Oğuz Çetinoğlu: Muhterem Hocam, içerisinde bulunduğumuz günlerde Alevilik ve Cemevi tartışmaları sıkça tekrarlanıyor. Konu ile ilgili genel bir değerlendirme ile sohbetimize başlayabilir miyiz?
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz: Önce birileri, ‘ Diyanet İşleri Başkanlığı adına bâzı teklifler var‘ diye uydurmalarla ortaya çıktı. Daha sonra finansmanını Hoca Efendi Hizmetinin karşılayacağı ve hatta bugünlerde temeli atılacak olan Cami-Cemevi-Aşevi Kompleksi gündeme getirildi. İster gerçek mânâdaki Aleviler ve isterse Hoca Efendi Hizmeti işin içinde olduğu için bütün Ehl-i Sünnet konuyla alakalı soru işaretleri taşıyor ve belli kesimler de bunu kullanıyorlar.
Çetinoğlu: Hangi konularda soru işâretleri var Hocam?
Prof. Akgündüz: Evvela şunu belirtmek istiyorum ki, Alevî-Sünnî diyalogunun yapılabilmesi için, her ikisinin de ehl-i tevhîd mânâsında ve İslâmın gölgesi altında düşünülmesi gerekir. Aksi takdirde, bugün Alevîliğe, özellikle belli çevreler tarafından öyle mânâlar verilmektedir ki, bu mânâları; Alevîliğin ileri gelenlerinin de din mensubu bir insanın da kabul etmesi mümkün değildir.
Çetinoğlu: ‘Mânâlar‘ kelimesiyle işâret buyurduğunuz hususları açmanız mümkün mü?
Prof. Akgündüz: Maddeler hâlinde özetleyeyim:
1-Alevîlik bir inanç sisteminden ziyâde hayât tarzıdır.
2-Alevîlik öte dünya üzerinde değil bu dünya üzerine; efsâne üzerine değil insan üzerine kuruludur.
3-Osmanlı değil ve Arap hiç değildir.
4-Çoğunlukla Türk, biraz Kürt’tür.
5-Orta Anadolu insanının hayat tarzıdır.
6-İslâmdan etkilenmiştir; ama Şamanist karakter taşır. Kısmen Budizm ve Hıristiyanlığın etkisi altında kalmıştır. Şi’î hareketiyle çok az ilgilidir ve soyut bir Ali sevgisi vardır.
Çetinoğlu: Evet! Bu iddialar sıkça ortaya atılıyor. Gerçeklere aykırı yönlerini de lütfeder misiniz?
Prof. Akgündüz: Bu sözleri söyleyen insan, başta âhireti inkâr etmektedir. İslâmiyet’le olan bağını, sadece Şamanizm’le olan bağı kadar görmektedir. Hz. Peygamber’ e uymayı Arap olmak gibi takdim etmektedir. Bu iddiaların sâhipleri ile adları ne olursa olsun, bizim diyalogumu olamaz. Bu iddiaların sâhiplerinin kestikleri yenmez ve bunlarla kız alınıp verilemez. Buna tarih boyu karşımız çıkan Dürzîler, Nusayriler ve kısaca imanın altı esasını ve İslam’ın beş şartını kabul etmeyen herkes dâhildir. Ben Aleviyim dese de fark etmez.
Çetinoğlu: Bunlar; Sünnilerle bu iddiaları Alevilik adına ileri süren kişiler arasındaki kırmızıçizgiler. Müştereklerimizi de ortaya koyabilir miyiz?
Prof. Akgündüz: Tarih boyu, başta Alevîlerin ve biz Sünnîlerin hürmet gösterdiği on iki imam olmak üzere, Alevîsi ve Sünnîsiyle bütün Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’in temel esasları olan Allah’ı bir bilmekte; Hz. Muhammed’i O’nun hak peygamberi olarak kabul etmekte ve Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğuna iman etmekte ittifâk halindedirler. Bu üçünden taviz verenin, adı ister Sünnî olsun ister Alevî olsun, Müslüman olarak karşımıza diyalog için çıkması mümkün değildir. Ancak başka bir dinin mensubu olarak onunla mu’â-mele edilir. Zann ediyorum ki, bu noktada, hakîki Alevilerden hiçbirinin itirâzı yoktur.
Çetinoğlu: İbâdetler ve yasaklar konusunda durum nedir?
