Parti mi Başkan mı?

369

ABD’de başkanlık sistemi var. Başkan nasıl seçilir? Adayları çıkar. Kendilerini anlatır. Sonra parti, “caucus” denilen başkan seçme toplantısını yapar. Seçilen şahıs, partinin başkan adayı olur. Bütün bu “başkan” sözlerini devlet başkanı için kullandım. Siz de Biden dendiğinde, Trump, Obama vs. dendiğinde bu başkanı anlıyorsunuz. ABD başkanları partilerce aday gösterilir ama bizdeki anlamda partili devlet başkanı değildirler. Onlar partilerine emredemez. Aday gösterilmek için partilerine dil dökerler.

İngiltere’de “parlamenter monarşi” vardır. Seçimi kazanan parti hükûmeti kurar ve onun başkanı, başbakan olur. Bizim terk ettiğimiz sistemdeki gibi. Durum bu noktada bizim eski sistemden de farklılaşır. Parti kendi hükûmetinin icraatından mutlu değilse başkana bir heyet gider ve “ufak ufak istifa et” mesajı verilir. Boris Johnson olayında tam da bu olmuştu. 

ABD’de başkanın partisini ve delegeleri düzenlemesi, İngiltere’de parti başkanının partisinin delegelerini seçmesi diye bir şey söz konusu değildir. Güçlü olan partidir. 

Fransa, Almanya… Demokrasi ile yönetilen hemen bütün ülkelerde güç sıralamasında önce parti, sonra başkan gelir. Bizdekinin zıttı. 

Bizde parti başkanları teşkilatı düzenliyor. Beğenmediklerini feshediyor. Başkan değil MYK fesheder deseniz de MYK başkanı dinler. Bazı partilerde MYK teşekkül eder etmez, üyelere, teşkilat isimleri boş bırakılmış fesih kararları imzalatılıyor. Zaten MYK’ya kimin seçileceği de başkanın iki dudağının arasındadır. Dolayısıyla bizde başkan her şeydir. Bizim sistemde başkan kendisini seçecekleri seçiyor,  onlar da dönüp başkanı seçiyor. Bu mutluluk çemberinin kırılması için başkanın teşkilat işlerini birine devretmesi ve uzun süre ilgilenmemesi, teşkilattan sorumlu kişinin de bile bile başkanın kuyusunu kazması gerekir. Bu pek mümkün değil. 

Tepede başkan en altta seçmen

Ne olursa olsun, parti içi demokrasiyi sıfırlayan bizim sistemde parti güçlü değildir. İktidar başkandadır. Partilerimiz ne eskidir ne de köklü. Yüzyıllarca geriye giden geleneklere dayanmazlar. Bunun belki tek istisnası CHP. Darbelerden o da payını aldı ama bugüne kadar CHP ismiyle gelmeyi başardı. Parti içinde, açıktan, başkana karşı kulis yapılabilmesi de CHP’nin ayrıcalığını gösteriyor. Yanlış bilmiyorsam, genel kurulda mevcut başkanın değiştiği tek parti de CHP’dir. Rahmetli Ecevit, rahmetli İnönü’yü (hem de İnönü’yü!) seçimle yenip başkan olmuştu. Hâlbuki olağan başkan değişmeleri genellikle ölümle veya kasetle oluyor. 

Bütün güç başkanda olunca teşkilat nasıl olur? Merkezden başlayıp en küçük köye ve ilçeye kadar bütün gözler, tepesinde başkanın oturduğu güç piramidine çevrilir. İlçe başkanı il başkanına, il başkanı merkezdeki güç odaklarına, nihayet merkez dâhil herkes başkana bakar. Aşağıya, ne zaman ne de dikkat harcanır. En önemli ve vahim çarpıklık da şudur: Bütün dikkatler piramidin yukarısına döndüğünden, en az zaman ve dikkat payı seçmene ayrılır. Seçmen, piramidin tabanının tabanıdır.

Buradan mahalleye nasıl gidilir?

Geçen pazar günkü yazımda, muhalefetin dikkatini yerele çevirmesi gerektiğini anlatmış ve “mahallelere yönelin” demiştim. Mahalle bizde seçimden seçime görülür gibi olur, sonra yine ihmal edilir. 

Bakınız; demokraside, merkezin teşkilata karşı sorumlu olması beklenir. Yani partiye karşı. Bizde “teşkilattan sorumlu” genel başkan yardımcıları vardır. Kavramın tersliğini görüyor musunuz? Onların görevi teşkilatları kapatmak, açmak, kurmak, dağıtmaktır. 

Bu çarpık hâl nasıl değişir? 

Piramit düzenindekilerin ilk aklına gelecek, mahallelere bakacak birini veya birilerini tayin etmektir. Yani seçmeni yine merkezden tasarlamaktır. Doğrusu, mahallelerin parti teşkilatını yönetmesidir. Gücün alttan yukarıya doğru akmasıdır. Buna demokrasi denir.  

Bu ideal duruma sahip partimiz yok. Ancak, seçimlerde aday yoklaması yapan –ama gerçekten yapan- bir parti bu hâle bir adım yaklaşmış demektir. Partinin yerel örgütlerinin, milletvekili adaylarını belirlemesi. 80 darbesi öncesi bu yaygındı. Şimdi daha ender. 

Seçmen kadar parti üyesi

Bu durumda partimiz yok ama Ak Parti’de bir şekilde eksiklik kısmen gideriliyor. Nedir o “bir şekil”?
Partilerin üye sayılarından ne olduğunu tahmin edebilirsiniz: AK Parti’nin  11.241.230; CHP’nin 1.369.430; İYİ Parti’nin 617.513; MHP’nin 464.092 ve HDP’nin 45.302 üyesi var.  İşi hane halkı düzeyinde düşünürseniz Ak Parti’ye oy veren seçmen sayısı ile üye sayısının birbirine yakın olduğu anlaşılıyor. En altta, seçmen tabanında çalışan üyeler… Geçenlerde Elif Gökçe Aras (@kucukprensiye) bir tweetinde şöyle yazmıştı: “Muhalefetin en en en büyük eksikliği halktan kopuk teşkilat. Halkı ayağına bekleyen bir kibir. AKP teşkilatlanmasında herkes bir şeyin başkanıdır. Mahalle başkanı vardır ya, mahalle başkanı ve bu kişiler sürekli sık sık toplanır, haricinde saha çalışması yaparlar.” 

Parti içi demokrasi yerine işe koşulan üyeler. Partiyi kuran, teşkilatlandıran üyelerden ziyade partiden bir şeyler bekleyen insanlar. Yıllarca süren iktidarın cazibesi… Bu kesinlikle Amerika’nın, Avrupa’nın parti yapısı değil. Yüksek üye sayısına rağmen Ak Parti’de de başkan, partiden güçlü hem de çok güçlü. Ama bu yolla mahalleye erişebiliyorlar. Bu yapı ilerde, şartların değişmesiyle, parti içi demokrasiye de dönüşebilir mi? Bilmiyorum.