Ötüken Naşriyat’tan Üç Kitap Firâk-I Irâk İki Din İki Medeniyet Türk Şâman Mitolojilerinin Teonimleri

113

Firâk-ı Irâk

Târih
öğretmeni Hüseyin Özdemir’in yayına hazırladığı eser, 13,5 X 21 santim
ölçüşende 90 sayfadır. Süleyman Nazif’in 1918 yılında kaleme alıp yayınladığı
aynı isimli eser, günümüz Türkçesiyle ve Türk alfabesiyle okuyucuya
sunulmaktadır. 

Süleyman Nazif
(Diyarbakır, 1869 – İstanbul, 1927), İstanbul’u işgal eden müstevlilerin
Fransız komutanı General D’Esperey’in at üzerinde ve gösterişli bir şekilde
rıhtımdan Fransız konsolosluğuna törenle gidişi dolayısıyla ‘Kara Bir Gün’ başlıklı makaleyi yazıp 9
Şubat 1919 târihli ‘Hâdisât
Gazetesi’nde yayınlayan vatansever ve cesur bir Türk milliyetçisidir.  Bu sebeple Malta’ya sürgün edilmişti.

O’nun 32 adet
eserinden biri olan Firâk-ı Irâk;
Annesi’ne yazdığı mektupla başlıyor. Mektupta: ‘Keşke ben yalnız senin öksüzün olsaydım ve yalnız senin öksüzün olarak
kırk sene evvel ölseydim de böyle vatan ve târih yetimi kalmasaydım’

cümlesi dikkat çekiyor. Sonraki sayfalarda Süleyman Nazif’in dörtlükleri, nesir
açıklamalarıyla birlikte veriliyor.

Bağdatlı Fuzûlî’den Erzurumlu Nefî’ye
başlıklı şiirden sonra Nefî’ye, Ahmed Râsim Bey’e hitâben yazılan mektuplar, ‘Şehidin Babası’ ve ‘Sübhâneke Ya Muhavvile’l-Ahvâl!’ başlıklı makaleler var. (s: 29-50)
Birinci makalede, başlığından da anlaşılacağı üzere, bir şehidin babasına,
duygu dolu cümlelerle hitap ediliyor. İkinci makale; Timur’un Sivas’ı işgali
sırasındaki zulümler ve Yıldırım Beyazıd’ın şehzâdesi Ertuğrul Efendi’nin şehit
edilişi; ‘Çal çoban çal; ne Sivas gibi
şehrin yakıldı ne Ertuğrul gibi oğlun öldü
’ ağıt cümlesiyle anlatılıyor.
Diğer bir ağıt cümlesi, Süleyman Nazif’in yaşadığı günlerle alâkalı: ‘Fakat şimdi bize ne oldu? Ne oldu ki
beldeler değil ülkeler gidiyor da biz yine bencil, yine miskin bir lâkaytlık
ile onlara acımak; hayır, acımak şöyle
dursun,
onların mâtemine hürmeten her günkü zevk ve eğlencemize bir dakika ara vermek
istemiyoruz
.’

Bu cümleler, o
dönemin insanına olduğu kadar, hattâ daha çok da günümüzdeki magazin
bağımlılarına ve gecelere akmayı ihtiyaç olarak kabul edenlere söylenmiş
gibidir.

Eserin 57-90.
sayfalarında, sözü edilen metinlerin, Süleyman Nazif’in kaleminden çıkmış şekli,
Türk harfleriyle yer alıyor.

Gerek
Türkçemiz gerekse millî meselelerimiz hakkında günümüz insanını uyanışa dâvet
eden demir leblebi gibi makaleler…

 

İki Din İki Medeniyet

Hukukçu ve
Sosyolog Doç. Dr. Etem Çalık, ‘Kaynakları Îtibâriyle Hıristiyan ve İslâm
Medeniyetlerinin Mukayeses
i’ni yapıyor.

