Oğuz Çetinoğlu ve Mehmet Şadi Polat, Tecrübeli Eğitimci Dr. Sakin Öner’i yeni Eğitim Kanunu Hakkında Konuşturdular

87

Dindar olmak tek başına yeterli değildir.
Gençlik hem dinini, hem de kendi kültürünü, millî değerlerini tanımalı;
 vatanını-milletini sevmeli, dilini ve tarihini iyi bilmelidir
.’

 Eğitim ve öğretim kavramlarını birbirinden ayıran özellikleri belirtir misiniz?

Dr. Sâkin Öner: Eğitim; insanın zihnen, bedenen ve ruhen hayata uyumunu sağlayan bilgi, yetenek ve becerilerini geliştiren faaliyetlerin bütünüdür. Eğitim faaliyetleri; tavır,  davranış, tutum, iş ve eylem olarak insan hayatına yansır. Öğretim ise, doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Öğretim; hayatta, meslek seçiminde gerekecek her türlü bilginin kazandırılma sürecidir. Öğretim, bilginin; bir bina inşa eder gibi, hayatın her döneminde giderek temposunu arttırarak insana kazandırıldığı bir dönemdir.

Eğitim ile öğretim arasındaki farka gelince: Öğretim kişinin bilgi sâhibi olmasını, eğitim bilginin davranış hâline dönüşmesini sağlar. Öğretim bilgi, eğitim bilinç kazandırır. Şöyle bir örnek vereyim: suyun 0 derecede donup 100 derecede kaynadığı, öğrenim sonucu elde edilen bir bilgidir. Fakat kaynar suya el sürülmeyeceği veya bir yerine döküldüğü zaman onun yakacağı bir eğitim faaliyeti sonucudur. Kısacası, eğitim, bilginin davranış hâline dönüşmesidir.

Eğitim, çok değişik zaman ve mekânlarda, çeşitli yöntemlerle kazanılır. Eğitim, aileden,  okuldan ve çevreden kazanıldığı gibi, insanın şahsî gayretleri ile de kazanılır. Kişinin düşünme yetisini, beceri ve yeteneklerini geliştirici çabaları veya deneme yanılma yoluyla elde ettiği bilgilerin ve kazandığı davranışların tamamı eğitim faaliyeti içine girer. Öğretim eksikliği zaman içerisinde kapatılabilir. Fakat eğitim eksikliği kapatılamaz. Bizim meşhur bir atasözümüz vardır: “Ağaç yaş iken eğilir.” Bu söz, eğitim ve öğretimin ne zaman kazandırılacağını belirten bir sözdür. Çünkü insanın küçük yaşlarda öğretilenleri daha çabuk öğrenme kapasitesi vardır. Öğrenme kapasitesi, yaş ilerledikçe düşer. Onun için, küçük yaşta kazandırılması gereken bilgi, beceri ve davranışları zamanında kazandıramazsanız, daha sonra kazandırmanız çok zordur.

Kesintili ve kesintisiz temel eğitim sistemi arasındaki farkları belirtir misiniz? Şu anda Mecliste tartışılmakta olan eğitim sistemi hakkındaki düşüncelerinizi açıklar mısınız?

Öner:  Eğitim ve öğretimin, metotları ve teknikleri yönünden bir farklılık oluşmadan, bir sistem bütünlüğü içinde, birbirini tâkip eden süreçler halinde aynı mekânda sürdürülmesine, kesintisiz eğitim diyoruz.

Mesela: Sekiz yıllık mecburî kesintisiz eğitim dediğimiz zaman, öğrencilerin birinci sınıftan sekizinci sınıf sonuna kadar, temel eğitim bilgilerini aynı mekânda alarak, sekizinci sınıf sonunda bir diploma ile mezun olmasını anlıyoruz. Bunun değişik sürelerle birbirinden ayrılarak, ayrı mekânlarda iki bölüm halinde gerçekleştirilmesine ise kesintili eğitim diyoruz. 

Kesintisiz eğitimle, kesintili eğitim arasında bazı farklar vardır. Kesintisiz eğitimde bir sistem bütünlüğü vardır. Öğretilecek bilgiler ve kazandırılacak tutum ve davranışlar, kesintisiz eğitim süresi içine sistemli bir şekilde yayılır. Kesintili eğitimde ise, her öğretim kademesinde amaç, farklı olduğu için, öğretilecek bilgi, beceri ve davranışlar da farklıdır. 

