‘Batılı tarihçilerin ortaya koyduğu ‘Çağ Sistemi’ ile Türk tarihi öğretilemiyor.
Fakültelerin tarih bölümlerinin ders programlarına bakarsanız, Türkiye’de yaşadığınıza inanmakta zorlanırsınız.’
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Genel Türk Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. ABDÜLKADİR DONUK
“DÜNYA ÜZERİNDE, KENDİ TARİHİNE BİZİM KADAR AZ YER VEREN BİR BAŞKA ÜLKE YOKTUR.”
Oğuz Çetinoğlu: Geçmişimizle ilgili belgeleri, bir anlamda ‘tarihin tapusu’ olarak değerlendirirsek, Türk tarihçilerinin, tarihi aydınlatma konusunda yeterli derecede belgeye sâhip olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Türk tarihini bütün cepheleri ile ortaya çıkaracak belgelere sâhip olduğumuz söylenemez.
Sebebini şöyle izah edebiliriz. En aşağı dört bin yıllık bir mâziye sâhip olan ecdadımız, üç büyük kıt’a üzerinde 120’ye yakın devlet kurmuş ve yüzlerce kavimle karşılaşmış, yer yer sulh yapmış, çoğu zaman da harp hâlinde bulunmuştur. Dolayısıyla münâsebette bulunduğumuz kavimler yazdıkları ve ‘yıllık’ adı verilen belgelerde menfî ve müspet yönleriyle Türklerden bahsetmişlerdir. Bunlardan bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz: Çin yıllıkları; Rus yıllıkları; Latin ve Grek kaynakları, ayrıca Japon, Moğol, Tibet, Sogd, Hind, Arap, Fars, Ermeni, Süryani, Macar, Leh, Bulgar, Sırp, Portekiz, İspanyol; günümüzde İngiliz, Fransız ve Alman dillerinde yazılmış bilgiler. Ayrıca yine bu ve diğer dil ve lehçelerde yazılmış seyahatnameler.
İşte önce bu dillerde yazılmış belgelerin bir araya getirilmesi ve süratle her birinin Türkçe’ye çevrilmesi lâzımdır. Bu husus 2009 yılına kadar gerçekleştirilemedi. Bir insanın bu kadar dil ve lehçeyi bir ömür dilimi içerisinde öğrenmesi mümkün mü? Rahmetli Hocam Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan; ‘İyi bir tarihçinin en aşağı 13-14 dil bilmesi gerekir.’ derdi. Kısaca zikrettiğim bu sebeplerle bugüne kadar derli toplu bir Türk tarihi yazılamamıştır.
Oğuz Çetinoğlu: Yerli belgelere ulaşma konusunda sıkıntılar yaşandığını düşünüyor musunuz?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Türkiye sınırları içerisinde arşiv ve kütüphanelerdeki belgelere ulaşma konusunda pek sıkıntı yaşandığı söylenemez. Ancak mesela Osmanlılar zamanında çeşitli ülkelere gönderilmiş olan arşiv belgelerine ulaşmamız hususunda sıkıntılar yaşandığını da bilmekteyiz.
Bunun yanında; Kazak, Kırgız, Türkmen, Uygur, Azeri, Özbek ve diğer Türk lehçeleri ile yazılmış belgelere hem ulaşmamız hem de Kril alfabesi ile yazıldığı için okumamız mümkün olmamaktadır.
Oğuz Çetinoğlu: Belgeleri doğru kullanma konusunda istenilen yeterliliğe ulaşılabildiğini düşünüyor musunuz?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Açıkladığım sebeplerle bu sorunuza da ‘evet’ dememiz mümkün değildir.
Oğuz Çetinoğlu: Tarih’e Türk ve Türklük açısından nasıl bakılmalıdır?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Her fert mensup olduğu milletle övünür. Her fert kendi tarihi ile gurur duyar. Bu duyguya hiç kimse mâni olamaz. İçten gelen bu duygu insanı şekillendirir, konuşturur, yazdırır.
Tarih ilmi, objektif olmayı emreder. Doğrusu da budur. Ancak farkında olmaksızın konuşurken veya yazarken insanoğlunun sübjektifliğe kaydığı da görülür. Bâzen bunun farkında bile olamaz. Çünkü insan fıtratı, mensubiyet duygusu, millet sevgisi, ecdat sevgisi, millî tarih şuuru beyne bu şekilde düşünülmesini emreder. Asırlardır tarih konusunda dünyada kim yazmış ise, bu duygudan kurtulamamıştır.
Tekrar edelim ki, ‘Hayır ben veya şu kişi tamamen objektif olarak yazıyorum veya yazıyor…’ Diyor ise, biliniz ki yalan söylüyordur.
