Ötüken Neşriyat’tan Muhteşem İki Eser

117

KARA KAM Türk Bitig
(Türk Destanı)

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilâsun’un hazırladığı 20
X 27,5 santim ölçülerinde sert kapak içerisinde mat kuşe kâğıda resimli
sayfaları renkli baskılı 530 sayfadır. Eseri Mehmet Sağ, tuval üzerine akrilik boya ile resimlendirmiştir.

Müellifin, eserini takdim yazısı
(kısaltılmıştır)

Kara Kam’la
tanışıklığımız 1971 yılına kadar gider. Güz aylarının sarı bir günündeydi.
Tunalı Hilmi Caddesinde Dursun Yıldırım’ın evinde. O gün Hunları, Göktürkleri,
Atsız’ı, eski Türklerin dinini ve şamanları konuşmuştuk

. Türk târihinin ve
eski Türk dininin bilinmedik noktalarını yakalamak istemiştik. İlk defa 1971
güzünün, işte o sarı kara gecesinde Kara Kam’ın beni zorladığını hissetmiştim.
Bir yerlerden yol bulmak, bir yerlerden ışık görmek istiyordu. O gece ve
sonraki geceler… Yüreğim ve beynimi çok zorladı. Damarlarımda şiddetli bir
baskı, kalbimde derin bir ürperiş duyduğum çok oldu. Zaman zaman hücrelerimin
tırmalandığını da hissediyordum. Fakat ne o bana ulaşabildi ne ben ona
ulaşabildim. Belki de Kara Kam, sâdece fantezik konuşmalarımızın bir ürünüydü.
Uzun yıllar beni zorlamadı.

………………..

3631 saptan (dizeden)
oluşan Türk Bitig, İstemi Kağan döneminin diliyle yazılmıştır. Türklük biliminde
7-13. yüzyıllar arası ‘Eski Türkçe
olarak adlandırılır. Köktürk alfabesiyle yazılmış Köktürk, Uygur, Yenisey anıt
ve yazıdan, çeşitli alfabelerle yazılmış eski Uygur belge ve kitapları, Arap
harfleriyle yazılmış Karahanlı dönemi eserleri Eski Türkçenin verimleridir. Bütün
bu verimler, 15.000 civarında söz varlığına sâhiptir, İstemi Kağan döneminin
dilini tasarlarken bu söz varlığından Türkçe kökenli olanları kullandım. Metin,
ses ve biçim bilgisi açısından ise tamamen Köktürk dönemine göre
düzenlenmiştir. Bu sebeple metinde, bugünün ölçünlü Türkiye Türkçesinde
bulunmayan iki sese de yer verdim: g (birçok lehçede ve pek çok Anadolu ağzında
bulunan, degiz, aldığız gibi kelimelerdeki damak n’si); n (Bugün sâdece Saha /
Yakut Türkçesinde bulunan y sesine yakın ince n).

Ancak İstemi Kağan
dönemi, bengü taşlardan 150 yıl kadar öncedir. Dolayısıyla destanda benim
tasarladığım kelime ve biçimler de vardır. Oğlan, eren, kızan gibi kelimelere
benzeterek alp+an ‘alplar’, kür+en ‘kahramanlar’, kam+an ‘kamlar’; kutad-,
ered- örneklerine benzeterek kop+ad- ‘çoğalmak’, tar+ad- ‘daralmak’ gibi
kelimeler tasarladım. Kör- ‘görmek’ fiilinden körge ‘basîr, her şeyi gören’,
tokı- ‘vurmak’ fiilinden tokınç ‘vuruş, tokat’, kibir- fiilinden kibrim
‘kıvrım’ gibi sözler türettim. Türevlerinden hareketle yak ‘yakın’, uz ‘uzak’,
yo- ‘yok olmak’ gibi kökler düşündüm. Çok az da olsa çağdaş lehçelerden
yansıyan, fakat bende çok eskiden kalmış izlenimi yaratan kelimelere de yer
verdim: aşık- ‘acele etmek’, yir yağı ‘petrol’. Ança ok ‘ancak’, ol erser ‘meğer,
oysa’ sözleri de benim tasarladığım sözlerdir. Birkaç kelimede de değişkeler
(varyantlar) var olduğunu düşündüm: tıl / til, ış / iş, ilçi / elçi, ıgaç /
yıgaç, kulan / kulun, kulgak / kulkak ‘kulak’, eki / iki, ok / ök ‘pekiştirici
parçacık’ … Bâzı özel isimlerde de aynı şekilde değişkeler olduğunu var
saydım: Türk / Türük, Erkine Kon / Terig Yış, Butak Kız / Yıgaç Kız.

