8 ay önce yazdığım bir yazıda “Ohal Veya Sıkıyönetim İlan Edilmeli” başlığı altında terörle mücadelenin yoğun olduğu bölgelerde OHAL ilan edilmesi gereğini vurgulamıştım. Gerekçem de E. Kurmay Albay Ümit Yalım’ın işaret ettiği hukuksuzluklar idi.
” Terörle Mücadele Kanunu’na göre, il ve ilçelerde görevli mülki amirlere, sokağa çıkma yasağı uygulaması için yetki verilmemiştir.”
“Teröristlerle mücadele etmek için, sokağa çıkma yasağının uygulanması gerekli ve zorunludur. Bu yetkiler Olağanüstü Hal ile Sıkıyönetim Kanunlarında düzenlenmiştir.
Yani sokağa çıkma yasağı, olağanüstü hâl ve sıkıyönetim şartlarında uygulanabilir.
O halde adını koymak zorundasınız.
“Terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde, sokağa çıkma yasağının ilan edilebilmesi için, Anayasanın 120, 121 ve 122. maddelerine göre, o bölgelerde olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim ilan edilmesi gerekiyor.”
Çünkü yasal bir zemine oturmayan özgürlükleri kısıtlayıcı böylesine karar ve uygulamaların failleri ileride suç işledikleri gerekçesiyle cezalandırılabilir. Çünkü hiç kimse kaynağını anayasadan ve kanunlardan almayan yetkiler kullanamaz.
Cumhurbaşkanı veya Başbakan’dan alınan bir yazılı emir bile ileride, Anayasanın 137. maddesinde düzenlenen “Kanunsuz emir” sayılabilir. Bu maddeye göre, “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.”
***
15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nden sonra -şimdilik- 60 binden fazla memur açığa alındı, bunlardan büyük kısmı tutuklanmakta. Devletin en kritik kurumlarında, en üst makamlarda olan binlerce memur hakkında görevden alma ve yargılamalar devlet mekanizmasının işleyişini sarsacak boyuttadır. Ayrıca terör örgütü ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle gazete, TV, yurt, okul kapatmak, şirketlere el koymak gibi tedbirler alınmaktadır.
Yapılan tasfiye ve yargılamaların hızlı olabilmesi, etkili tedbirler alınabilmesi için, özgürlükleri ve mülkiyet hakkını kısıtlayan tedbirler alınabilmekte, normal hukuk düzeni içinde kabul edilmesi mümkün olmayan zaruretler ortaya çıkmaktadır. Bu ise bugün bu uygulamayı yapan yöneticileri ileride hukuka aykırı davranmaktan sorumlu tutulmasına yol açabilecekti.
Böylesine fevkalade haller durumunda, fevkalade tedbirler alınabilmesi için Anayasanın verdiği “Olağanüstü Hal” uygulamasına başvurulması kaçınılmazdı. Hepimizi ilgilendiren, kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı karar almak durumunda kalan yöneticilerin alacağı bu kararlar için bir meşruiyet zemini hazırlanmıştır.
Diğer demokratik ülkelerde de olağanüstü şartlarda olağandışı tedbirler alınabilir. Bunun için Anayasalarda tanımlanmış olağanüstü hal veya sıkıyönetim gibi imkânlara başvurulur.
Burada beklenen özgürlükleri kısıtlayıcı kararların keyfi olarak değil, ancak zaruret halinde alınması, OHAL’in sınırlı süreli olarak, sıradan vatandaşların günlük hayatlarını en az etkileyecek boyutta uygulanmasıdır.
Dileğimiz OHAL’in ileri demokratik hukuk devletleri standartlarında uygulamasıdır.
*************************************
Özenli ve Adil Ayıklama
Darbe teşebbüsü sonrası kamudaki tasfiye rakamları o kadar yüksek ki “kurunun yanında yaşın da yanması” endişesini taşımamak mümkün değil.
İki gün içinde 60 binden fazla kamu görevlisinin FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle açığa alındığı ve haklarında soruşturma başlatıldığı açıklandı. Sadece sayısal durum bile ayıklamanın ne kadar zor bir işlem olduğunu gösteriyor.
Böyle bir ortamda adil yargılamanın güçlüğünü biliyorum. Arada masum insanların mağdur olmasından ben de endişe ediyorum. Üstelik yaklaşık 7 senedir tanıdığım, özel sohbetlerimizin olduğu bir hâkim arkadaşımın da açığa alındığı haberini okuyunca bu endişem daha da arttı.
Kişiler hakkında yazmak alışkanlığım yoktur. Ama “kurunun yanında yaş yanmasın” temennimizi Hâkim Mesut Erbaş örneği üzerinden anlatmak meseleyi daha anlaşılır kılacak.
***
Hâkim Mesut Erbaş
Hâkim Mesut Erbaş‘ı tanıdığımda Ağır Ceza Mahkemesinde görevli idi. Daha sonra Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi oldu. Sulh Ceza Mahkemeleri, Sulh Ceza Hâkimliklerine dönüştürülürken kendi isteği ile Aile Mahkemesi Hâkimi olarak görevlendirildi.