Bunun yanında objektif davranayım diye, kendi tarihini karalayan hatta küfür edenler de piyasada bol miktarda bulunmaktadır. Bunların objektif olarak kalem oynattıklarına kim inanır? Niyetini açıkça ortaya koymuş olması objektif davranmadığını ortaya koyar. İçimizdeki Türk düşmanlarını da unutmamak lazım.
Oğuz Çetinoğlu: Bir millete ait olma ve onu benimseme duygusunun sosyolojik ve kültürel açıdan her ferdi tabii olarak milliyetçi yaptığını göz önünde bulundurursak;
Bugün Türk tarihçisinin millî tavrının; ait olduğu toplum, kişi ve insanlık için bir tehdit veya tehlike olarak gösterilmesinin sebebi sizce nedir?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Kendimi bu soruya cevap olarak gösterebilirim. Aşırı sola mensup olanlar beni; ‘milliyetçi, faşist…’ gibi ifâdelerle suçlarlar. Sanki milliyetçi olmak suçmuş gibi. Milliyetçilik mensup olduğu milleti ve devleti sevmek ve yüceltmektir. Herkes bu duygu ile yaşar. İnsan anasını, babasını, ecdadını sevmez mi? Milletini sevmek anayı, babayı sevmek kadar tabiidir.
İkincisi, kendisini aşırı dinci gösterenler milliyetçileri ırkçılık yapmakla suçlarlar. Bizler hiçbir zaman ırkçılık yapmadığımız halde yine de bu ithamdan kurtulabilmiş değiliz. Irkçılık ve milliyetçilik arasındaki farkı anlamayanları ve karıştıranları Allah ıslah etsin. Allah’ın hikmetine sual olunur mu? Allah’ın verdiği kimliği taşımak, sevmek, yüceltmek suç mu? Allah’ın bizi kavimler halinde yarattığı inkâr edilebilir mi?
İşte fertlerin kendi toplumu ve insanlık için tehdit ve tehlike olarak gösterilmesinin sebeplerini öncelikle burada aramak lazım.
Oğuz Çetinoğlu: ‘Kökü mâzide olan âtiyim’ diyen Yahya Kemal Beyatlı gibi geçmiş ve geleceğe ortak bir pencereden bakarak; seksen yıl önceki tarihi tümden yok saymadan da istisnasız bütün padişahlarımızı acımasızca eleştirmeden de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni koruyup yaşatamaz mıyız?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Elbette yaşatırız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, binlerce yıllık tarihimize sâhip çıkarak koruyup yaşatmamız mümkün. Atatürk cumhuriyetin ilk yıllarında bunun temellerini atmış idi. Atatürk’ün ölümünden sonra maalesef bu millî çizgiden uzaklaşılmıştır.
Oğuz Çetinoğlu: Marmara Üniversitesi’nde bir dönem 8 saat Roma Tarihi, 3 saat Türk Tarihi okutuluyordu. İstanbul Üniversitesi’nde de durum pek farklı değil. Türk tarihinden daha çok Mezopotamya, Doğu Roma ve Bizans tarihleri okutuluyor.
Peki böylesine bir üstünlük psikolojisinin yaşatılmaya çalışıldığı ortamda Türk varlığını koruma ve muhâfaza konusunda nasıl bir tarih metodu uygulanmalıdır?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Atatürk’ün ölümünden sonra millî çizgiyi terk ederek birden bire Yunan ve Roma tarihine yöneldik. Neden? 1940 yılından sonra bütün Türkiye’de okutulan kitaplardan % 80 oranında Türk gençliğine Yunan ve Roma tarihi okuttuk ve anlattık, neden? Zikredilen yıllarda basılan 800 adet eserin 759 tanesi Batı Klasikleri adı altında eski Yunan ve Roma dünyasının eseri idi, neden?
Bizler gerçekten 80 yıldır eksiklerimiz, hatâlarımız nerede diye ülke sathına dağılan tarihçiler olarak bir araya gelerek ne düşündük, ne de ciddî çalışmalar içerisine girdik. Hâtta bu millî ve hayatî konuda kafa yoran, kendi devrindeki hocalara ve daha sonraki nesillere ışık tutacak ikazlarda bulunan rahmetli Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun tarihçilik alanındaki inkılap meydana getirecek düşüncelerini dahi görmezlikten geldik.