Prof. Akgündüz: Başta İmam Ca’fer-i Sâdık olarak bütün imamlar ve İslâm âlimleri, zarûriyât-ı diniye olarak adlandırdıkları namaz, oruç ve zekât gibi farzları; içki içmemek, fuhuş yapmamak ve kumar oynamamak gibi yasakları, dinin tabi’î parçaları görmede ittifâk halindedirler.
Çetinoğlu: Emir ve yasaklara uymamak ile emir ve yasakları yok farz etmek meselesi de var…
Prof. Akgündüz: Bizim tesbitlerimize göre, bunları yapmamak ayrıdır; reddetmek ayrıdır. Alevî veya Sünnî bir insan, bu saydıklarımızı yerine getirmeyebilir; ancak dinde yoktur demeleri mümkün değildir. Böyle bir inkâr karşısında, Alevî-Sünnî diyalogunun da mânâsı yoktur. Emir ve yasakları uymamakla birlikte, yok farz etmeyenlerle diyalog mümkündür; kestikleri yenilir ve kız alınıp verilebilir. Yeter ki, imanın altı esasını ve İslam’ın beş şartını kabul etsin. Bize göre, Alevilerle diyalog, İslam’ın hükümleri çerçevesinde ve daha müşahhas olarak Bediüzzaman’ın telif ettiğ Dördüncü Lem’anın prensipleri ışığında yapılmalıdır. Aksi takdirde hâtâlar zincirleme birbirini takip edecektir.
Çetinoğlu: Câmi ve Cemevi, İslamî açıdan eşdeğerde mekânlar olarak kabul edilebilir mi?
Prof. Akgündüz: İster Sünni ve isterse her iki gruptan Aleviler iddia etsinler; Cemevleri dini ıstılah olarak mâbed yahut kanunlarda geçtiği şeklinde ibâdethâne kabul edilemez. Zira Cemevi, Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık tarihi boyunca zâviyedir ve tekyedir. Tarikatların zikir merkezidir.
Çetinoğlu: Temiz olmak şartıyla, kilisede veya havrada bile namaz kılınabilirken…
Prof. Akgündüz: Resulüllah’ı diğer peygamberlerden ayıran beş imtiyazdan biri, bütün yeryüzünün O’na mescid kılınmasıdır. Bu mânâda, her yer ibâdet yeridir. Cemevlerinde de namaz kılınabilir; ancak mâbed statüsü verilemez. Bu mânâda Hoca Efendi Hizmetinin tavrını, asla doğru ve dinî bulmuyorum. Diyalog adına dinden tâviz verilmez. Her ne kadar, kültür merkezi kasdediliyor dense de, özellikle konuyu suiistimal etmek isteyenler, bunu kullanacaklardır.
Çetinoğlu: Konunun uzağında bulunanlar için diyalog meselesini daha açık ifâde eder misiniz?
Prof. Akgündüz: Bizim diyalogumuz, Allah’a iman eden, Hz. Peygamber’i hak Peygamber kabul eyleyen ve Kur’an ile O’nun getirdiği emir ve yasakları yaşayamasa bile, reddetmeyen hakîki Alevîlerle olacaktır.
Çetinoğlu: Diğerleriyle diyaloga girilmesinin mahzurları nelerdir?
Prof. Akgündüz: Her iki grup Alevilerle diyaloga girilirse, İslâm’ın tasavvufî ve itikâdî bir kolunun Anadolu âdetleriyle yoğrulmuş şekli demek olan Alevîlikle, bahsi edilen ve Alevîliği yeni bir din gibi kabul eden anlayışı bağdaştırmak mümkün olmayacaktır.
Çetinoğlu: Kırmızıçizgiler koyuyorsunuz…
Prof. Akgündüz: Evet! Tekrar ediyorum:
1-Alevilik ve Bektaşilik Anadolu’da bir tarikat şeklinde yürümüştür ve bu sebeple de Bektaşi ve Alevi tekkelerine veya dergâhlarına son zamanlarda ve özellikle de 28 Şubattan sonra Cem Evi denmeye başlanmıştır. Eskiden beri cem âyinleri vardır. Bu mânâda Cem Evleri tekye veya dergâhtır. Asla mâbed değildir. Eğer mâbed kabul edilirse, Aleviliği müstakil bir din kabul edenlerin görüşü desteklenir ki, hükümet bu günahın altından kıyamete kadar kalkamaz. Batılıların isteği de budur. Aleviliği elen batılı İslamologlar onları müstakil bir din mensubu olarak göstermeye çalışmaktadırlar.