Ben hâkimlik mesleğine bu kadar yakışan çok az hâkim tanıdım. Mesut Bey, mesleğinin gerektirdiği bağımsız ve tarafsızlığı yanında, ülkesini ve milletini seven, hizmet aşkı ile dolu bir insandır.
Duruşmalarda tarafları ayağa kaldırmadan sohbet eder gibi konuşturur. Mahkemelere alışık olmayan vatandaşların heyecanlanmadan, samimi ifadeler vermesini sağlar.
O’nun en kısa zamanda ve en adil karar vermeye çalışan bir hâkim olduğuna yargılamanın tarafları, avukatları ve O’nu tanıyan herkes inanır. Kararlarında tek ölçü adaleti tesis etmektir. İstemeden de olsa bir kişinin kul hakkını yemek en büyük korkusudur.
Kamu malını özenle kullanma gayreti alışılmadık boyuttadır. Devletin bir toplu iğnesinin zayi olmamasına dikkat eder. Adliye lavabolarında musluğun açık bırakılması bile O’nu öfkelendirir. İstirahat zamanlarında yırtılan dava dosyalarını, kendi parasıyla aldığı koli bantlarıyla, bizzat kendisinin tamir ettiğine defalarca şahit oldum.
Okuyucular arasında Hâkim Mesut Erbaş’ın bütün bu özelliklerine rağmen, -açığa alınması sebebiyle- FETÖ ile irtibatlı olabileceğini düşünen olabilir. O’nu tanıyanlar arasında bu ihtimali düşünen olacağını sanmıyorum. Ben kendisiyle özel sohbetler yapan bir arkadaşı olarak böyle bir irtibatın olamayacağını kesinlikle ifade edebilirim.
Özel sohbetlerimizde Adliyede Cemaat yapılanmasından rahatsızlığını ifade ederdi. Cemaat mensuplarının etkinliğini artırmak için yapılan adaletsiz, kul hakkına riayet etmeyen, liyakat ilkesine aykırı tayin ve terfilerden yakınırdı.
Benim köşe yazılarımda Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde eleştirdiğim adaletsizlikleri, bu davalar üzerinden TSK’nın değerli komutanlarının tasfiye edilmesinin gelecekte Türkiye’ye çok sıkıntılar yaşatacağına dair görüşlerimi haklı bulduğunu söylerdi. Siyasete bu kadar bulaşan bir hareketin dini görüntüsüne rağmen esasen siyasi hedefleri olan bir örgüt olduğunu konuşurduk. Bu kadar kul hakkı yiyen insanların da en kısa zamanda cezalarını bulacağına dair kanaatlerimizi paylaşırdık.
Hem de bu görüşlerimiz bazıları gibi sadece 17/25 Aralık sonrası değil, öncesinde de aynı idi. Çünkü benim kendisine olan saygım sadece mükemmel insani vasıflarından değil, aynı zamanda ilke bazında uyuşmamızdandı. Bağımsız ve tarafsız, aklını, vicdanını, iradesini başkalarına devretmemiş, Türkiye ve milletimize sevdalı olan bir hâkim olmasındandı.
Kısacası Hâkim Mesut Erbaş “kurunun yanında yakılmak üzere torbaya atılmış yaş” idi. Bu torbaya Mesut Erbaş gibi isimleri dâhil edenler şöyle bir hesap içinde olabilir: Böyle saygın ve sevilen isimler FETÖ üyesi diye haksız yere cezalandırılırsa, kamu vicdanı bu isimler sebebiyle gerçek suçlular için de harekete geçer. Bir süre sonra bütün yargılamalar hukuksuz ve adaletsiz bulunabilir.
Ama gördük ki, Kocaeli 1. Sulh Ceza Hâkimliği ilk duruşmada Hâkim Mesut Erbaş dâhil 10 hâkim ve savcıyı adli kontrol şartı ile serbest bıraktı. (Tutuklanan 21 hâkim ve savcıyı pek tanımıyorum. Haklarında kanaat belirtebilecek durumda değilim.) Bundan sonraki aşamada ya “kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar” verilecek ya da “kovuşturma evresine” geçilecek. Dileğim “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilmesi. Her iki halde de adaletin tecelli edeceğine ve Hâkim Mesut Erbaş’ın en kısa zamanda çok sevdiği görevine döneceğine inanıyorum.
Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcısının açıklamasına göre, gözaltına alınan veya tutuklanan “halka ateş açmamış, halkın üzerine araç sürmemiş, ne olduğunu bilememiş” 1200 rütbesiz er serbest bırakıldı. Başsavcı “biz devletin savcılarıyız, adil davranacağız, masum askerleri katmayacağız, hızla ayıklayacağız” dedi.
Ankara Başsavcılığının ve Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin bu özeni yargılamaların adil olacağına dair ümitlerimi artırdı.
Kurunun yanında yaşın yanmaması için bu türlü özenli ayıklamalar yapılırsa kamudan tasfiye hareketine halkımızın desteğinin artacağına inanıyorum.