Prof. Dr. Necati Demir’in telif ettiği Oğuz Yabgu Devleti isimli eser 13,5 X 21 santim ölçülerinde 414 sayfadır. Velût yazar Sayın Demir, Doçent ve Profesör unvanıyla Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi olarak vazife görmesine rağmen, 140’ı aşkın kitabı 100’ aşkın makalesi ve bildirilerinin çoğu Tarih Araştırmaları ile alâkalıdır. Esâsen târih ve edebiyat ana-baba bir kardeş gibidir. Bu sebeple olmalı, târih ve edebiyat konusunda eser verenlerin ekseriyeti; ya târihe meraklı edebiyatçı veya edebiyata meraklı târihçi oluyor.
Genel geçer kanaate göre târih ilmî târihî belgenin olmadığı durumlarda kurgu metinlerinden faydalanır. Bu durumda edebiyat târihe kaynaklık eder. Edebiyat da kurguya dayalı metnin arka planını, devrini, sanatkârını anlamak adına târihten faydalanır. Târihî roman, târihî tiyatro ve târihî şiir bu etkileşimden doğmuştur. Târih araştırmaları ile alâkalı eser vermek söz konusu olduğunda ise durum farklıdır. Çünkü târih araştırması ciddî bir iştir. Meltem gücündeki etkileşimlerle edebiyatçının, daha önce ele alınmamış bir konu hakkında hacimli, ciddî, tatminkâr, hâliyle de çok uzun ve yorucu bir çalışmayı gerektiren konuda eser vermek için sözü edilen meltem yeterli olamaz. Sayın Demir’in, aynı fakültenin Genel Türk Târihi bölümünde dirsek çürüttüğü düşünülebilir. Belki öyledir de tevazu sebebiyle hayat hikâyesinde belirtmemiştir.
Oğuz Han, çok bilinen bir Türk kahramanı olmakla birlikte, mensubu bulunduğu kabile veya boy ile kurdukları devlet hakkındaki çalışmalar da bilgiler de son derecede sınırlıdır.
Prof. Demir’in, Oğuzlar ve onların kurduğu devlet hakkındaki eseri; Türkçe, Bizans, Farsça, Arapça, Ermeni kaynakları ile çağdaş kaynaklar incelenmek suretiyle ve 10 yıllık inceleme-çalışma sonunda meydana getirilmiştir. Edebiyat Fakülteleri, Târih Ana İlim Dalı bölümlerinde ders kitabı olarak okutulması gereken bilgiler sunmaktadır.
Bu vesile ile üniversitelerimizde, târih ilminin; edebiyatın alt veya yan bölümü imiş gibi, edebiyat fakültelerinin şemsiyesi, koruması altında faaliyet göstermesinin yadırganacak bir durum olduğunu düşünmekte olduğumu belirtmek isterim. Târih ilminin, fakülte hüviyetine sâhip bir yapılanma içerisinde okutulmaya değer bulunmamış olması, hazin bir tecellidir. Yardımcı Doç. Dr. unvanının bir hamlede kaldırılması gibi, Târih Fakültesi’nin de bir hamlede kurulması mümkün olabilecek, lüzumlu ve faydalı bir gelişme olacaktır.
Prof. Dr. Necâti Demir’in muhteşem eserine dönersek efendim, 10 yıllık uzun ve yorucu çalışma neticesinde elde ettiği ansiklopedi hacmindeki bilgileri 385 sayfaya sığdırması da tebrike şâyandır. ‘İçindekiler’ başlıklı bölüm, bu görüşün ispatıdır. Aşağıdaki ana ve tâlî bölümlerin listesi verilmiştir.
OĞUZ YABGU DEVLETİ TARİHİ VE KÜLTÜRÜNÜN KAYNAKLARI
Türkçe Kaynaklar, Bizans Kaynakları, Farsça Kaynaklar, Arapça Kaynaklar, Ermeni Kaynakları, Çağdaş Kaynaklar.
OĞUZ YABGU DEVLETİNİN COĞRAFYASI
Genel Olarak Oğuz Yabgu Devleti Coğrafyası, 8. Yüzyılda Oğuz Yabgu Devleti, 9. Yüzyılda Oğuz Yabgu Devleti, 10. Yüzyılda Oğuz Yabgu Devleti, OğuzYabgu Devleti ve Çevresinde Bulunan Mekânlar, Oğuz Yabgu Devleti’ne Komşu Bölgeler ve Ülkeler.
