Oğuz Çetinoğlu: Türk tarihinde önemli bir yeri olan Hazarlarla sohbetimize başlayabilir miyiz?
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl: Hazar kelimesi, Sabar gibi, serbest dolaşan, gezen mâniasına gelmektedir. Hazar Hakanlığı topraklarında birçok Türk grupları vardı. Hazar ülkesinin ağırlık merkezi İtil boyu olup burası İtil nehri, Yayık, Don ve Kuban gibi dört büyük nehrin havzasını teşkil ediyor; ayrıca en önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyordu.
Hazar isminden ilk defa 558’de Sasanî-Sabar savaşlarında bahsedilmekte, 576 yılında Göktürk hâkimiyeti Karadeniz’in kıyılarına ulaşınca Çin kaynaklarında da görülmektedir. 568 yılındaki Bizans kaynağında ise Türk adı ile de anılıyordu. Bu sıralarda Hazarlar Batı Göktürk hakanlığının batıda en uç noktasını meydana getiriyorlar ve yine Batı Göktürklerinin arzusu ile Sasanîlere karşı Bizans’a yardım ediyorlardı.
Çetinoğlu: Hazar Hakanlığı ne zaman kuruldu?
Prof. Taşağıl: Hazar Hakanlığının gerçek kuruluşu 630 yılındadır. Bu tarihte doğuda Göktürk devleti fetret devrine girince, Hazarlar bağımsız kaldılar. Hazar-Bizans ortak hareketinin neticesinde Sasanî İmparatorluğu zayıfladı, arkasından İslâm kuvvetleri tarafından yıkıldı. İslâm kuvvetleri Kafkaslarda Ermenia bölgesine ilerleyince, Hazar-Bizans dostluğu daha da arttı. 685-695 yıllarında Bizans tahtında oturan İmparatorlar İkinci Justinianus ve 741-775 yılları arasındaki Bizans imparatoru Beşinci Costantinus, Hazar prensesleri ile evlendiler. Costantinus’un Hazar prensesi Çiçek’den doğma oğlu Dördüncü Leon 775-780 yıllarında Bizans tahtında oturdu. Hazar Leon olarak tanınmıştır. Bizans imparatorları çoğu zaman kendi iç ve dış meselelerinde Hazarların yardımını sağlamaya çalıştılar. Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Hazar Hakanlığı genişleyerek Doğu Avrupa’nın en önemli devleti oldu.
Çetinoğlu: Hâkimiyet bölgesi nereleri kapsıyordu?
Prof. Taşağıl: Kama ve İtil boyundaki birçok kavim, İtil Bulgarları ve çeşitli Fin kavimleri Hazar hakanına tâbi idi. Ayrıca orta Dinyeper boyundaki çeşitli Slav kavimleri Hazar hâkimiyetini kabul ettiler. Hazar Hakanlığı’nın sınırlan Yayık Nehri’nden başlayarak batıda Özü Nehri’ne kadar geniş bir sahayı kaplıyordu. Bu sıralarda Karadeniz’in kuzeyindeki Büyük Bulgarya devleti, Hazarların hücumları neticesinde yıkılmış, buradaki bütün geniş ovalar Hazarların eline geçmişti.
Çetinoğlu: Müslüman Arap orduları Kafkasya’ya geldiler…
Prof. Taşağıl: Hazarların Araplarla mücadelesi yaklaşık yüzyıl sürmüştür. Arap ilerleyişi Kafkaslarda durdurulmuştur. 651-652’de Arap kuvvetleri Derbend’i aşarak Hazar başkenti Belencer’e kadar sokulduklarında püskürtüldüler. 714’de Derbend’i zapt eden Araplar, İstanbul’u kuşatmak için bölgeden ayrıldıklarında Hazarlar karşı hücuma geçerek Azerbaycan’a ilerlediler.
722’de Arapların Ermenia valisi başarı kazandı. Ancak 730’da Azerbaycan’dan çekildiler. 737 yılında Arap hücumları karşısında zor duruma düşen Hazar Hakanı barış istemek mecburiyetinde kaldı. Hatta Müslümanlığı kabul ettiğini dahi bildirmiştir. Fakat Arap kuvvetleri geri çekilince eski dinine dönmüştür. Bu arada halifelik Emesilerden Abbasîlere geçince Arap-Hazar mücadelesi yavaşladı. Ermenia vilayetinin valisi Hazar Hakanı ile anlaşabilmek için halifenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlendi. Fakat Hazar Hakanı prensesin doğum sırasında ölümünü bahane ederek ordusunu İslâm topraklarına gönderdi. 764 yılında Hazarlar Tiflis’i ele geçirdiler. 799 yılında ise hakanlarının kumandasında Ermenistan’a girdiler. Halife Harun Reşid’in kumandanı Yezid, Hazar hücumunu durdurmayı başardı.
