“Bir eser okunacağı veya bir söz dinleneceği zaman, evvelâ:
Kim söylemiş?
Kime söylemiş?
Ne için söylemiş?
Ne makamda söylemiş? Olan bir kaide-i esasiyyeyi (esas kaideyi), nazar-ı itibara almalı.
Evet, kelâmın (sözün) tabakatının (tabakalarının) ulviyeti (yüceliği), güzelliği ve kuvvetinin
Menbaı (kaynağı), şu dört şeydir:
Mütekellim (Konuşan),
Muhâtab (Kendisiyle Konuşulan),
Maksat ve
Makam.
Yoksa, her ele geçen kitab okunmamalı.
Her söylenen söze kulak vermemelidir.
Meselâ: Bir kumandanın, bir orduya verdiği “Arş!” emriyle;
Bir neferin (askerin) “Arş!” sözü arasında ne kadar fark vardır.
Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir.
Aynı kelâm (söz) olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.”
(1950’de Ankara Üniversitesi’nin “Fakülte Mescidi”nde verilen bir konferanstan.)
x
Kâinattaki zevâl / sona eriş, firak / ayrılık ve adem / yokluk; zâhirîdir / görünüştedir.
Hakikatta firak yok, visal / kavuşma var. Zevâl ve adem yok, teceddüd / tazelenme var.
Kâinatta / evrende her şey, bir nevi / bir çeşit bekaya / devamlı oluşa mazhardır.
Ölüm, bu âlem-i fâniden / fâni âlemden; âlem-i bâkiye / bâki yani dâimî âleme gitmektir.
Ölüm, ehl-i hidayet / doğru yolda olanlar ve ehl-i Kur’an / Müslümanlar için, öteki âleme gitmiş;
Eski dost ve ahbablarına kavuşmağa vesiledir.
Hem, hakîkî vatanlarına girmeye vâsıta (ve araç)tır.
Hem, zindan-ı dünyadan / dünya zindanından, bostan-ı cinâna / cennet bahçelerine bir dâvettir.
Hem, Rahman-ı Rahîmin / Rahman ve Rahîm olan Allah’ın fazlından / ihsanından,
Kendi hizmetine mukabil / karşılık olarak; verilen ücreti almaya bir nöbettir.
Hem, vazife-i hayat / hayattaki görev külfetinden bir terhistir.
Hem, ubûdiyet / kulluk ve imtihanın tâlim ve tâlimatından bir paydostur.
x
“Eski hükema (âlimler), ahkâm-ı şer’iyyeden (şer’î hükümlerden) ve akaid-i imaniyyeden
(îmana ait olan akaid ve inançlardan) bâzıları için;
‘Bu nakildir, iman ederiz, akıl buna yetişmez!’ demişler.
Halbuki, bu asırda akıl hükmediyor…
‘Bütün ahkâm-ı şer’iyye (şer’î hükümler) ve hakaik-ı îmaniyye (îmanî hakikat ve gerçekler)
Aklîdir (akıl ile bilinecek ve bulunacak hususlardır).’ diye ispat edilmiştir.)”
x
Bir su getirmek için, bâzıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir.
Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır.
Birincisi çok zahmetlidir. Bir yerde tıkanıp, kesilebilir.
Fakat, her yerde kuyular kazıp su çıkarmak isteyenler;
Zahmetsiz bir şekilde, her yerde suyu bulup çıkarabilirler.
Aynen bunun gibi: Kelâm âlimleri, o ondan o ondan diyerek, uzayan sebepler zincirinin
İmkânsızlığından dolayı; buna son verip, sonra Allah’ın varlığını ispat ediyorlar.
Böylece, uzun bir yola, girmiş oluyorlar! Fakat Kur’an’ın gösterdiği yol ile;
Her yerden su çıkarılabilir. Çünkü, her bir ayet; bir sondaj kuyusu,
Hz. Musa’nın birer asâsı gibi, nereye vursa hakikat suyunu fışkırtır.