Şu anda Meclis’te tartışılmakta olan eğitim sistemi hakkındaki kanun tasarısı hakkındaki düşüncelerimi şöyle açıklayabilirim: Önerilen sisteme göre, mecburî eğitim, mecburî, fakat 4+4+4 biçiminde kesintili 12 yıl olacak. Birinci dört yıl ilkokul, ikinci dört yıl ortaokul, üçüncü dört yıl lise olacak. Bana göre, birinci ve ikinci kademenin tamamı temel eğitim veya ilköğretim biçiminde isimlendirilmeli, birinci dört yıl 1. kademe, ikinci dört yıl 2. kademe olarak adlandırılmalıdır. Buna kesintisiz, kademeli Temel Eğitim veya İlköğretim diyebiliriz. Bu süreç sekiz yıl sürelidir. 1. kademe’den 2. kademe’ye geçişte Geçiş Belgesi veya Transkripsiyon dediğimiz öğrencinin akademik başarısını gösteren bir belge verilebilir.

İlköğretimin birinci kademesinde;  “iyi insan, iyi vatandaş” bilincini ve davranışlarını kazandıracak temel bilgiler öğretilmeli, ikinci kademesinde ise, iyi bir rehberlik çalışması ile öğrencinin ilgi, yetenek ve becerileri doğrultusunda ortaöğretime yönlendirilmelidir. Bunu yapabilmek için de, ikinci kademe seçmeli derslerle çok programlı hâle getirilmelidir. Bu kademe esnek ve geçişken olmalıdır. Öğrenci bir yöne mahkûm edilmemeli, zaman içinde tercihleri değiştikçe yeni alanına geçiş imkânı sağlanmalıdır.

Lisede ise öğrenci, “akademik öğretim, meslekî öğretim ve meslekî eğitim” olmak üzere üç alanda eğitime alınmalıdır. Meslekî eğitime, sayısal ve kültür derslerinde başarılı olamayan, fakat beceri ve yeteneğe dayalı meslekî eğitimde başarılı olabilecek öğrenciler alınabilir. Bu öğrenciler, Meslekî Eğitim Merkezlerinde ve Açık Öğretim Lisesi’nde öğretimlerini sürdürebilirler. Bunlar, Açık Öğretim Lisesi’nde sosyal bilimler alanında genel kültür dersleri alabilirler. Meslekî eğitim alanına yönlendirilen öğrencilerin yaygın öğretim kurumlarında bu eğitimlerini sürdürmeleri, örgün eğitim yapan liselerdeki yığılmaları ve sınıf kalabalıklarını, hatta Üniversite önlerindeki yığılmaları da büyük ölçüde önleyecektir.

Bu sebeple, bana göre zorunlu ilköğretim, kesintili değil, kademeli olmalıdır. Böyle olması, bazı kesimlerin bu tasarıya tepkilerini azaltacaktır.

Mecburî temel eğitimin kesintisiz veya kademeli / kesintili olmasının yararlarını ve zararlarını tahlil eder misiniz?

Öner: Mecburî eğitimin kesintili değil de, kademeli olmasından yanayım. ‘Kesintili’ kelimesi yanlış anlaşılabilir. Kademeli sistemde diploma vermeden, ikinci kademeye geçiş söz konusudur. Diploma, öngörülen 12 veya 13 yıllık mecburî eğitimin sonunda verilir.

Hazırlanan tasarı kesintili mi, kademeli mi?

 Öner: Hazırlanan tasarı, her dört yılda ayrı bir okul önerdiği için kesintilidir. 

Birinci sınıf ile sekizinci sınıf öğrencilerinin aynı binada öğretim görmesi mahzurlu mu?

Öner: Birinci sınıf öğrencisiyle sekizinci sınıf öğrencisinin aynı mekânda öğretim görmesinin, on dört yıldır devam eden uygulama sürecinde çeşitli mahzurları olduğu görüldü.

Ne gibi mahzurlar?

Öner: Farklı yaş gruplarındaki öğrencilerin sekiz yıl aynı mekânda öğrenim görmesinin, hem psikolojik, hem pedagojik yönden, hem de disiplin yönünden uygun olmadığını gözlemledik. Her şeyden önce on iki-on beş yaş çocuğu, ergenlik çağına gelmiş demektir. Ergenlik çağındaki çocuk ile altı-on bir yaş arasındaki çocukların aynı çatı altında öğrenim görmesi, özellikle küçük çocuklar aleyhine çeşitli olumsuzlukların oluşmasına yol açmaktadır.