Çetinoğlu: Hazarların mevcudiyetinin bölge üzerindeki tesirlerinden bahseder misiniz?
Prof. Taşağıl: Hazarların sağladığı barış ve huzur sâyesinde İskandinavya-Bizans ticaret yolu gelişti. İskandinavyalı Knezler, bu yolu takip ederek Kiev bölgesine geldiler. Burada Hazarlara bağlı olarak ticaret yapmaya başladılar ve zengin oldular. Zenginleşen Knezler, 862 yılında Rurik adlı bir knez başkanlığında Kiev-Rus Knezliği’ni kurdular. Bu knezliğin gelişmesinde Hazar tesiri çok fazladır. Yine ilk kurulan Rus birliğinde başkanın adı Hakanus idi. 988’de Hıristiyanlığı kabul eden Vladimir ile daha sonra knez olan Yaroslav da Hakanus unvanını kullanıyordu.
Ural Dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarını terk ederek bozkır bölgesine çekilen Macarlar, Kuban havzasında Hazarlara bağlandılar. Onlar tarafından teşkilâtlandırıldıkları gibi kabile adları burada Türklerle karıştıklarını göstermektedir. Macar Arpad hanedanlığı bu sırada ortaya çıktı. Doğudan Peçenekler gelince Orta Avrupa’ya doğru göç ettiler.
Çetinoğlu: Hazar Hakanlığı bölgede bu kadar etkili ve güçlü iken hangi sebeplerle zayıflayıp tarih sahnesinden çekilmek mecburiyetinde kaldı?
Prof. TAŞ ağıl: Hazar ordusunda çok sayıda Harezmli ücretli asker bulunuyordu. Devlet, ekonomik yönden zayıflayınca bunların ücretlerini veremez duruma düştü. Bu yüzden çıkan huzursuzluklar devleti sarstı. Ayrıca doğudan gelen Peçenek hücumları Harezm-İtil ticaret yolunu tehlikeye soktu.
965 yılında Rus prensi Svyatoslav, Don boyu ve Kuban’daki Tama Tarhan şehrini işgal etti. Arkasından da Kuman-Kıpçaklar Hazarların Harezm ve Türkistan ile bağlantılarını kesti ve ticaret faaliyetleri engellendi. Neticede Hazarlar, Kuman-Kıpçak baskısı altında 11. yüzyıl içerisinde kaybolup gittiler. Bugün Avrupa’da Musevi olan Karaim Türkleri ve Kafkaslarda yaşayan Karaçayların, Hazar kalıntıları olduğu bilinmektedir.
Hazar Hakanlığı’nın ticarî faaliyetlerinin çok canlı olması topraklarını farklı dinlerin ve milletlerin yaşadığı yer hâline getirmişti. Hazarların çoğunluğu Gök Tanrı dininde olsa da, hakan ailesi Museviliği kabul etmişti. Beyler ve saray erkânı da Musevi idi. Tüccar zümrenin arasında Müslümanlık yaygındı. Bir de Ortodoksluk Karadeniz’in kuzeyinde epeyce yayılmıştı.
Hazarlar, Museviliğin Karay mezhebine girmişlerdi. Karay mezhebi mensupları, zamanla Hazar ülkesinde kalabalıklaştılar. Hatta zamanımızda Kırım ve Polonya’da yaşayan Karaimlerden ana dilleri Türkçe olan cemaat Musevi Hazarların devamı sayılmaktadır.
Çetinoğlu: Hazarlar bahsini böylece tamamlamış olduk. Hazarlara komşu topraklarda, İslamiyet’i kabul eden ilk Türk Devleti olan Bulgar hanlığı vardı. Bulgar Hanlığı hakkında bilgi sâhibi olanların sayısı azdır. Bilgilendirir misiniz?
Prof. Taşağıl: Karadeniz’in kuzeyinde Ogurların Hun kalıntılarıyla karıştıktan sonra kurdukları devlete Büyük Bulgarya (Magna Bulgaria) denmiştir. Kurucusunun ismi Kobrat, Kobratos, Kuvratos şekillerinde de geçer. Doulo sülâlesine mensup olup Asya Hunlarının T’uko hanedan ailesine bağlanmaktadır.
