sultan Mehmed Han idi.
Çetinoğlu: Rumeli fetihleri, Osmanlı gelişmesine nasıl tesir etti?
İnbaşı: Osmanlıların Avrupa’ya çok erken geçip yerleşmeleri, devlet bünyesinin kuvvetlenmesinde büyük bir âmil oldu. Boş ve zengin topraklar bulup buralarda yerleşmek maksadıyla birçok göçebe unsurlar, fakir köylüler, Rumeli’nin zengin topraklarını elde etmek isteyen sipahiler, Orta Anadolu’dan ve Karesi (*), Saruhan, Aydın ve Menteşe gibi sahil beyliklerden Trakya’ya geldiler. Böylece Osmanlı Devleti Rumeli’den aldığı güçle sürekli kuvvetini artırdı.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın Rumeli’de hızla yayılmasını sağlayan özel sebepler var mıydı?
İnbaşı: Osmanlı fetihlerinin Balkanlarda bu kadar hızlı yayılmasının diğer bir sebebi de, bunun gerçekleşmesinde önemli rol oynayan tarikat şeyhleri ve halkla daha yakın temasta bulunan dervişlerin faaliyetleridir. Bu dervişlerin rollerini üç noktada toplamak mümkündür:
1-Fetihteki rolleri; Bu insanlar geçimlerini sağlamak için gönüllü olarak sefere katılıyorlardı. Bunlar Osmanlı Beyliği’ne gelerek bey ile ilişki kurup yanlarındaki, bazen 50-60 bazen de 150-200 kişilik derviş gruplarıyla beraber Bizans topraklarında birtakım fetihlere katılıyorlardı. Bunun en güzel örneklerinden birisi Geyikli Baba’dır. (*)
2-Türkleştirme ve İslamlaştırmada etkin rol oynuyorlardı. Bu dervişler geçimlerini temin ederken yerleştikleri yerlerde zaviyeler kuruyorlardı. Bu zaviyeler, ya kendileri tarafından veya beyler tarafından yaptıkları fetihlere karşılık olmak üzere, toprakları kendilerine vakfediliyor ve bu şekilde orada yerleşiyorlardı.
3-En önemli fonksiyonları ise, Osmanlı hâkimiyetinin meşrulaştırılmasıdır. Bu insanlar maiyetlerindeki dervişlerin dışında çok büyük kitlelere hitap ediyorlardı. Hatta Osmanlı yüksek bürokrasisi, yüksek askerî erkânı içerisinde de bunların müritleri olan kişiler vardı. Bu şeyh ve dervişler, Balkanlarda kurmuş oldukları zaviye ve tekkeler vasıtasıyla bölgenin gayr-i Müslim halkını etkiliyor ve âdeta Osmanlı ordusunun gelip bölgeyi fethetmesinden önce bir anlamda, halkı psikolojik olarak fethe hazır hâle getiriyorlardı.  Bu zaviye şeyhleri, dindeki müsamahalı tutumlarından dolayı Hıristiyanların daha kolayca ihtida (*) etmelerini sağladıkları gibi, fetih hareketlerine de katılıyorlardı.
Çetinoğlu: Fetihler, Türk-İslam kültürünün yayılmasını sağladı mı?
İnbaşı: Osmanlılar tarafından iskâna tâbi tutulan Türkmenler, Anadolu’dan Rumeli’ye dillerini ve kültürlerini de getirdiler. Bunların çoğu yeni isimler altında, yeni köyler ve yerleşim birimleri kurdular. Bu yönüyle Osmanlı fetihlerinin geçici macera ve çapulcu hareketi değil, kesin bir yerleşme ve yurt tutma gayesini hedeflediği aşikârdır. Dolayısıyla Balkanların fethi sırasında buradaki bazı muayyen bölgeler, yoğun bir göç ve iskân hareketine sahne olmuş, kurulan iskân birimleri ile boşalmış topraklar şenlendirilmiş ve işlenmeye başlanmıştır. Buralara iskân edilen Türkmenler, zamanla buralarda han, hamam, köprü, medrese, zâviye (*), imaret (*), tekke, cami ve mescit gibi Türk-İslam eserleri inşa etmişler ve böylece Balkanları bir Türk yurdu haline getirmişlerdir.