Şöyle ki; öncelikle büyük öğrencilerin küçük öğrenciler üzerindeki çeşitli baskıları söz konusudur. Bunlar manevî baskıdır, fiilî baskıdır, her türlü tâcizdir. Cinsî tâciz de vardır bunun içerisinde, fizikî tâciz de. Dolayısıyla bu çocukların aynı bina içerisinde bulunması, çocukların hayatlarını sağlıklı sürdürmeleri yönünden uygun değildir. Küçük öğrenciler merdivenden inerken itilir, kakılır, kantinden alışveriş yapmak isterse zorlanır. Tuvalete giderlerse, sıraya girmekte ihtiyaçlarını gidermekte sıkıntı çekerler. Zaten teneffüsler beş-on dakikadır. Küçükler, bu sürelerde büyüklerin baskısından birçok ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Yanlış hareketler sonucu olumsuz ilişkiler kurulabilir. Küçük çocukların büyük çocuklar tarafından paralarının gasp edildiği de sık rastlanan olaylardandır. Hatta birkaç yıl önce İstanbul’daki bir ilköğretim okulunda bir sekizinci sınıf öğrencisi getirdiği kurusıkı tabanca ile beşinci sınıf öğrencisi bir arkadaşını yaraladı. Ayrıca ergenlik çağındaki bir öğrenci, disiplin yönünden de küçük öğrencilere kötü örnek olabilir.

Her şeyden önce bu konuda her türlü önyargıyı bir tarafa bırakarak, eğitimin kademeli olmasında mutlak yarar olduğu gerçeğini kabul edelim. İsim önemli değil, ama ilköğretimin mutlaka kademeli olması ve her kademenin ayrı binalarda öğretim yapmaları gerekir. Ben iki yıl önce Bakanlığımıza sunduğum “Türk Milli Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması” başlıklı raporda, ilköğretimin kademelendirilmesini, okulöncesi ve lise öğretiminin de mecburî eğitim kapsamına alınarak, mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılmasını da teklif etmiştim. Zaten 18. Millî Eğitim Şurasında da, ilköğretimin kademelendirilmesi ve mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılması konusunda prensip kararına varıldı. Avrupa Birliği ülkelerinin tamamına yakınında dördüncü ve beşinci sınıflardan sonra ikinci kademeye geçiliyor. İkinci kademede mutlaka başka bina gerekir.

Toplum yapımıza göre (anaokulu dışında) klasik anlamdaki okul öğretimine, açık öğretime, aile çevresinde eğitime başlangıç yaşı ile meslek seçimine en uygun yaş hangisidir

Öner: Alt komisyonda altmışıncı ayın sonunda öğretimin başlayabileceği teklif edildi. Bence yetmiş iki ay daha doğrudur. Daha sonra yetmiş iki ayda birleşildi. Birinci ve ikinci kademe öğretiminde kesinlikle açık öğretimin düşünülmemesi lazımdır. Ancak Lise öğretiminde, o da Meslekî Eğitim alanına yönelenler için Açık Öğretim düşünülebilir. Aile eğitiminin yararına inanmıyorum. Çünkü anne-babaları eğitim düzeyleri düşük, yüksek olsa bile pedagoji ve rehberlik eğitimi almadıkları, öğretim tekniklerini bilmedikleri için yararlı olamazlar. Meslekî eğitime ve öğretime başlama yaşı, on beş yaş ve üzeri, yani Lise dönemi olmalıdır. Yalnız İlköğretimin ikinci kademesinde seçmeli derslerle bu konuda hazırlık yaptırılabilir.

Dört yıllık eğitimde çocuk belki bazı bilgileri alabilir, ama karakter oluşumu tamamlanmış olur mu?

Öner: Dörder yıllık 1. ve 2. Kademede, mutlaka örgün öğretime ihtiyaç vardır. Bir öğrencinin kişiliği ve karakterinin ana çizgileri dört yılda şekillenmez, ancak sekiz yılda şekillenir, ilgi, yetenek ve becerileri bu sürede belirlenir ve geliştirilir.  Açık öğretim, teknik tâbiriyle yaygın eğitim, okula gitme şansını bulamamış, ileri yaşlardaki kişiler için düşünülebilir. İlköğretimde çocukların en az sekiz yıl süre ile okulda öğretim-eğitim görmelerinde yarar vardır.