630 yılında Orta Asya’da Göktürklerin fetret devrine girmesi ile Hazarlar gibi Bulgarlar da ‘Büyük Bulgar’ devletinin bağımsızlığını ilan ettiler. İmparator Herakleios zamanında, 610-641 yılları arasında Bizans ile sıkı münasebetler kursalar da devlet uzun yaşamadı ve kurucusunun 665’te ölümünden kısa süre sonra şehzadeler arasındaki mücadeleden istifade eden Hazar Hakanlığının baskısı sonucu parçalandı.
Çetinoğlu: Bölgeden ayrılanlar oldu…
Prof. Taşağıl: Otuz-Ogurların çoğunluğunu oluşturduğu grup, kuzeye çekilerek İdil Bulgarları Devletini tesis etti. Kurt’un oğlu Bat-Bayan, On-Ogur Bulgarların ve Macarların başında Hazarlara tâbi olarak Kafkasya’daki yurtta kaldı. Bulgar kitleleri ile Tuna’ya yönelen diğer oğul Asparuh ise, 668 yılında Balkanlara geçerek, 679 yılında Tuna Bulgar Devleti’ni kurdu.
İtil Bulgar Devleti, İtil-Çolman (Kama) sahasında 15. yüzyıla kadar yaşadı. Devletin merkezi olan şehir de Bulgar adını taşır. Bulgarlar, geldikleri bu sahanın yerli halkı Fin-Ogurlar (Çeremiş, Mordva, Zuryen, Voltyake kavimleri) idarelerine almışlardır.
Arap kaynaklarında onlarla ilgili kayıtlar, 9. yüzyıl başlarında başlamaktadır. Bulgarların 8. ve 9. yüzyıllardaki hayatlarına dair bilgiler çok azdır. İtil Bulgarları da Hazarlara tâbi oldular. Bulgarların da İtil Nehri boyunca yapılan büyük ticarete faal bir şekilde katıldıkları bilinmektedir. Kuzey bölgelerini, Hazar Denizi-İran-Kafkaslar-Türkistan ve dolayısıyla Orta Asya’da ‘ki büyük kervan yoluna bağlayan, o çağlara göre trafiği işlek olan İtil, Kama gibi büyük nehirleri ve bunların Ak İtil, Vyatka, Susma, Sura vb. gibi kolları ve ayrıca verimli toprakları, otlakları, ormanları, hayvancılığı, dericiliği, arıcılığı, kürkçülüğü ile Bulgar ülkesi, bilhassa Hazar Devleti’nin zayıfladığı yıllardan itibaren sıhhatli bir varlık hâlinde gelişmiş ve ticaret merkezi olmuştur.
Çetinoğlu: Bulgar Türklerinin Müslümanlığı kabul etmeleri nasıl oldu?
Prof. Taşağıl: Bulgar tüccarının, gerek Hazar ilinde ve bilhassa Harezm’de, gerekse Samanîler ülkesinde İslâm tüccarı ile sıkı temasları neticesinde, Bulgarlar arasında İslâm dini yayılmağa başladı. 9. yüzyılın sonlarında, Bulgarlara ait en eski kayıtlar, onları, camileri ve mektepleri olan, tacir ve çiftçi bir kavim olarak göstermektedir
10. yüzyıl başlarında Müslüman kültür dairesine iyice girmiş bulunan Bulgarların hükümdarı Almuş, 920-921 ‘de Halife Muktedir Billah’a bir mektup göndererek, İslâm’ı öğretecek âlimler ile İslamî müesseseleri inşa edecek ustalar ve Hazarlara karşı savunma için yapılacak kale ve diğer masraflar için para talebinde bulundu. Halife bu isteği kabul ederek bir elçi heyeti yolladı. Heyetin içinde Ahmed İbn-i Fadlan vardı. Tarih, 12 Mayıs 922’dir. İbn-i Fadlan, Bağdat’a döndükten sonra seyahati ve Bulgar İli’nde bulunduğu günleri anlatan bir eser yazmış ve o devir Bulgar tarihi için eşsiz bilgiler bırakmıştır.
Çetinoğlu: Bulgar Türk Devleti nasıl zayıflayıp yıkıldı?
Prof. Taşağıl: Yukarı İtil ve Oka sahasından gelen Rus korsanları (Uşkunuki), İtil boyunca rastladıkları Bulgar tüccarını soydukları gibi Bulgar İli’ne kadar inip, köy ve şehirleri yağmalıyorlardı. Bunlar Bulgur Türk Hanlığını zayıflattılar.