Sultan Birinci Murad’ı müteakiben Yıldırım Bâyezid döneminde Rumeli’nin Türkleşmesi amacıyla daha büyük ölçüde Türkmen unsurun nakledildiği bilinmektedir. Bu nakil sırasında, devlet tarafından kendilerine zengin topraklar verilmek, bütün akrabalarıyla göçecek olanlara yurtluk (*), toprak, tımar (*) gibi imtiyazlar tanınmak suretiyle muhaceret teşvik edilmiştir. Yıldırım Bâyezid devrine ait ilk iskân kaydı 1400-1401 yıllarında tuz yasağına uymayan aşiretlerin nakledilmesi ile ilgilidir. Bu hususta Âşıkpaşazâde’de; (*) ‘…Saruhan ilinin göçer halkı var idi. Menemen ovasında kışlarlar idi. Ol iklimde duz yasağı varidi. Anlar ol yasağı kabul etmezler idi. Bâyezid Han’a bildirdiler. Han dahi Ertugrıl’a haber gönderdi kim. Ol göçer evleri her ne kadar var ise iyice düzene alasın. Yarar kullarına ısmarlayasın. Filibe (*)  yöresine gönderesin. Ertuğrıl dahi atasının sözlerini kabul etdi. Ol göçer evlerü gönderdi. Geldi Filibe (*)  yöresine kondurdular. Şimdiki dem de Saruhan Beğlü dedikleri anlardır. Paşa Yiğit Beğ (*), o kavmin ulusu idi. Ol zamanda anlarun ile bile gelmiş idi.’ şeklinde bir kayıt vardır. Bu bölgeye yapılan iskân neticesinde, 1516 yılına bir Tahrir Defterinde (*) merkezi Tatarpazarı olan nahiyenin Saruhan Beyli adıyla kaydedilmesi, kuruluş aşamasında buraya yoğun bir Türk unsurunun yerleştirilmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yıldırım Bâyezid, Rumeli’nin Türkleşmesinde büyük gayret sarf etmiştir. Nitekim Üsküp (*) ile Niş arasındaki araziye Müslüman Türkleri yerleştirmiştir. Timur’un Anadolu’yu istilasından sonra da göçler yoğunlaşmış, fetret devri (*) sırasında kuvvetli ve nüfuzlu Türk unsurlarını kendi yanlarına çekmek isteyen taraflar vasıtasıyla da, Rumeli’ye Türkmenler sevk edilmişlerdir. 1397’de Mora’da Argos’un fethinden sonra Anadolu’dan bir kısım Türkmen ve Tatar göçmenleri getirilerek Üsküp (*) ve Teselya civarına yerleştirilmişlerdi. Rumeli’ye nakledilenler arasında Tatarlar da bulunmaktaydı. Nitekim Kırım’da iktidar mücadelesini kaybeden Aktav Han / Aktay Han, kendine tabi akraba ve kabilesi ile Tuna’yı geçip Sultan Bâyezid’e iltica etmiş ve onun tarafından Filibe (*) havalisine yerleştirilmişti. Speros Vryonis bunu ‘tipik bir askerî fetih, fakat sayıca oldukça fazla etnik bir göçebe hareketi’ olarak yorumlamaktadır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın iskân politikasının özelliklerinden söz eder misiniz?