Destan metnini
Türklerin türeyiş efsanelerine; Oğuz Kağan Destanı’na, Ergenekon Destanı’na,
Çin kaynaklarında Motun (Mete) için anlatılanlara dayanarak ben kurguladım.
Destan, evrenin ve insanın yaratılışından başlıyor, Ergenekon’dan çıkışla sona
eriyor. Elbette eski kaynaklarda olmayan, tamamen benim kurguladığım birçok yer
de var.

Destanı, benim
tasarladığım Kara Kam adlı bir kam (şaman) anlatıyor. Kara Kam olağanüstü
özelliklere sâhiptir. Zamanlar ve mekânlar üstüdür, çeşitli donlara (kılıklara)
girer. İşte bu Kara Kam, İstemi Kağan, Bizans elçisini kabul ettiği sırada
gökten gelerek destanı anlatmaya başlar. İstemi, adamları, Bizans elçisi, kara
4 bodun da destanı dinler. Eserde zaman zaman etkileşimli (interaktif) tiyatro
sahnelerine benzer bölümler de vardır. Destan genellikle dörtlüklerle
yazılmıştır ama özellikle etkileşimli bölümlerde vezin tutmaz olur, dağılır.

Destanın adı hakkında
kararsız baldım. Bunun üzerine aklımda olan isimleri yazarak meslektaşlarıma
danışmaya karar verdim. Metnin bölümlerinin listesiyle birlikte baştan, ortadan
ve sondan birkaç parça göndererek onların görüşlerini istedim. Benim aklımdaki
isimler şunlardı: Kam Bitig, Kara Kam Bitig, Iduk Bitig, Kağan Bitig, Yabgu
Bitig, Alp Bitig, Türk Bitig…

Bitig kelimesinde
tereddüdüm yoktu. Kelime eski metinlerimiz için ‘kitap, destan, +nâme’
anlamlarında kullanılmaktaydı. Bunun en tipik örneği 930 yılına âit Irk Bitig’dır.
Eski Türkçede ırk, ‘fal’ demekti ve daha sonra falnâme denilen kitapların ilk
örneği Irk Bitig adını taşımaktaydı. Dolayısıyla isim olarak bitig kelimesini
kullanabilirdim.

Meslektaşlarım beni
kırmadılar ve hemen hepsi cevap vererek görüşlerini bildirdiler. Hepsine çok
teşekkür ederim.

Görüşler iki isimde
yoğunlaştı: Kara Kam Bitig / Kam Bitig ve Türk Bitig / Türk Bitiği. Sonunda ben
de kapakta gördüğünüz isimde karar kıldım.

Türk Bitig, Köktürk
döneminin diliyle yazılmıştı ama sonuçta bugünün okuyucusuna sunulacaktı. Bu
sebeple metni bugünkü Türkçeye aktarmanın gerekli olduğunu düşündüm ve öyle de
yaptım. Bununla yetinmeyerek bir de sözlük hazırladım. Sözlüğün hazırlanmasında
asistanım Nuray Tamir bana yardımcı oldu, kendisine teşekkür ederim. Resimleriyle
kitabı daha değerli hâle getiren ressam Mehmet Sağ’a da çok teşekkür ederim.