Cengiz Han’ın orduları 1220-1221’de Batı Türkistan’ı istilâ ettiklerinde, Subutay ve Cebe’nin komutasındaki Moğol tümeni Kafkasları geçmiş ve 1223 Haziran ayında Kalka boyunda, Kıpçaklar ve Rusları yendikten sonra, esas Moğol kuvvetlerine katılmak üzere Hazar Denizi’nin kuzeyinden yürüdüklerinde, Bulgar arazisinin güneyinden geçerken, onların pususuna düşüp yenildiler. 1229’da Yayık boyundaki Kumanlara ve Saksın şehrine Moğollar hücuma geçince, Kuman ve Saksın ahalisinden pek çoğu Bulgarlara iltica etti.
Batu Han idaresindeki asıl büyük ordu Doğu Avrupa’da ilk önce Bulgarlara çarptı. Ahaliyi öldüren, şehirleri ve köyleri yıkan Moğollar, mescit, cami ve hamamlarıyla meşhur 50.000 nüfuslu Bulgar şehrini 1236 yılında tamamıyla tahrip ettiler. Onlar çekildikten sonra Deşt-i Kıpçak’ta kurulan Altın-Orda Hanlığı zamanında geri kalan Bulgarların yeniden canlandırmaya çalıştıkları eski Bulgar şehri, Pulat-Timur Han tarafından 1361 yılında ikinci defa ağır bir tahribata uğratıldı ve üçüncü defa, Timur’un, Altın Orda Hanı Toktamış’a karşı yaptığı sefer esnasında 1391 yılında tahrip edildi. Halk dağıldı, bir kısmı Kama’nın kuzeyine, Kazan taraflarına göçtü. 15. yüzyıl ortalarında, buralarda Bulgar-Kıpçak karışımı Müslüman ahali bulunuyordu ki, sonraki Kazan Hanlığı’nın esas nüfusunu bunlar teşkil etmiştir. Diğer taraftan dilleri Ogur Türkçesinin bir lehçesi olan, aynı bölgedeki Çuvaşların, eski Bulgarların torunları olduğu kabul edilmektedir.
Çetinoğlu: Tuna Bulgarlarından da söz eder misiniz?
Prof. Taşağıl: Asparuh (Espereh)’un Bizans’ın direnmesine rağmen Dobruca’nm güney bölgesinde kurduğu Tuna-Bulgar Devleti, Bizans’ın yanında Avarların hücumlarına da karşı koyabildi. 681 yılından itibaren Tuna-Bulgar Devleti’nin sahası, Besarabya ile Dobruca’dan başka, bütün kuzey Bulgaristan’a, doğuda Karadeniz’e, güneyde Balkanların geçitlerine ve Batıda İsker Nehri’ne kadar uzanıyordu.
688’deTuna Bulgarlarını yenen 2. Justinianus, dönüşünde onların pususuna düştü. Sonra sürgüne gönderilen 2. Justinianus, Asparuh’un halefi olan Tervel Han’dan yardım istedi. 705’te O’nun desteği ile ikinci defa Bizans tahtına çıktı. Fakat İmparator yerini sağlamlaştırınca, sıkışık durumda iken verdiği yerleri geri almak için 708’de Bulgarlar üzerine yürüdüyse de mağlûp oldu. Tervel Han, 716’da imparator 3. Theodosios ile bir ticaret ve barış anlaşması imzaladı. Ondan sonra 718-736 yılları arasında adı bilinmeyen biri, 736-740’da Sever, 740-56’da ise Kurmiş Han hüküm sürdü.
741-775 yılları arasında hüküm süren İmparator Konstantinos Koprinimos Arapları yendikten sonra Bulgarlara taarruza geçerek mağlûp edip barışa zorladı. Kurmiş’in halefi Vineh 759 yılında Bizans imparator ile anlaşma imzaladı ise de, imparator tekrar taarruza başladı. Ancak bu defa yenilerek geri çekildi. İç karışıklıklar içinde, 762-765 yılları arasında Teleç, 765’ten 767 yılına kadar Seoin, sona Umor, daha sonra da, 768-777 yıllarında ise Telering Han gibi hanların devirleri geçti.
777-804 yılları arasında Kardam Han iç durumu düzeltti. 791 ve 792’de Bizanslıları yendi; 709’da imparator 6. Konstantinos’tan vergi talebinde bulundu. 803-814 yıllarında Kurum Han zamanında bu güçlenme artarak devam etti.
