Ömür Uzadı, Türkiye Yaşlı İnsanlar Ülkesi Oluyor

83

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2007 yılı rakamlarına göre, Türkiye’de ortalama insan ömrü, 7 senede 4 yıl artarak, erkeklerde 71’e, kadınlarda ise 76’ya çıkmış.

“İstatistiklere göre, San Marino’lu erkeklerin ortalama 81 yıl yaşaması beklenirken, Japon kadınlar için ömür beklentisi 86 yıl. 39 yıl ile Sierra Leoneli erkekler dünyadaki hemcinsleri arasında en düşük ömür beklentisine sahip olurken, kadınlar için sıralamanın dibinde 42 yıl ile Afgan kadınlar yer alıyor.”

Çocukluğumuzu yaşadığımız yıllarda 60 yaş civarında vefat edenler için “dünyada yaşayacağı kadar yaşamış insan” gözüyle bakılır ve “zamanlı ölüm” kategorisinde değerlendirilirdi. 50’li yaşların üstünde olanlara yaşlı gözüyle bakılırdı. Şimdi bu yaşlardaki insanlarımızın çoğu (hayat şartlarındaki iyileşmeler ve tıptaki gelişmeler sayesinde) dinç ve sağlıklı. Böyle olunca da orta yaş kategorisinde kabul ediliyorlar. 21. Yüzyılın başından bu yana 60’lı yaşlarda vefat edenler için “daha yaşaması gereken yaşta ve erken ölüm” gözüyle bakılmakta, 70’li yaşlar bile “zamanlı ölüm” olarak değerlendirilmek için erken bulunmakta.

Diğer taraftan özellikle Türkiye’nin Batısında yıllardan beri sürdürülen “nüfus planlaması” çalışmaları, 2 çocuklu aile modelinin ideal aile olarak zihinlere kazınması ve hızlı şehirleşme sebepleriyle nüfus artış oranımız hızla düşmekte.  

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun açıklamasına göre, “Marmara ve Ege’de nüfus dengesi eksiye düşmeye başladı. Nüfus artışında Güneydoğu Anadolu birinci, Doğu Anadolu ikinci sırada. Nüfus artış hızı kısa sürede 4.8’den, 2.2’ye geriledi. 6 yıl içinde bu noktaya geldik. 2’nin altı nüfusun geriye dönüşü demektir. Düşüş hızı Fransa, Almanya ve Yunanistan’ın 30 yılda yaşadığına denk geliyor.”

Çalışmalara göre, Türkiye nüfusu 20-25 yıl daha artacak ancak hiçbir zaman 100 milyonu bulmayacak. 2050 yılında nüfusun 88 milyon 986 bin olması bekleniyor. 2047 yılından itibaren ise nüfus gerilemeye başlayacak.

Bu gelişmelerin birey olarak hepimizi ilgilendiren tarafı olduğu gibi, ülkemizin sosyal, siyasi, ekonomik, eğitim, sağlık gibi alanlarında köklü değişmelere yol açacağı aşikâr.

Birey olarak, mesela 40′ lı veya 50’li yaşlardaysanız daha 30 yıl kadar (bazılarınızın daha da çok) yaşama ihtimalinizin yüksek olduğunu bilerek, hayat planlamanızı yapmak durumundasınız. Daha erken ölme ihtimalinizi bir tarafa bırakıp, gerçekten böyle uzun bir ömür yaşamanız halinde, şimdiye kadar (çocukluk ve delikanlılık dönemi dışında) bir yetişkin olarak yaşadığınızdan daha uzun yıllar yaşayacaksınız.

Bu yılların bir bölümü sağlığınızın hâlâ iyi, bilgi ve tecrübenizin yüksek olduğu verimli bir dönem olacak. Bu yıllara çokça söylendiği gibi “ikinci bahar” olarak bakabilmek mümkündür. Yeter ki bu dönemi nasıl geçirmek konusunda doğru bir seçim yapmak becerisini gösterebilelim. Ama nasıl bir tercih en doğru seçimdir?