Ahmet B. Ercilasun
29.11.2020, 12:00 Alacaatlı / ANKARA

 

 

AHMET BİCAN ERCİLASUN:

1943’te İzmir’de
doğdu. 1962’de İzmir İmam Hatip Okulunu, 1963’te Edremit Lisesini bitirdi.
1963-1967 arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümünde okudu. 1965-1967 yıllarında Ömer Lütfü Barkan’ın
yönettiği Türk İktisat Târihi Enstitüsünde uzman olarak çalıştı. 1967’de
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde
Türk dili asistanı olarak göreve başladı. ‘Kars İli Ağızları – Ses Bilgisi’ adlı çalışmasıyla 1971’de doktor
oldu. 1971’de Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdârî İlimler Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümüne öğretim görevlisi olarak tâyin edildi.
1972-1973’te askerlik görevini yaptı. 1976 Haziranı ile 1977 Ağustosu
arasında ABD’nin Seattle şehrindeki University of Washington’da misâfir
araştırıcı olarak bulundu. ‘Kutadgu
Bilig’de Fiil
’ adlı teziyle 1979’da doçent oldu. 1983-1986 yıllarında ek
görevle Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi
Bölümü’nün başkanlığını yürüttü. Bu görevi sırasında Türk lehçeleri üzerine
yüksek lisans ve doktora tezleri yönetmeye başladı. 1986’da Gazi Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesine profesör olarak tâyin edildi. Aynı yıl bu fakültede
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kurdu. 1986-1990 yıllarında Gazi Üniversitesi
Basın Yayın Yüksek Okulu müdürlüğü yaptı. 1990 sonlarında bir yıl süreyle
Kültür Bakanlığında görevlendirildi; Türk Dünyâsı’ndan çağrılan
akademisyenlerle birlikte Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü
hazırladı. 1993’te Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde Çağdaş Türk
Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünü kurdu. 21 Eylül 1993 – 06 Kasım 2000 târihleri
arasında Türk Dil Kurumu başkanlığı yaptı. 2001 yılında Türkiye – Kırgızistan
Manas Üniversitesinde (Bişkejç) Edebiyat Fakültesi dekanı olarak görev yaptı.
2004-2005 öğretim yılında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki Girne Amerikan
Üniversitesinde bir yıl çalıştı. 2010 yılının Şubat ayında Gazi
Üniversitesinden emekli oldu.

Ahmet B. Ercilasun,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Ocağı, Azerbaycan Kültür Derneği ve
Millî Düşünce Merkezi üyesidir.

Kitap olarak
yayımlanan eserlerinden bâzıları: Bugünkü Türk Alfabeleri, Kutadgu Bilig
Grameri, Moğolistan ve Çin Günlüğü, Türk Dünyâsı Üzerine İncelemeler, Gülnar
(roman), Başlangıçtan 20. Yüzyıla Türk Dili Târihi, Türk Lehçeleri Grameri,
Kâşgarlı Mahmud – Dîvânu Lügati’t-Türk – Giriş-Metin-Çeviri-Notlar-Dizin,Türk’ün
Kayıp Kitabı – Ulu Han Ata (roman) Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları,
Atsız – Türkçülüğün Mistik Önderi, Nehir Destan Oğuznâme (Oğuz Bitig),
Türkçülük Yazıları, Türk Dili Temel Kitabı.

UĞUZ KAĞAN DESTANI

Dr. Rıza Nur’un telif ettiği, Levent Gündüz’ün yayına hazırladığı 21
X 30,5 santim ölçülerinde sert kapak içerisinde mat kuşe kâğıda basılı eser;
198 sayfası Türk alfabesiyle, 252 sayfası Arap harfleriyle tıpkıbasım olmak
üzere toplam 450 sayfadır.