‘Önsöz’de bu
eseri yazmaktaki maksadını son derece mütevâzı cümlelerle açıklıyor:

Beni böyle bir
çalışma yapmaya sevk eden husus, Hıristiyan ve İslâm medeniyetlerini
karşılaştırmalı bir tarzda ele alan bir eserin Türkçe literatürde bulunmayışı
oldu. Bunu ne ölçüde başarabildiğim, okuyucuların takdirine kalmış bir
meseledir. Esâsen benim de böyle bir iddiam yok. Bu çalışma sâhayla alâkalı
daha titizce ve etraflı çalışmalara vesile olabilirse, benim açımdan maksat hâsıl
olmuş demektir.

Bu mukayesenin bana
göre en başta gelen saiki, her iki medeniyet de benzer kaynaklardan ilham
almalarına rağmen, Hıristiyan medeniyetinin Skolastiğe kayarak bin yıldan uzun
müddet süren bir uyku devresi geçirmesine karşılık, İslâm medeniyetinin beş
ısırdan fazla bir müddet dünyâ târihine damgasını vurmasının ve ilmin her
şubesinde kalıcı eserler meydana getirmesinin altındaki sebebi araştırmaktı. Bu
sebeplerin esas olarak İslâm medeniyetine ismini veren İslâmiyet’in insan,
cemiyet ve ilme bakıştaki farkları olmalıydı. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde
bu farkları ortaya koymayı deneyeceğiz.

13,5 X 21
santim ölçülerinde, 207 sayfalık eser okunduğunda Sayın Çalık’ın kendisine
haksızlık ettiği, gün ışığı gibi apaçık görülüyor. Çok hassas ve günümüze kadar
ciddî bir şekilde incelenmemiş bir konu en ince detaylarına kadar incelenmiş
İslâmiyet’in esâsen bilinen üstünlüğü, belgelerle kimsenin itiraz edemeyeceği
bir şekilde ispatlanmıştır.

Doç. Dr. Sayın
Çalık’ın hacimce küçük, ‘muhtevâ
itibâriyle devâsa
’ denilebilecek dolgun ve doyurucu eserine yazdığı ‘Giriş’
bölümü, O’nun bu işin üstesinden geleceğinin parlak müjdesini veriyor:

Bu kitapta, Hıristiyan
ve İslâm medeniyetleri, kaynakları îtibâriyle ve karşılaştırılmalı bir tarzda
ele alınacaktır. Her iki medeniyet de milâttan sonra ortaya çıkmış olmasına
rağmen, kaynakları milâttan asırlarca evvele uzanmaktadır. İlk çağların büyük
medeniyetleri olan Hint, Mısır, İran ve Yunan medeniyetlerinden her ikisinde de
izler bulunmaktadır. Kaynakları aşağı yukarı benzer olmasına karşılık,
bunlardan Hıristiyan medeniyetinin niçin yaratıcı olamadığı, insanı ve dünyâyı
aşağıladığı; İslâm medeniyetinin ise tersine her sâhada devrini çok aşan
mahsuller verdiği meselesine cevap aranacaktır.

Kaynaklar
incelenirken ilmî kaynaklara sâdece İslâm medeniyeti açısından temas ettik.
Zira Hıristiyan medeniyeti, ilimden kaynaklanan bir medeniyet değildi. Dünyâyı,
gözlem ve deneyi, dolayısıyla da ilmî aşağılayan Plâton felsefesi Hıristiyan
dini ile birleşerek Batı dünyâsının bin yıldan fazla bir müddet uyumasına sebep
olmuştur. Dolayısıyla biz de dünyâyı ve insanı yücelten Rönesans medeniyetini, Hıristiyan
medeniyetinin sona erdiği ve yeni bir medeniyet çağı olan modern medeniyetin
başladığı devir olarak telâkki ettik ve bu devreden evvelki Skolastik çağın Hıristiyan
medeniyetine rengini veren çağ olduğunu belirledik. Zira Hıristiyanlığın insanı
doğuştan ‘günahkâr’ ve dünyâyı ‘değersiz’ kabul eden anlayışı, ancak
Rönesans hareketiyle değişmiş ve yeni bir medeniyet yoluna girilmiştir. 