OĞUZ YABGU DEVLETİ’NİN TARİHÎ ALT YAPISI
Hun Devleti Dönemi’nde Oğuzların Ataları, Hun Devleti ve Parçalanması, Kuzey Liang Devleti (397-439), Chü-ch’ü Meng hsün Dönemi, Mu-ch’ien Dönemi, Kuzey Liang Devleti’nde Fetret Dönemi, Bozkurt Destanı, Birinci Köktürk Devleti, Doğu ve Batı Köktürk Devleti, Turgiş Devleti,
OĞUZ YABGU DEVLETİ
Türklerde Kut Alına ve Devlet Kurma Töresi, Oğuz Yabgu Devleti’nin Kuruluşu, Oğuz Yabgu Devleti’nin Yönetim Biçimi, Oğuz Yabgu Devleti Yabguları, Oğuz Yabgu Devleti Dönemi’nde Öne Çıkan Olaylar, Oğuz – Peçenek Savaşları,
OĞUZ YABGU DEVLETİ’NİN DAĞILIŞI
Oğuz Yabgu Devleti’nin Bölünmesi Sürecinde Selçuklular, Seyhun Boyları ve Aral Gölü Çevresi Oğuzları: Türkmenler ve Türkmenistan, Hazar’ın Batı ve Güney Sâhilleri Oğuzları: Azerbaycan Cumhuriyeti-Güney Azerbaycan, Oğuz Kağan’ın Talihsiz Çocukları: Uzlar, Batıya Göç Öncesi Uzlar, Uzların Batıya Göçmek Mecbûriyetinde Kalışı, Uzların Karadeniz’in Kuzeyindeki Yolculuğu, Uzların Bizans Topraklarına Girişi, Tekrar Rus Topraklaına Dönen Uzlar, Batıya Göçen Oğuz Boyları, Malazgirt Savaşı’nda Uzlar, Dobruca Oğuz Devleti, Balkanlarda Uzlar, Avrupa’da Uzlar, Türkiye’de Uzlar.
OĞUZ YABGU DEVLETİ DÖNEMİ’NDE KÜLTÜR HAYATI
Oğuz Yabgu Devleti Dönemi’nde Devlet Yönetimi ve Ordu, Devlet Yönetimi, Başkent-Devlet Merkezi-Saray, Oğuzlarda Yabgu / Hakan Seçimi ve Sonrası, Oğuz Yabgu Devleti’nde Bayrak ve Tuğ, Hükümet (Ayukı), Devlet Kadrosu, Devlet Törenleri, Hakan Atama Törenleri, Devlet Meclisi ve Toy, Ordu-Ordu Birlikleri, Sosyal Yapı, Aile (Oğuş), Urug, Boy (Bodun), İl (Devlet), Toplum Hayatı ve Geçim: Şehir Hayatı, Çarşı, Pazar, Şehirleşme ve iskân, Toplum Hayatı, Eğitim ve İlim, Hukuk, Ekonomi, Köy Hayatı ve Kır Alanında Hayat, Tarım, Tıp ve Tedâvi, Edebiyat ve Dil: Oğuzlarda Edebiyat: Sözlü edebiyat, Yazılı Edebiyat, Oğuzlarda Dil-Oğuz Türkçesi, Ses Bilgisi, Biçim Bilgisi, Kelime Bilgisi, Cümle Bilgisi, Oğuzlarda Söz Varlığı. Ticâret Hayatı: Ticâret, Para, Soğd Alfabesi İle Basılan Sikkeler, Arap Alfâbesi ile 830-844 Yılları Arasında Basılan Sikkeler, Oğuz Şehirlerinde Bulunmuş Kaynağı Belirsiz Sikkeler. Yollar ve Ticâret Yolları: Dînî Hayat, Kadın – Erkek, Zaman ve Takvim, Mimarlık ve İskân, Sanat ve Zanaat: Sanat, Madencilik, Silah Sanatı, Sanatlar ve Süs Eşyaları, Heykeltıraşlık, Müzik, Seramik, Dokuma ve Örme, Keçe ve Keçecilik, Dericilik, Koşum Takımı, Teknoloji, Yaşayış Tarzı, Gelenek ve Görenek, Beslenme Kültürü, Giyim Kuşam, Cenaze ve Defin İşlemleri, Mezar – Kurgan – Tümülüs.