Eseri Yayına Hazırlayan Levent Gündüz’ün
TAKDİM başlıklı yazısı:
(Kısaltılmıştır)

Yakın târihin nev’i
şahsına münhasır isimlerinden Rıza Nur’un gurbette yazmaya başlayıp öz vatanında
tekmil ettiği Uğuz Kağan Destanı, Uğuz Destanları’nın alelâde bir tekrarı
olmanın ötesinde bir eserdir. Zira eser sâhibi bilgi birikimini, fikirlerini ve
hissiyatını mümkün olan en üst seviyede edebî mahsulüne yansıtmıştır. Onun
eserde bâriz biçimde görülen bilgi birikimi, fikirleri ve hissiyatı, Uğuz Kağan
Destanı’nın diğer eserlerinden ayrıştıran, hattâ söz konusu eserin değerini
artıran faktörler olarak kabul edilebilir.

Destanın iskeletini
oluşturan esas metin, Uğuz Destanları7nın arkaik yönünü daha iyi yansıtan,
Uygur harfleriyle kaleme alınmış Uğuznâme yazmasıdır.  Diğer Uğuznâmelerdeki Müslümanlık tesiri bu
yazmada yoktur. Bahse konu yazmanın eksik olması veçhile Rıza Nur, boşlukları
-en başta 1925’te yayınladığı Şecere-i Türk olmak üzere- Uğuz’dan söz eden
diğer eserlerle doldurmuş, Türk mitolojisinden yararlanarak Müslümanlık
tesirini kendince izâle etmiş, Uğuz’u büsbütün Şamanî bir çehreye
büründürmüştür. Uğuznâme metinleriyle de yetinmeyerek sâir Türk destanlarından,
Dede Korkut Kitabı’ndan,  hatta
Şâhnâme’den parçalar yahut karakterler devşirmiştir. Bâzı mısralarda çağdaşı
Türkçü şâirlerin tesiri görülür. Tabiat tasvirleri, mitolojik ve kültürel
öğeler ile savaş sahneleri pürüzsüz olmasa bile edebî açıdan dikkate şayandır.
Uğuz Kağan Destanı’nın ‘Başlangıç’, ‘Destana Başlama’ ve ‘Sonunç’ bölümleri dikkat çekecek
miktarda otobiyografik mâlûmat içerir. Rıza Nur’un eser boyunca kendini
hissettiren ruh hâli bilhassa bu bölümlere yansımıştır. Destanın baş kahramanı
Uğuz Kağan -destanda Uğuz Han olarak da anılır- bazı kısımlarda âdeta Rıza
Nur’la aynı kişiye dönüşür, onun düşüncelerini, ideolojisini dile getirir.

Eserin dili ve
kendine özgü üslubu dikkat çekicidir. Rıza Nur, Fransa’da Türk Şiirbiligi  ile Türk Şiirinin Evolusyonu Târihi ve
Analitik (Tahlilî) Tetkiki adlı eserlerini yazarken Babur’un, Ali Şir
Nevayî’nin ve sâir isimlerin eserlerini incelediği için Çağataycaya hâkimdir.
Bu birikimini Türkiye Türkçesiyle yazdığı birçok esere yansıtmıştır. Şâirin ilk
yayınladığı opera çevirisinin ön sözünde yer verdiği satırlar her bir eseri
için olduğu kadar Uğuz Kağan Destanı için de geçerlidir. Onun bu tavrı aynı zamanda
Türkçeciliğinin de bir özeti mahiyetindedir.

Rıza Nur’un şâirliği
vasat -belki vasatın da altında- sayılabileceği için, şiirleri, diğer eserleri
kadar dikkat çekmemiştir. Mânevî evlâdı Hüseyin Nihâl Atsız da bu edebî
vasatlığa değinmekle beraber Rıza Nur’a ait şiirler arasında en beğendiği iki
eserden biri olarak Uğuz Kağan Destanı’m zikreder.  Rıza Nur kendi çıkardığı Türkbilik Revüsü’nde
16 adet şiirini yayınlamış, bir divanı olduğunu beyan etmiştir.  Bu şiirlerinde destan kahramanını da sık sık
anmıştır.