İnbaşı: Osmanlıların Balkanlardaki faaliyetleri ile ilgili olarak, meşhur tarihçi Lorga’nın ‘şaşılacak kadar hızlı tempolu’ dediği ilerlemesine, o çağların en önemli sosyal belirleyicisi olan din açısından bakılacak olursa, devletin topraklarında Avrupa’ya nazaran tercih edilecek bir hoşgörünün bulunduğu görülebilir. Nitekim Osmanlılara esir düşen Selanik başpiskoposu Grigorios Palamas, mektuplarında bâzen kendi girişimi ile önde gelen devlet ve din damları ile yapmış olduğu dinî tartışmaları anlatır. Bu tartışmalara hoşgörü ve uzlaşma havasının egemen olduğu görülür. Kaynaklardan anlaşıldığına göre, 14. yüzyılın ortasından beri Osmanlı Beyliği’nde hüküm süren atmosfer, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında uzlaşmacı ilişkilere bütünüyle elverişlidir ve Palamas tarafından resmedilen ortamı da doğrulamaktadır. Nitekim Balkanlar’daki şehirleşme sürecinin temel faktörünü, büyük Balkan tarihçisi Konstantin Jirecek; ‘Osmanlı rejiminde, küçük Balkan devletleri arasındaki sınırlar kalkmış, dolaşım ve ticaret kolaylaşmıştır.’ şeklinde ifâde etmektedir. Osmanlının kendi egemenlik iddiası dışında bu milletler için istediği ortak bir din, dil, kültür iddiası olmamıştır. Eğer Balkanlarda Hıristiyan topluluklarda İslamlaşma, kültür bakımından Osmanlılaşma olmuş ise, bu süreç bir zorlama yahut devlet politikası sonucu değildir. Bu hoşgörü, müellifler tarafından istimâlet olarak isimlendirilmektedir.
Çetinoğlu: Fetihler yalnızca kılıç zoru ile mi gerçekleştirildi?
İnbaşı: Osmanlı yayılışında kılıç kadar, belki ondan da ziyade istimâlet politikası denilen bir uzlaştırıcı politika, temel bir faktör olarak hesaba katılmalıdır.
Çetinoğlu: Konunun uzağında olanlar için, ‘istimâlet politikası’ kavramının açılımını sizden öğrenebilir miyiz?
İnbaşı: Osmanlı kaynaklarında siyasî bir terim olarak kullanılan istimâlet, kendine meylettirme, kendi tarafına kazanma anlamına gelir. Osmanlı Sultanları bir memleketi kendi ülkelerine ilhak etmeden önce başlıca iki yöntemle hareket ederlerdi. Bir taraftan uç dedikleri serhat bölgelerinden uç beylerinin önderliğinde yapılan gazâ akınları ile hudut ötesi halkını yıldırırlar, direnme gücünü kırarlar, sonra o devlet veya halkı istimâlet yoluyla kendilerine yaklaştırırlardı. Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Sırbistan ve Yunanistan’da yerli askerî sınıftarı Osmanlıya sâdık kalmış olan unsurlar, Osmanlı askerî kadrolarına alınır, onların fetih öncesi dönemde tasarruf ettikleri pronia (*) ve baştinaları (*), Osmanlı idaresince kendilerine tımar (*)  olarak verilirdi. Böylece yerli askerî sınıf, Osmanlı hizmetine alınırdı. Bu da istimâlet politikasının, idârece askerî sınıflara teşmili anlamına gelirdi. Böylece fethedilmemiş yerlerin askerî sınıfları, bu gibi garantilerle Osmanlı egemenliği altına girmeye teşvik edilirdi. Bu şekilde Osmanlı askerî kadrolarına girmiş olan yerli elemanlar, birçok sancakta Hıristiyan tımar (*) erleri olarak 15. yüzyıl tahrir defterlerinde (*) sık sık rastlanmaktadır. Bundan başka Balkanlardaki Osmanlı egemenliğini kabul etmiş olan topluluklar, madenci, tuzcu, derbendci (*), çeltikçi (*) vb. gibi çeşitli görevleri de yapmaktaydılar.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın fetih ve istimâlet politikasının çok başarılı olduğunu görüyoruz. Başarıda zirveye ulaşılan dönem olarak hangi zaman dilimini göstermek doğru olur?
İnbaşı: Her dönemde başarılı idi. Bu fetih ve iskân politikası, Sultan 2. Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han döneminde de başarıyla devam ettirilmiştir. 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte Balkanlardaki Ortodoks halk tam manasıyla Osmanlı teb’ası durumuna gelmiştir. Yine Fatih Sultan Mehmed zamanında, Kastamonu ve Sinop’un fethinden sonra, İsfendiyaroğulları Beyliği’nin başında bulunan İsmail Bey de, bütün cemaati ile birlikte Filibe (*) havalisine iskân edilmişlerdir.