Târih kitaplarımızda ve ilmî makalelerde, yaklaşık 266 yıl hüküm süren Oğuz Yabgu Devleti hakkında ‘yok’ denilecek kadar az ve yetersiz bilgi vardır:
Selçukluların atası Selçuk Beğ’in babası Dukak Beğ, ‘Oğuz Yabguluğu’ olarak anılan devletin ordu komutanı idi. Dukak Beğ vefat ettiğinde oğlu Selçuk Beğ (901-1007), 17-18 yaşlarındaydı. Oğuz Yabgusu O’nu ordu komutanlığına tâyin etti. Bir müddet sonra Selçuk Beğ ile Yabgu’nun arası açıldı. Selçuk Beğ, oğulları; Arslan, Mikail, Musa, Yusuf ve İsrafil beyler ile kendilerine bağlı Oğuz Türklerini de yanına alarak 960 yılında Seyhun nehri kenarındaki Cent şehri bölgesine yerleşti. Bölgede, Müslümanlığı yeni kabul etmiş Türkler vardı. Selçuk Beğ, Oğuz Yabguluğu’dan ve bölgedeki diğer devletlerden gelebilecek saldırılar karşısında, ittifak yapabileceği devletlerin yönetici ve ahalisinin Müslüman olması sebebiyle İslamiyet’i kabul etti. Zâten babası da İslamiyet’e yakınlık duymakta idi. Hatta belirtildiğine göre Müslümanlığını gizlemekte idi.
Selçuk Beğ, Oğuz Yabguluğu’ndan vergi almak için gelen elçiyi; ‘Müslümanlar, Müslüman olmayanlara vergi ödemezler.’ Diyerek geri çevirdi. Daha sonra da gönderilen kuvvetlerle çarpıştı, galip geldi.
(Oğuz Çetinoğlu: Türklerin Muhteşem Târihi s: 103 Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2015)
Çarpışmalar devam etmiş olmalı ki, Prof. Demir’in belirttiğine göre 1042 yılına Oğuz Yabguluğu târih sahnesinden silindi. Bu târihte Selçuklu Devleti’nin hükümdârı Tuğrul Bey (990-1063) idi.
Prof. Dr. Necâti Demir, târih meraklılarına tatminkâr bilgiler veriyor. Bu bilgilere Selçuklu Devleti’nin kuruluş dönemini anlatan târihî kayıtlarda rastlanıyor.
‘Oğuznâme’ veya ‘Oğuz Kağan Destanı’ olarak da anılan ‘Oğuz Destanı’, Prof. Demir tarafından 7 cilt olarak hazırlanmış, H Yayınları tarafından 2001 yılında yayımlanmıştır.
<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>
DERKENAR
Oğuz Kağan Destan’nın Özeti
Günlerden bir gün Ay Hâtun’un gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.
Doğan çocuğa ‘Oğuz’ adı verildi. Bu çocuk anasından bir defa süt emdi, bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve ekmek istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibi idi. At sürüleri güder, at biner ve av avlardı.
O çağda, orada büyük bir orman vardı. Gürül gürül akan derelerin, soğuk ırmakların çağıltısı duyulurdu. Bu ormanın içinde büyük bir canavar olmasa, o çevrede yaşamak güzeldi. Yaman bir canavardı. At sürülerini ve halkı yerdi.
Oğuz Kağan gözü pek ve yiğit bir kişi idi. Bu canavarı avlamak istedi. Günlerden bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş. Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti. Tan ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz, kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti.
Yine geldiği zaman bir ala doğanın, canavarın bağırsaklarını yediğini gördü. Yay ve okla ala doğanı öldürdü, başını kesti. ‘Canavar geyiği ve ayıyı yedi. Demir olduğu için kargım onu öldürdü. Canavarın bağırsaklarını ala doğan yedi. Bakır olduğundan yayım ve okum onu da öldürdü.’ Diyerek oradan uzaklaştı.
Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Başında teli ve parlak bir beni vardı, kutup yıldızı gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse Gök Tanrı gülüyor, ağlasa, Gök Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, İkincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Gözleri gökten daha uçuk mavi, saçları ırmak gibi dalgalı, dişleri inci gibi beyaz idi… Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, İkincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular. Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü tatlılar yediler. Şölenden sonra Oğuz Kağan beylere buyruk verdi:
Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize uğur
Bozkurt olsun savaş parolası
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha nehir
Güneş bayrak, gök çadır.
Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi. Bu bildirilerde şöyle yazılıydı:
‘Ben Türklerin kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim.’
Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan adında bir kağan vardı. Bu Altun Kağan Oğuz Kağan’a itaat etti. Sol yanda Urum Kağan vardı. Askerleri ve şehirleri çoktu. İtaat etmedi. Oğuz Kağan gazaba gelerek, bayrağını açtı askeriyle ona karşı yürüdü.
Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oğuz Kağan’a hitap etti ve: ‘Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben de senin önünde yürümek istiyorum’ dedi.
Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt bir kaç gün sonra durdu. Burada İtil Müren adında bir deniz vardı. Burada savaş başladı. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Mürenin suyu baştanbaşa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı.
Sonra Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa geldi. İtil büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve: ‘İtilin suyunu nasıl geçeriz?’ dedi.