Uğuz Kağan
Destanı’nın bâzı parçaları Tanrıdağ, Orkun, Bulak, Ötüken gibi Türkçü
dergilerde yayınlanmıştır.  Bir örnek
olarak alttaki şiiri verilebilir. Burada Uğuz Kağan Destanı’nda farklı yerlerde
yer alan mısralar, Rıza Nur tarafından bir araya getirilerek yayınlanmıştır:

     Türk Baturlugu

Uguz Kağan:

Ovalar otağımız. 

At sırtı yatağımız.

Erlik için ölmekdir

Tanrıya adağımız.

Gündüz gün bize
bayrak. 

Bilmeyiz biz dur
durak.

Gece dahi gideri

                                                                                                                                                     
                                       Ayı ışık yaparak.

Gelmişdir erlik
çağı. 

Gerekdir bilsin yağı.

 Ki dag, taş, tac, taht çiğner

Atımızın ayağı.

Bize gök kubbe çadır.

Dünya Türke darcadır.

Benim tahtım bir eger

İşim hep baturcadır.

Uguz Kagan’ı dinleyen
Türk milleti:

Uguz bu! Erler eri.

İsterse yıkar
yeri. 

Önünde kalmışı mı hiç

Bir yavyad eri
diri?!…

                                                                        
Rıza Nur

Bilindiği üzere
literatürde Uğuz adının Oğuz telaffuzu baskındır. Rıza Nur, bu teamüle aykırı
olarak Uğuz’u (Fransız imlasıyla Oughouz) tercih etmiştir. Atsız, 1939 yılında
Rıza Nur’un bu tercihini şu sözlerle destekler:

Bu kelime bizde
şimdiye kadar ‘Oğuz’ diye yazılmıştır.
Yalnız Doktor Rıza Nur Bey ‘Uğuz
diye yazmıştır Bu kelimenin Gök Türkler çağında Uğuz diye söylendiği
muhakkaktır. Çünkü Orhun elif-besinde o harfi için ayrı bir işâret yoktur.
Türkçede o sonradan teşekkül etmiştir. Bugünkü doğu Türklerinin çoğunda o harfi
pek kapalı söylenip u harfine yaklaşmaktadır. Bugün de Anadolu’nun çok
yerlerinde Uğuz denilmektedir. Meselâ Bayburtta ‘Bey Börek’ rivâyetini tesbit eden ‘Osman Turan’ bize bunun ‘Uğuz
diye söylendiğini gösteriyor (Ülkü, sayı 59, İkincikânun 1938, Ankara). Ben
kendim de 1931’de Boluya yakın bir köyde bu kelimenin Uğuz diye söylendiğini
işittim. Her halde bu kelime bugün Anadolu Türklerinde daha çok Uğuz şeklinde
kullanılıyor. Bazı yazma kataloglarında da bu ismin Uğuz olarak transkribe
edildiği görülür. 

Destan kahramanı
Uğuz’un gerçekte kim olduğu meselesi Türkleri meraklandırmış, Oğuz, Kur’ân’da
bahsedilen Zülkarneyn’le özdeşleştirilmiş, bu düşünce tefsir kitaplarına kadar
girmiştir.  Avrupalı müsteşrikler de bu
bahisle ilgilenmişlerdir. Sinoloji çalışmalarının paralelinde Hun târihi de
aydınlanmaya başlamış, bunun akabinde, babası T’u-man’ı öldürerek iktidara
geçen Hun imparatoru Mete, Uğuz’la kıyaslanır ve özdeşleştirilir olmuştur. Ancak
Rıza Nur bu teoriye karşıdır. Uygur harfli Uguznâme yazmasını henüz bizzat
incelemediği bir târihte şunları yazar:

Mete Han, Uğuz Han
değildir. Uğuz’la babasını öldürmek vakası benzeyişi varsa da yalnız bu, bu iki
şahsiyeti birleştirmeye kâfi değildir. Adca hiç, hatta hece değil, bir harf
benzeyişleri yoktur. Târihçe de öyledir. Uğuz, Mete’den pek eskidir. Bu eski
mitoloji bulutları içindeki Uğuz’umuzu öylece muhafaza edelim. O, Türk’ün
kendisinin ve târihinin büyüklüğü timsalidir. Mete, Türk’ün pek ulu
padişahlarındandır. Bugün bu padişahları Çin adlarıyla yazmak mecburiyeti
vardır. Bizde bazı zatlar bunların kimini Uğuz Han’a, kimini Kara Han’a, kimini
Gün Han’a mukabil tutuyorlar. Keşke öyle olsaydı!

Uğuz’un takriben
hangi dönemde yaşadığını tespit edebiliriz. Yaşadığı dönemi milâdî târihin ilk yüzyıllarında
belirlemek bana mâkul geliyor. O dönem içerisinde ise, 430-454 yılları arasında
hükümran olan Attila’dan başka büyük bir Türk cihangiri yoktu. Attila’nın
bugünün Rusyası’nda meskûn olan halklar ile Romalıları mağlup ettiğini
biliyoruz, destan da bundan bahsediyor. Fakat Attila’nın Mısır’ı fethettiğini
bilmiyoruz? Maamafih, Attila’yı başkalarına nazaran daha ziyâde Uğuz ile
özdeşleştirebiliriz.
                                        Duisburg, 30 Ağustos 2021 Levent Gündüz                                                             
                                                                  

RIZA NUR:

1879’da Sinop’ta
dünyâya geldi. İlkokuldan sonra İstanbul’daki Soğukçeşme Rüşdiyesi’ne
yazıldı. 1895’te bu okulu bitirip Tıbbiye İdâdisi’ne girdi ve 1901 yılında
Askerî Tıbbiye’den mezun olarak yüzbaşı doktor rütbesiyle Gülhane
Hastanesi’nde ihtisasına başladı. 1907’de cerrahî profesörü ve 1908’de
binbaşı olan Rıza Nur, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, 1909’daki
seçimle İttihat ve Terakki’nin Sinop mebusu olarak Meclis’e girdi.

Bu dönemde Rıza Nur,
müzmin bir muhalif’ olarak temâyüz
etmeye başladı. Kısa süre sonra İttihat ve Terakki’den istifa etti ve Ahrar
Fırkası’na katıldı. Ardından Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluşunda yer
aldı. Hâtıralarında, içinde yer aldığı bütün siyâsî kuruluşları tenkit ve her
iktidar devrinin bir öncekini arattığından şikâyet etti. Babıali Baskını’nı
tâkiben yurt dışına sürgüne gönderildi. Cenevre’de bir süre hekimlik yaptı.
Mondros Mütârekesi’nden sonra memlekete döndü, son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne
yine Sinop mebusu olarak girdi. Meclisin feshedilmesi üzerine de Ankara’ya
geçerek Millî Mücâdele kadrosuna dâhil oldu. Ankara hükümetlerinde, Maarif
vekilliği, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye vekilliği gibi görevleri deruhte
eden, Hâriciye Nezâreti’ne ise vekâlet eden Rıza Nur, Cumhuriyetimizin çok
mühim kurucu metinlerinde imza sâhibi oldu. Bunların başında Lozan Antlaşması
gelmektedir.

Dr. Rıza Nur, ömrü
boyunca pek çok eser telif etmiştir. Hâtıralarında,

Önceki İçerikDeprem Düşünceleri
Sonraki İçerikKaderimiz olan ne; ölmek mi, ders almak mı?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.