Bu dönemde çalışmaya devam etmek mecburiyetinde olanlar için tercih şansı olmayabilir. Peki, çalışmadan hayatını idame ettirmek imkânına sahip olanlar, bir sahil kasabasında münzevi bir hayatı seçerlerse tercihleri ne kadar doğru veya yanlış olur? Bunun aksine hayat mücadelesini devam ettirenler, iş hayatından kopmayan ve hatta yeni bir işkolunda veya yeni sosyal ortamlarda yepyeni bir tarz-ı hayat seçenlere “yanlış yaptı” demek hakkına sahip miyiz?

Emeklilik döneminde bir sahil kentinde yaşamayı ve resim yapmayı tercih eden Kenan Evren’in tercihi mi doğru, yoksa Ankara’da kalarak bilgi ve tecrübesini dostlarıyla paylaşmayı ve siyasetten kopmamayı tercih eden Süleyman Demirel’in tercihi mi doğrudur? Galiba bu konuda tek bir doğru yok. Herkesin kendi şartları, mizacı ve meşrebine uygun bir tercihte bulunması halinde doğru seçimi yapmış olacaklarını düşünüyorum.

Emeklilik çağında çalışmayı tercih eden de, bir sahil kenti veya doğduğu memleketinde yaşamayı seçenler de, yurt ve dünya gezileri yapanlar da, ev-cami veya ev- kahvehane arası bir hayat tarzı tercihlerinde bulunanların da mutlu ve huzurlu olanları olduğu gibi, psikolojik çöküntüye girenleri de olabiliyor. Ama oranları arasında ciddi farklar olduğu kanaatindeyim.

“İkinci bahardan” sonraki kalan ömrümüzün diğer bölümü ise yaşlı, hastalıklarla boğuşan ve belki de bakıma muhtaç geçirilecek bir zaman dilimi olacak. Bu dönemin “üçüncü bahar” olarak adlandırılması fazla iyimserlik olur. İlla ki bahar sıfatını kullanacaksak bu döneme herhalde “ömrümüzün sonbaharı” demek daha uygun olur.

Bu dönemlerde insanları dinç ve hayata bağlı olarak tutan en önemli faktörün “işe yarama duygusu” olduğunu sanıyorum. Bu işe yarama duygusu iş, hizmet veya değer üretebilme yeteneğinin devam ettiğine kendisinin ve çevresinin inandığı bir ortamın oluşması ile sağlanabiliyor.

İş hayatından kopmuş olduğu halde, yaşlı ve tecrübeli bir kişi olarak fikri sorulan, nasihati dinlenilen ve saygı gören kişilerde “işe yaramama” gibi olumsuz duygular yerleşmiyor. Bu rolü üstlenen yaşlıların da huzurlu ve mutlu bir ömür sürdürebildiğini gözlemliyorum.

Bu dönemlerini bile şiir gibi yaşayan bilge kişilere imreniyorum. Kişiliği, bilgi, görgü ve tecrübesiyle saygı gören, danışılan ve hem de başkasına muhtaç olmadan hayatını sürdüren… Allah’ın verdiği nimetlerin tadını çıkaran ve bu nimetlerin şükrünü eda etme gayretini hiç eksiltmeyen olgun/kâmil insanlardan olabilmek… Ne kadar az insana nasip olabiliyor.

Çocukları, torunları, dostları ve akrabalarıyla bir sevgi ortamında yaşlanabilmek imkânına sahip bilge kişilerin, ömürlerinin sonbaharları belki de hayatlarının en mutlu dönemi olabilir. Hepimize böyle bir yaşlılık döneminin nasip olmasını diliyorum.

Nüfus artışının durması, nüfus artış hızındaki bölgelerarası fark ve yaş ortalaması yükselen/ yaşlı bir nüfus olmanın ülkemizde ne gibi değişimlere ve meselelere yol açacağını ise ayrı bir yazı konusu yapacağız.

Önceki İçerikBitirim Şiir
Sonraki İçerikFeodalizmin Devlete İsyanı: Dersim Olayları… (1)
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.