Bütün bunların neticesinde aynı keşmekeş devam etmekte, maalesef düzeltme yoluna gidilmemektedir. Millî hassasiyetimizi kaybetmiş tarihçiler olarak millete-gençliğe ve tarihe hesap vereceğimiz unutulmamalıdır. Kabahati ilk önce kendimizde aramalıyız. Devleti idâre eden siyâsîlere yüklenerek vebalden kurtulamayız. Bir araya gelerek teşhis etmek suretiyle çözümü idârecilerden beklemek ve onları harekete geçirmek mecburiyetindeyiz.
Oğuz Çetinoğlu: Tarih eğitim ve öğretiminde görülen eksik ve yanlışlıklarımız nelerdir?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Hemen belirtelim ki, Türkiye’de tarihçilik yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Buna rağmen kifâyetsiz kalışımızda suçu daha ziyâde hâlen de tâkibe mecbur olduğumuz eski öğretim sisteminde aramak lazımdır. Kanaatimize göre bu sistem değişmedikçe hamle yapmamız imkânsızdır.
Şöyle ki: Fakültelerimizin Tarih Bölümleri’nde mevcut ‘Çağ sistemi’ kaldırılmalıdır. Çünkü bu sistem sosyal ve kültürel gelişmelerin devamlılık esasında olayların tâkibine imkân vermemektedir. Türk tarihine de uymamaktadır.
Oğuz Çetinoğlu: ‘Çağ Sistemi’ kavramını açıklar mısınız?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Bugün aşağı yukarı çok milletlerin tarihinde kullanılan çağ sisteminin babası Almanya’nın Halle Üniversitesi hocalarından, 1707 yılında ölen Prof. Dr. Ch. Cellarius’dur. Ch. Cellarius tarafından yapılan tasnife göre, İlkçağ’ın sınırı Hıristiyanlığı resmî din olarak kabul eden, 337 yılında ölen Roma İmparatoru Büyük Konstantinus devri veya Batı Roma İmparatorluğu’nun 476 yılında çöküşü kabul edilmiş; İstanbul’un 1453 yılında Türkler tarafından fethine kadar ‘Ortaçağ’; 1453 ile, Fransız İhtilali’nin yapıldığı 1789 yılları arası ‘Yeniçağ’ olarak tespit edilmiştir. Ch. Cellarius’dan sonra 1789’dan zamanımıza kadar olan devreye de ‘Son Çağ’ adı verilmiştir.
Bu çağ sistemi, Avrupa’dan bize de aynen geçmiş ve tarihimiz bu taksime uydurulmak suretiyle bugüne gelinmiştir.
Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de bu sistemin tercih edilmesinin sonuçları ne olmuştur?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Avrupalı kendi yaptığı bu sistemde haklı olarak Akad, Asur, Babil, Urartu ve Grek-Roma tarih ve kültürünü anlatır. Peki biz ne yapıyoruz. Tahminen 1920’lere doğru kabul ettiğimiz bu çağ taksimini hiçbir değişikliğe uğratmadan aynen uygulayarak Türkiye’de Türk çocuklarına mecburî ders olarak Urartu, Grek ve Roma tarihini en ince ayrıntısına varıncaya kadar öğretiyoruz.
Burası Türkiye ise Türk tarihinin İlkçağ’ı nerede? İlk Türk devletleri olarak bilinen Asya Hunları, Tabgaçlar, Avrupa Hunları, Gök-Türkler, Uygurlar, Türgişler, Kırgızlar ve Karluklar hangi çağ sistemi içerisinde öğretilecek? Kendi ülkenizdesiniz, kendi millî tarihinizi öğretemiyorsunuz. Böyle garabet olur mu?
Efendim, ‘Batılı ilkçağın sınırını ve konusunu böyle tespit etti.’ Diye kendi tarihimizi anlatamayacak mıyız? Kendi tarihimizin İlkçağını tespit edemeyiz mi? Grek-Roma tarihinin bütün detayını kendi çocuğumuza öğretmek mecburiyetinde miyiz? Bu çağ dışı çağ sistemine ‘dur’ denilmeyecek mi? Antik çağ dünyasının bugünkü mirâsçılarının başına gelen Yunanlılar kendi çocuklarına bizdeki gibi, Türk tarihini öğretiyorlar mı? Hiç bu mümkün mü?
Türk tarihinin eski çağı tespit edilemediği gibi ortaçağı da maalesef bugüne kadar tespit edilememiştir. Bizde ortaçağın sınırları yaygın olarak İslamiyet’in kabulü ve sonrası şeklinde düşünülerek, hususiyle Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harezmşahlılar, Anadolu Beylikleri ve Atabeylikler devresini ihtiva etmektedir. Ancak bu sınır çizilirken, yine maalesef ortaçağ devresine giren Oğuz-Yabgu Devleti, Hazarlar, Avarlar, Uzlar, Sabarlar, Kuman (Kıpçaklar), Türk Bulgarlar (Tuna ve İtil Bulgar Devleti) ortaçağ devresinde okutulmamaktadır. Bugüne kadar ortaçağ sistemi içerisinde yer alan bir iki hocamız dışında yer alan hocalar neden bu saydığımız Türk devletleri üzerinde çalışma yapmamışlardır?