Bizans İmparatoru Birinci Nikephoros, hanlık başkenti Presyaslav’ı tahrip etti ve ilerledi. Fakat İmparator’un yenilmesi, ordusunun imhası ve kendisinin savaş meydanında ölümü ile sonuçlandı. Arkasından kalabalık bir ordu ile Bulgarlar üzerine yürüyen 2. Mikhael’i de yenen Kurum Han, adeta Bizans’ı ortadan kaldıracak duruma geldi ve ‘altın mızrağını yaldızlı kapu’ya asmaya’ and içti. 809’da Sofya’yı, Niş ve Belgrad kalelerini işgal ederek, Orta Avrupa ve Yakın Doğu arası en büyük askerî sevkiyat ve ticaret yolunu kontrolüne aldı. 813’te Filibe’den Edirne’ye ulaştı. Burayı muhasara altında tutarak süratle ilerledi. 814 bahar aylarında İstanbul’u kuşattı. Fakat saldırıların en yoğun olduğu bir zamanda, 13 Nisan 814 tarihinde ansızın öldü.
Kurum Han’dan sonra 814-831 yılları arasında tahtta oturan oğlu Omurtag Han başa geçerek, Bizans’la 30 senelik anlaşma imzaladı. Bu anlaşma Bulgarlara güneyde sükûn, Bizans’a da mallarını gümrük ödemek şartı ile kuzeye sevk edebilme imkânı sağlıyordu. Omurtag Han, bu arada Franklarla da mücadele etti. Tuna-Sava-Drava havzasını almak, Maroş nehri vadisindeki, Orta Avrupa’nın, Roma devrinden beri terk edilmiş olan en büyük tuzlalarını işletmeye açmak sureti ile devletine büyük emniyet ve servet kaynağı kazandıran Omurtag Han zamanı Tuna Bulgarlarının tarihleri boyunca en parlak devirleri olmuştur. Kurulan şehirler, saraylar, köşkler, geniş ve muntazam ölçüde inşaat ve imar, suyolları, abideler, Pliska ve Preslav şehirleri ile Madara Kasabası civarında yüksek bir kaya üzerinde Kurum Han’ın 40 metrekarelik yeri kaplayan kitabeli kabartması, o çağlardan bize kalan hâtıradır.
Çetinoğlu: Tarih kitapları, bu parlak dönemden sonra Tuna Bulgarlarının çöküş döneminin başladığını yazar. Nasıl oldu da Tuna Bulgarları, Türklüklerini unutup, günümüzdeki Bulgarların ataları konumuna dönüştü?
Prof. Taşağıl: Tuna Bulgarları Devleti’nde yerlilere oranla az olan Bulgar Türkleri arasında Slavlaşma başladı. Bu Slavlaşma, 831-836 yıllarında Malamır ve 837-852 yılları arasında Presiyan zamanlarında hızla artarak devam etti. 852-889 yılları arasında hüküm süren Boris Han’ın 864’de Ortodoksluğu resmen kabul ederek, o zamana kadar tek Tanrı inancı içinde yaşayan Bulgarları Hıristiyanlaştırması ile tamamlandı. Boris Mikhail adını aldı. 869-870 yıllarındaki İstanbul kiliseler toplantısında, Bulgar kilisesinin müstakil piskoposluk olarak Katolik kilisesi temsilcilerince tanınması üzerine, Roma’nın Balkan yarımadasındaki iddialarının sona ermesi ile büsbütün Türk devleti karakterini kaybedip, Slav, Bizans kültür çevresine tamamen girmiş oldu. O güne kadar kullanılan Türkçe ‘Han’ unvanı da Boris’in halefi olan ve 893-917 yılları boyunca hükümdar olan Simeon tarafından ‘Çar’a çevrildi.
Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL 14 Şubat 1964 tarihinde Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde doğdu. 1985 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nin Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Çince öğrenmek ve Orta Asya tarihi üzerine araştırmalar yapmak üzere Tai-wan’a gitti, Shih-fan Üniversitesinde Çince kurslarına devam ederken, Cheng-chih Üniversitesi’nin Etnoloji Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Tarih Bölümünde ders ve seminerleri takip etti. Bunun yanında dokümantasyon merkezinde Çin kaynaklarından Türk tarihine ait belgeler topladı.
1986 yılının sonunda Türkiye’ye dönüp, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans öğrenimine başladı. 1991’de Doktor, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalında, 1992’de yardımcı doçent, 1995 yılında Genel Türk Tarihi alanında doçent unvanını kazandı. 2001 yılında profesör oldu.
2007-2008 yıllarında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı. 2008 yılında Rektör Yardımcılığına tayin edildi. Buradan emekli olduktan sonra Yeditepe Üniversitesi’ne geçti. Hâlen bu üniversitede, öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Çince, İngilizce, Rusça ve Fransızca ile Türk lehçelerinden Kazakça ve Kırgızca bilmektedir. Moğolistan başta olmak üzere Güney Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan’da saha araştırmaları gerçekleştirmiştir.
|