Müellif her
iki dini, kendilerine âit felsefî, siyâsî ve dînî (İslâmiyet’i ayrıca ilmî)
kaynaklardan inceleyip neticesini eserinin 188-191. Sayfalarında açıklıyor.

 

Türk Şâman Mitolojilerinin Teonimleri

Azerbaycan
Türklerinden Prof. Dr. Fuzûlî Bayat, önceki dört kitabının devâmı ve tamamlayıcısı
olan 248 sayfalık eserinde Şâmanizm’e ilmî açıdan bakıyor.

Çarlık
Rusya’sı ve Sovyetler Birliği döneminde, ekseriyetin ‘inanç kültürü’ olarak kabul etiği Şâmanizm, din olarak algılanmış
ve ‘din afyondur’ sloganı ile yasaklanmıştı.
Hattâ Şâmanizm geleneğinde değişiklikler yaparak ‘Ak Din’ adı ile yeni bir sistem oluşturmaya çalışan Çet Çelpen
adındaki Kam, 20 Haziran 1904 târihinde tevkif ve Sibirya zindanlarında ölüme
terk edildi. Evlâtlık edindiği 14 yaşındaki kız ve Bayan Çelpen, çalışmalara
devam ettilerse de bir müddet sonra onlar da etkisiz hâle getirildi.

20. asrın
ortalarına kadar Şâmanizm’in din olduğuna inananlar hayli fazla idi.  Romanyalı felsefeci ve dinler târihçisi Prof.
Dr. Mircea Eliade (Bükreş 1907 – Chicago, 1986) kesin deliller ortaya koyunca,
kanaatler değişti. Günümüzde yaygın kanaat odur ki Şamanizm, din değil: ‘Kam’ denilen ruhiyatçıların sergilediği
ve ‘ritüel’ denilen hareketlerle iyi
ruhların yardıma çağrılması, kötü ruhların ise toplumdan uzaklaştırılması
maksadıyla yaptığı hareketlerle şekillenen bir yaşama biçimidir. Bu ritüellerin
bir kısmı, günümüzde Anadolu Türk Müslümanlığında yaşamaya devam etmektedir.

Şamanlığa dâir
bilinmeyenlerle yanlış bilinenlerin ilmî usullerle incelenip aydınlığa
kavuşturulması elbette elzemdir.

Asya’nın
derinliklerinde târih sahnesine çıkan Türkler, ‘Kök Tengri – Gök Tanrı’ denilen tek tanrıya inanıyordu. Hakîki
adını bilmedikleri tanrının, ‘Allah
(cc) olduğunun söylenmesi ilmî görüşlere aykırı değildir.

Prof. Bayat’ın
maksadı, halkının sağlığı, mutluluğu ve esenliği için çalışan ‘Kam’ların isimlerinin
unutulmamasını teminen târihe not düşmekten ibârettir.

Mitoloji;
bilindiği üzere putlara tapmanın yaygın olduğu antik dönemde veya daha
sonraları değişik kavim ve milletlerde, (temelsiz, yanlış ve sakat bir
düşüncenin tesiri altında kalınarak) ‘tanrı
olarak anılan olağanüstü güce sâhip kahramanların masalımsı hayat
hikâyeleridir. Mitolojiler, destanlarda olduğu gibi kahramanın gerçek hayat
hikâyesi değildir. Halkın, söz konusu kişiye uygun gördüğü / yakıştırdığı
kişiliktir.