Oğuz Çetinoğlu: Yeni ve Son Çağlar söz konusu olduğunda durum nedir?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Yeni ve Son çağlar da batı tarihinin kopyası olduğu için Türk tarihine uymamaktadır. Çünkü bu tasnifte yalnız Osmanlı Devleti dikkate alınmış, fakat Türkistan, Çin, Hindistan ve Rusya’daki milyonlarca Türk akla dahî getirilmemiştir. Bugüne kadar yeni ve son çağ sisteminde yer alan insanların Cengiz Han ve İmparatorluğu, Timurlular, İlhanlılar, Çağataylılar, Altınorda, Başkırtlar, Hive, Buhara, Hokand, Kırım, Sibir, Astarhan, Özbek, Kaşgar-Turfan, Türkmen, Azerbaycan Hanlıkları, Delhi Türk Sultanlığı ve Babürlüler konularında çalıştıklarına şahit oldunuz mu? Neden yeni ve son çağ denince sadece Osmanlı Devleti anlaşılıyor?
Ayrıca bugün kısmen de olsa, istiklâllerine kavuşan bugünkü Türk cumhuriyetleri; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan ile yine bugünkü Türk muhtar cumhuriyetleri; Altay, Başkurdistan, Kabartay-Balkar, Çuvaşistan, Gagauz, Hakas, Kırım, Saha, Tuva ve Tataristan ile diğer Türk topluluklarının; Ahıskalılar, Kumuklar, Karaçaylar, Afgan Türkleri ve diğerlerinin tarihleri, kültürleri, son durumları gibi konular nerede anlatılacak? Neden hususiyle son çağ devresinde Türk Tarihi’nin bu bölümleri anlatılmaz, öğretilmez, neden, neden?
İşte ülkemizdeki tarihçilik alanında ‘çağ sistemi’ adı altında oynanan oyunun özeti bu. Mesele sadece Türk Tarihi’nin belirli devrelerinin öğretilip öğretilmemesi değil, bakınız, bu çağ sistemi dolayısıyla, İstanbul’da İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümleri’nde mecburî olarak okutulan şu derslerin öğretilmesinde sıkıntı yaşanmaktadır.
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde haftalık okutulan mecburî derslerden bizi ilgilendiren şunlardır: Eskiçağ Tarihine Giriş (2 saat), Eski Anadolu Tarihine Giriş (2 saat), Eski Mezopotamya Tarihi (2 saat), Bizans Tarihi (2 saat), Eski Mısır Tarihi (2 saat), Eski Anadolu Sikkeleri (2 saat), Avrupa Tarihi (2 saat), Helenistik ve Roma Dönemlerinde Eski Anadolu Tarihi (2 saat)
Ayrıca seçmeli olarak da: Eski Anadolu Tarihi Semineri (1 saat), Eski İran Tarihi (2 saat), Helenizm Tarihi (2 saat), Helenizm Tarihi Semineri (2 saat), Roma Tarihi (2 saat), Roma Tarihi Semineri (2 saat). Toplam: 20 saat.
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde haftalık mecburî olarak okutulan dersler: Eski Anadolu Tarihi (2 saat), Eski Önasya ve Mısır Tarihi I (2 saat), Eskiçağ Kültür Tarihi (2 saat), Eski Önasya ve Mısır Tarihi II (2 saat), Helen Tarihi (2 saat), Roma Tarihi (2 saat), Bizans Tarihi (2 saat), Roma Çağı Anadolu Tarihi I (2 saat), Roma Çağı Anadolu Tarihi II (2 saat). Toplam: 18 saat.
Gelelim Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde haftalık okutulan mecburi derslere: Grek-Roma Tarihi (4 saat), Eskiçağ Tarihi Bibliyoğrafyası (2 saat), Bizans Tarihi (4 saat), Eski Anadolu Tarihi (4 saat). Toplam 14 saat.
Görüldüğü üzere, İstanbul’da üç üniversitenin Tarih Bölümlerinde mecburî olarak adları zikredilen dersler okutulmaktadır. Türkiye’nin diğer üniversitelerinde de aynı manzara ile karşılaşırsınız. Tekrar şu soruyu soralım: Burası Türkiye mi? Yoksa hala Grek, Roma, Helen veya Bizans ülkesi mi?
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)