Çetinoğlu: Kaynak belirtmek mümkün mü hocam?
Prof. Akgündüz: Mordechai Nisan, Minorities in the Middle East: a history of struggle and self-expression, (McFarland, 2002)ö sh.118
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Kırmızıçizgilerinizin ikincisi?
Prof. Akgündüz: Avrupa’da yıllardır Türkiye aleyhine iki oyun oynanıyor: Birisi, Kürtler üzerinden ve diğeri de Aleviler üzerinden. Türkiye’yi dışarıdan vurmaya çalışanlar, tıpkı Bahailik gibi, Aleviliği de bağımsız bir din gibi takdim etmeye çalışıyorlar. Bunu şırıngalayan da, bizim Ali ve Muhammed ile alakamız yok; biz Aleviyiz diyen dinsiz grup. Gerçek Aleviler de bundan rahatsızdır kanaatindeyim ve zaten rahatsız olmalılar. Siz eğer, Cem evleri ibâdethane mi değil mi sorusunu bu dinsizliği Alevilik kabul edenlere bıraktınız zaman, iş tamamen çığırından çıkacaktır.
Kırmızıçizgilerin üçüncüsü: Eğer Cem evleri ibâdethane sayılır ve bunlara camiler gibi bazı muafiyetler ve tahsisatlar yapılırsa, birileri de çıkar, bir Nakşibendi Dergâhı açar ve buna mâbed statüsü kazandırmaya çalışır. Türkiye bu kadar karışıklığa tahammül edemez.
Çetinoğlu: Bu gerçeği herkesin görmesi, bilmesi gerek…
Prof. Akgündüz: Dördüncü kırmızıçizgi: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması ve Din derslerinin Anayasadan çıkarılması gibi istekler, Aleviliği yeni bir din olarak sunanların isteğidir.
Beşincisi: Eğer Cemevlerine bütçeden maddî bir destek verilirse, Türkiye’de mevcut bütün tarikatların da bütçeden tahsisat isteme hakkı doğar.
Altıncı ve son kırmızıçizgi: AK Parti hükümeti Kilise ve Havra açma konusundaki hatâsını burada tekrarlamamalıdır. Cumhuriyet döneminde Ecevit Hükümeti bile bu tâvizi vermemiş ve daha doğrusu verememiştir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Meseleyi kesin bir dille ve net çizgilerle ortaya koydunuz.
Prof. Dr. AHMET AKGÜNDÜZ 1955 yılında Diyarbakır’ın Çüngüş Kazası’na bağlı Malkaya Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyde tamamladıktan sonra, Gaziantep İmam-Hatip Lisesi’ni ve Gaziantep Lisesi fen bölümünü bitirdi. 1980 yılında Erzurum Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’nden, 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne Hukuk Tarihi Araştırma Görevlisi olarak giren Akgündüz, 1983 senesinde Mastırını ve 1986 senesinde de ‘İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi‘ adlı teziyle doktorasını tamamladı. 1987 senesinin Kasım ayında Hukuk doçenti olan Akgündüz, aynı yıl Konya Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne ‘Hukuk Tarihi ve İslam Hukuku Doçenti’ olarak tâyin edildi. 1986-1991 yılları arasında Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Uzman Müşavir ve Devlet Arşivleri Danışma Kurulu üyeliği sıfatlarıyla araştırmalarda bulunan Akgündüz, 1993 Eylül’ünde Dumlupınar Üniversitesi’ne Hukuk Profesörü, Ekim 1993′ de aynı üniversiteye bağlı Bilecik İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’ne Dekan olarak tâyin edildi. 1997-1998 ders yılında Princeton Üniversitesi’nde misafir Profesör olarak araştırmalarda bulundu. Hâlen Hollanda’da, Roterdam Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmaktadır. Arapça, İngilizce ve Farsça bilen Akgündüz, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyet Başkanıdır. Yayınlanmış Eserleri: *Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri / 12 cilt. *Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, *İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, *Şer’iyye Sicilleri / 2 cilt (Heyet ile birlikte), *Belgeler Gerçekleri Konuşuyor / 5 cilt, *Eski Anayasa Hukukumuz ve İslam Anayasası, *İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, *Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi, *Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba, *Arşiv Belgeleri Işığında Eshab-ı Kehf ve Tarsus Tarihi, *Arşiv Belgeleri Işığında Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, *Osmanlı’da Harem, *Tabular Yıkılıyor / 2 cilt |