“Eğer yukarıdaki sorulara ciddî bir şekilde cevap arayacak olursanız, karşınızda dünyaya hiç benzeri gelmemiş bir devlet görürsünüz. Bu devleti iyice bilmeden Türk milletini tanımaya, bugün içinde bulunduğumuz çıkmazları izah etmeye imkân yoktur.
“Üzerinde yaşadığımız Türkiye, o devletin bir parçası, halkımız da o devletin sahibi olduğuna göre, bu ülkeyi ve halkı nasıl bileceğiz? Büyüklüğümüzün olduğu kadar küçüklüğümüzün de sebeplerini nasıl bulacağız?” (a.g.e., s.142)
Değerli hocamız, basiretiyle bugünleri de görmüş, bizleri şu sözleriyle, kuvvetle uyarmak ihtiyacını hissetmiştir:
“Şunu katiyen hatırdan çıkarmayalım: Türk milletinin düşmanı çoktur ve bu düşmanlar tarihin her devrinde bize karşı topluca hücum etmişlerdir. Anadolu’ya girişimizden ta 1914′ deki son Haçlı seferine kadar hiçbir zaman karşımızda tek düşman olmadı.
“Bugün bile Batı dünyasında birkaç insaflı münevver ve mütefekkir dışında hemen herkes Türklerin Anadolu’dan kovulmasını ister. Hristiyan dünyasının barışmaz düşmanlığı yanında bir de Kuzey komşumuz Rusya’nın asırlık istîlâ planları bulunmaktadır. Etrafımızdaki devletlerin hepsi ile dost, bir kısmı ile de ittifak içindeyiz, ama bunların hepsi de bizim aleyhimizdedir.
“Dış düşmanlar yetmiyormuş gibi, son zamanlarda kendi çocuklarımızın bir kısmı da Türkiye’yi esir edecek bir sistemin ajanları hâline gelmiş bulunuyor. Bütün bunlara karşı kim duracak? Hangi kuvvet milletimizi eskiden olduğu gibi bundan sonra da koruyacak?
“Elbette ki Türk ordusu. İşte bu ordu bize geçmişimizden kalan en büyük miraslardan biridir ve asıl kuvvetini maziden ecdadın ruhlarından almaktadır.” (a.g.e., s.152-153)
“Cidden şu necîb / asîl milletin sergüzeşt-i hayatı haşmetli, şerefli ve zevkli menkıbelerle dolup taşmaktadır.” (Mehmed Kırkıncı, Fikir Damlaları, İstanbul – Aralık 1992, s.143-144)
“İslâmiyetle mezcolmuş (aynîleşmiş) şu Müslüman Türk milletinin şahsiyet-i maneviyesindeki kabiliyet-i temeddünü (medenî olma kabiliyeti) enzâr-ı âleme (dünyanın nazarına) yeniden arzedilecek ve o, eski satvet ve haşmetiyle bütün milletlere rehber olacak bir mevki-i muallâya (yüksek makama yeniden) oturacaktır.
“İstikbâl buna hâmiledir. Evet, millî şuurla alûde (dolu), imanlı, faziletli, gayretli nesl-i cedît (yeni nesil) bu hakikati, biiznillah (Allah’ın izniyle) tahakkuk ettirecek (gerçekleştirecek)tir.
“(Çünkü) Anadolu, İslâm medeniyetinin bir Medîne-i Münevveresi’dir. O, bir darü’l-hikmettir (hikmet yurdu), bir darü’l-irfan ve bir darü’l-fünundur (ilim ve irfan diyarı), nazar-ı ibretle maziye bakılınca, Anadolu’da gûnâgûn (çeşit çeşit) İslâm medeniyetinin incelikleri, engin ve zengin güzellikleri görülebilir.
“Cihân, Anadolu’nun âfâkından (ufuklarından) intişar ve tecellî eden (çıkıp yayılan) mârifet ziyasiyle (ışıklarıyla) aydınlandı denilse sezadır (değer).” (a. g. e. 145-147)
Velhâsıl, işte Arnavutluk, işte Filistin, işte Afganistan, işte Doğu Türkistan. Devlet otoritesine halel geldiği, devlet zaafa uğradığı takdirde halkın nasıl başsız, başıboş olduğu, nasıl sahipsiz, hâmisiz kaldığı, o milletlerin çoluk çocuk nasıl perişan duruma düştüğü apaçık ortadadır.
Bu ibret tablosu karşısında “Allah devlete, millete zeval vermesin.” diyoruz vesselâm.