Arka kapak
yazısında belirtildiği gibi ‘teonim’ kelimesi,
halkın Kamlara verdiği özel isimlerdir. Burada, eser hakkında şu bilgiler yer
alıyor:

Yazar, Şaman teonimleri
ve çok güçlü kahramanlar hakkındaki bu çalışmayı; unutulan, değişim ve dönüşüm
sonucunda deforme olan Türk şamanlığının ve Şaman mitolojisinin son
kırıntılarını kayıt altına alarak gelecek nesillere aktarmak maksadıyla
hazırlamıştır. Zira Şamanlığın ana vatanı olan Sayan-Altay ve Yakut Türklerinde
1990’lı yıllardan îtibâren yaygınlaşmaya başlayan sayısız dinî grup ve inanç
merkezinin arasında zengin Şaman mitolojisini öğrenen/öğreten herhangi bir
kurum yer almamaktadır. Hâl böyle olunca Şaman mitolojisi, sözlü geleneği ve
Şaman adları ve kahramanlar hakkındaki hikâyeler artık târihe karışmaktadır.
Hatta bugün neo-şamanların da, pratikte isimlerini zikretmedikleri onlarca
belki de yüzlerce ilâh ismi, onların işlevleri, kültürel rolleri hakkındaki
bilgiler yok olup gitmektedir. Dünyâ ölçeğinde yeri olmayan bir dizi inanç,
gelenek, örf ve âdetler, folklorik ve etnografık veriler korunmaya muhtaçtır.         

 Eserin son iki sayfasında yer alan ‘Genel Sonuç’ başlıklı yazıdan alâka
çekici cümleler:

*Târih öncesi dönemde
yolculuğa başlayan mit ve miti anlama çalışmaları, miti yorumlama teorileri,
miti araştırma metotları insanlık var oldukça, kültürler yaşadıkça devam
edecektir. Mit kavramı ile mitolojik teoriler birbirleriyle taban tabana zıtlık
oluşturmaz ama aynı da değillerdir. Mitolojik çağ geride kalsa da ve mitolojik
içerikli ritüeller genelde yapılmasa da yeni türetilen mitler varlığını devam
ettirmektedir.

*Sayan-Altay
kavimlerinin bazılarında Ülgen, bazılarında Üç-Kurbustan, bazılarında Kayrakan,
bazılarında Kuday, Ak Burhan, bazılarında ise Oçurman öne çıkarılmış, evrenin
üçlü yapısında ilâhlar işlevlerine göre yerleştirilmiştir. Alt mitolojik
kategoriye giren iye/izi/eezi ve birçok demonik varlık şaman mitolojisinde de
işlevlerini koruyabilmiş ve teonimik seciyeleriyle yeni bir yapı
oluşturmuşlardır.

*İnsan toplumu içinde
de tanrıya ait özelliklere sâhip kutsanmış kahramanlar vardır ki dağa, yıldıza,
ormana, taşa dönüşmüş yahut da epikleşerek kendi ırkının koruyuculuğu görevini
üstlenmiştir. Bu kozmik kahramanlar yıldız takımları ve bulut oluşturduğu gibi
Orta Dünya nesnelerinin de (dağ, taş, mağara) çıkış kaynağıdır. Bir de bunların
yanında insanlara zarar vermekle, onları yok etmekle görevli kötülük kaynağı
antikahramanlar vardır.

*Mitoloji; insan
hayatının sâhalarını, mukaddesleri, geçmişi ve günceli kapsadığından ilâhlar
bir şekilde insanların meskûn olduğu orta dünyâyla ilgilidirler. Mitopoetik
düşüncede ilk örnek olan varlıklardan ve kavramlardan, motif ve konulardan
anlaşılan tek bir gerçek vardır ki o da insandır
.

Mitoloji ile ilgilenenlerin okuması gereken
bir eser. Derin ve engin bakışlarla, yeni ufuklar açıyor.

 

Ötüken
Neşriyat A. Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu
34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr   www.otuken.com.tr
  

Önceki İçerikOutlet ve İkinci El Mağazaları
Sonraki İçerikKira Artışlarının Nedenlerinden Biri de!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.