Askerler arasında iyi bir bey vardı. Onun adı Uluğ Ordu Bey idi. O akıllı bir erdi. Gördü ki, bu yerde pek çok dal ve pek çok ağaç var. O ağaçları kesti ve bu ağaçlara yattı, suyu geçti. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve ‘sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun’ dedi.
Yine ilerlediler. Oğuz Kağan yine önünde gök tüylü, gök yeleli kurtla birlikte Hint, Tangut ve Suriye taraflarına yürüdü. Pek çok vuruşmadan ve pek çok çarpışmadan sonra oraları hükmü altına aldı ve kendi yurduna kattı.
Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan’ın yanında aksakallı, kır saçlı, tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Oğuz Kağan’ın nâzırı idi. Adı ‘Uluğ Türk’ idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusuna üç ok da şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan’a anlattı ve dedi ki: ‘Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun; ey kağanım, senin hayatın hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini hakîkate çıkarsın. Tanrı bütün dünyâyı sana bağışlasın!’
Oğuz Kağan, Uluğ Türk’ün sözünü beğendi, onun öğüdünü dinledi. Sabah olunca büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve: ‘Benim gönlüm avlanmak istiyor. İhtiyar olduğum için benim artık cesâretim yoktur; Gün, Ay ve Yıldız doğu tarafına siz gidin; Gök, Dağ ve Deniz sizler de batı tarafına gidin’ dedi.
Doğuya gidenler yolda bir altın yay buldular. Batıya gidenler de üç gümüş ok buldular. Bunları getirip babalarına verdiler. Oğuz Kağan yayı üçe böldü ve ‘Ey büyük oğullarım yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın.’ dedi. Okları da üçe üleştirerek ‘Ey küçük oğullarım oklar sizlerin olsun. Yay oku attı, sizler de ok gibi olun.’ dedi.
Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı. Halkını çağırttı. Yurdunu ‘Boz Oklar’ ve ‘Üç Oklar’ diye anılan oğulları arasında paylaştırdı ve dedi ki:
Ey oğullarım, ben çok aştım;
Çok vuruşmalar gördüm;
Çok kargı ve çok ok attım;
Atla çok yürüdüm;
Düşmanları ağlattım;
Dostlarımı güldürdüm.
Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim.
Şimdi yurdumu size veriyorum.
Prof. Dr. NECATİ DEMİR 20 Nisan 1964’te Ordu’ya bağlı Ulubey ilçesinin Kumanlar köyünde doğdu. Kumanlar İlkokulu (1974), Ordu Fatih Ortaokulu (1977), Ordu Fatih Lisesi (1980) Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1987) mezunudur. Yüksek lisansını Cumhuriyet Üniversitesinde (1992), doktorasını Selçuk Üniversitesinde (1996) tamamladı. Gaziantep Sarısalkım Ortaokulunda Türkçe öğretmeni (1987-1990), Sivas Cumhuriyet Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni, Cumhuriyet Üniversitesinde Türk Dili okutmanı olarak çalıştı. 13 Haziran 1996’da Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne yardımcı doçent olarak tâyin edildi. 30 Kasım 2000’de doçent, 9 Şubat 2006’da profesör oldu. Kitaplarından dört tanesi Harvard Üniversitesi, yirmi yedi tanesi Almanya, bir tanesi Avusturya, bir tanesi de Danimarka’da yayımlanmıştır. 1996-2010 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Bölümü’nde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak görev yaptı. 2010 yılında Gazi Üniversitesine tâyin edildi. Hâlen Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Prof. Dr. Necati Demir’in yazıp yayınlattığı kitaplardan bâzıları: Turan Hakanı Alper Tunga, Oğuz Kağan Töresi, Dede Korkut Destanı, Türgiş Devleti, Türk Efsâneleri, Türk Ninnileri, Anadolu Türk Masallarından Derlemeler, Dil-Târih-Kültür ve Edebiyat Araştırmaları, Dede Korkut Destanının Türkmenistan Boyları, Târihî Süreç İçerisinde Karadeniz Bölgesi: Tarih-Etnik Yapı-Dil ve Kültür, Ulu Han Ata Bitiği, Türk Kültürü Araştırmaları, Üniersiteler İçin Türkçe Dil Bilgisi, Türk Mânileri, Müseyyeb Gazi Destanı, Danişmend Gazi Destanı, Türkçe Ses ve Biçim Bilgisi. Bozkurt ve Ergenekon Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Satuk Buğra Han Destanı, Ordu Yöresi Târihinin Kaynakları, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Danişmendname, Anadolu’dan Türk Çocuk Oyunları, Türkçe Cümle Bi̇lgi̇si̇, Şecerei Terakime, Ankara’da Eski Türk İzleri, Oğuzname: Kazan Nüshası, Tokat İli Ve Yöresi Ağızları. |