Çetinoğlu: Rumeli’deki iskân politikası hangi tarihe kadar devam etti?
İnbaşı: Rumeli’deki bu nüfus artışı, 16. yüzyılda da devam etmiş ve yüzyılın başında 37.435 nefer daha bölgeye nakledilmiştir. 1520-1530 yılları arasında Balkanlardaki 77.268 olan göçebe sayısı, 1570-1580 yıllarında % 51 artarak 116.219’a yükselmiştir.
17. yüzyıldan itibaren ise savaşların uzaması ve devletin Balkanlardaki kontrolünün zayıflaması, iskân edilmiş olan Türkmenlerin yüzyılın sonlarına doğru, bu defa tersine olarak, iskân edildikleri bölgelerden ayrılmalarına, Balkanların doğusuna hareket etmelerine sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Hocam, Balkanlar tarihini özetlediniz. Çok teşekkür ederim. Sonuç yerine kısa bir değerlendirme lütfeder misiniz?
İnbaşı: 1352 yılında Rumeli’ye adım atan Osmanlılar, 20. yüzyıl başlarına kadar, bu bölgede en etkin devlet olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Mübâdele Kanunu ile Balkanlara yerleştirilmiş olan Türkmenlerin bir kısmı tekrar Anadolu’ya gelmişlerdir. Buna rağmen günümüzde Makedonya, Arnavutluk, özellikle Bulgaristan ve Yunanistan’da pek çok soydaşımız varlıklarını sürdürmektedirler.
(İKİNCİ BÖLÜMÜNÜN SONU. ÜÇÜNCÜ VE SON BÖLÜMDE DİPNOTLAR VERİLECEKTİR.) 

Prof. Dr. MEHMET İNBAŞI’nın kısa özgeçmişi:

1964’te Kayseri’de doğdu. 1987’de Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. 1995’te ‘Osmanlılar Zamanında Üsküp Şehr’ başlıklı tezi ile doktorasını tamamladı. 2003’te Doçent, 2008’de Profesör oldu. Halen Balkan şehirleri ve tarihi konusunda çalışmalarını sürdürmektedir.
Yayınlanmış Eserleri:
1- 17. Yüzyıl Kayseri Avârız ve Cizye Defterleri, Kayseri 2011
2- 1500 Tarihli Kayseri Sancağı Mufassal Tapu-Tahrir Defteri, Kayseri 2009.
3- Osmanlı İdaresinde Tortum Sancağı (1549/1650), Yeditepe Yayınları, İstanbul 2008
4- Balkanlarda Fetih ve İskan / Balkanlar El Kitabı Cilt 1, Ankara 2006,
5- Ukrayna’da Osmanlılar; Kamaniçe Seferi ve Organizasyonu (1672), Yeditepe Yayınları, İstanbul 2004
6- Yörükleri (1544/1672), Erzurum 2000
7- 26. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri 1992.
Verdiği Dersler:
Osmanlı Sosyal ve İktisat Tarihi, Lisans, Edebiyat Fak. / Tarih Bölümü
Türkiye İktisat Tarihi, Lisans, Edebiyat Fakültesi /Tarih Bölümü
Avrupa Tarihi, Lisans, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Lisans Üstü, Sosyal Bilimer Enstitüsü
Osmanlı Sosyal Tarihi, Lisans Üstü, Sosyal Bilimer Enstitüsü
Balkan Tarihi (16-X7. Yüzyıl), Lisans Üstü, Sosyal Bilimer Enstitüsü
Osmanlı Kurumları Tarihi, Lisans Üstü, Sosyal Bilimler Enstitüsü

 

Önceki İçerikSarkozy ve 142 Âkil Parlamenter
Sonraki İçerikYeni Anayasa Yapılması Yeni Cumhurbaşkanı Seçilmeden Mümkün Değil
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.