Bu sekiz yıl kademeli mi olmalı?                                                                                                                                                           

Öner: Tabii ki, mecburi öğretimin ilk sekiz yılı kademeli olmalıdır. O konuda büyük bir tartışma yok aslında. Tartışma şundan dolayı vardı; başlangıçta ikinci kademedeki öğrencilerin, velileri isterse, bu öğrenimlerini açık öğretim veya aile çevresinde özel eğitimle görebilecekleri yönünde bir düşünce vardı. Bu gerçekten yanlıştı. Sağduyu galip geldi. Örgün eğitim içerisinde kalması konusunda da birleşildi.

Sekiz yıllık temel eğitimde İmam-Hatip Liselerinin orta kısımlarına yönlendirme nasıl olacak?

Öner: Şimdi oraya geleceğim. İmam-Hatip Liselerinin orta kısmı, bu eğitim için bir zaruretse, iki türlü karşılanabilir: Ya ikinci kademede seçmeli derslerle ya da ikinci kademede bu okulların orta kısmını bağımsız olarak açarak. Eğer bu liselerin bağımsız olarak orta kısımları açılacaksa, Anadolu Liselerinin, Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Meslek Liseleri ve Güzel Sanatlar Liselerinin de orta kısımlarının açılması gerekir.

Okulöncesi eğitimin mecburî eğitim kapsamına alınması konusunda ne diyorsunuz?

Öner: Okulöncesi eğitimin mutlaka mecburî eğitim kapsamına alınması gerekir. Çünkü bu eğitim basamağında çocuk, hayatta yararlı bazı temel bilgileri öğrenir, bazı davranışları kazanır, paylaşmayı, birlikte yaşamayı, kısacası sosyalleşmeyi öğrenir. Ana Okulu veya sınıfında okuyan bir öğrenci, ilköğretim okuluna gidince, diğer öğrencilerden, olumlu anlamda bazı davranış farklılıkları gösterir. Batılı gelişmiş ülkelerin tamamına yakınında okulöncesi eğitim, mecburî eğitim kapsamındadır. Zaten ülkemizde okulöncesi eğitim yüzde altmış oranında yaygınlaşmış durumdadır. Kapalı köy okulları devreye sokularak ve öğrenci mevcudu az okullar birleştirilerek yeni kapasiteler oluşturulabilinir. Okulöncesi eğitimin mecburî eğitim kapsamına alınması, eğitim kalitemizi yükseltecektir.

Mecburî eğitimin sekiz yıldan on iki yıla çıkarılmasında problemler var mı?

Öner: Tabii ki, var. Öncelikle fizikî anlamda sıkıntılar var. 2005 yılında liseler üç yıldan dört yıla çıkarıldı. Fizikî kapasite 1/3 oranında arttırılması gerekirken arttırılmadı. Şu anda ilköğretim mezunlarının % 65’i liseye gidiyor. Liseler mecburî eğitim kapsamın alınırsa % 35 fizikî kapasite açığı meydana gelecektir. Eğer, bu açıklar kapatılmadan uygulamaya geçilirse, okullarda yeniden ikili üçlü öğretime geçilecek demektir. Ayrıca, öğretmen açığı da meydana gelecektir. Şu andaki 150.000 civarındaki öğretmen açığı, 250.000’e yaklaşacaktır. Okullarda zâten var olan personel açığı daha da büyüyecektir. Bütün bu hususlar göz önüne alınarak uygulamaya geçilmelidir 

Meslek seçiminde, İmam-Hatip Ortaokuluyla Meslek Ortaokulunu da ayırmak lazım diye düşünüyorum. Ne dersiniz?

Öner: Ben geçmişte bu düşünceyi savundum. Bu sekiz yıllık sürece geçilmeden önce Millî Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı platformlara ve İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı iken Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu olarak çeşitli televizyon programlarına katıldım. Oralarda şu görüşü savundum:  1949 yılında Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu’nun Millî Eğitim Bakanlığı sırasında yapılan 4. Maarif Şurası’nda ‘Ortaokulların durumu’ ele alındı. Ortaokulların çok amaçlı olması gerektiğine karar verildi. Bunlara “Muhtelif Gayeli Ortaokullar” denmesi uygun görüldü. 1950-1951 Öğretim yılı başında deneme mahiyetinde Balıkesir, Nevşehir ve Muş’ta birer tane Muhtelif Gayeli Ortaokul açıldı. Hatta Ankara Deneme Lisesi de bu maksatla kurulmuştur. Bu okullar, 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar mevcudiyetlerini sürdürdüler, fakat bu okulların akademik başarısı test edilmeden ihtilal süreci içerisinde maalesef kapatılıp normal ortaokullara dönüştürüldüler. Bugün bu modelden yararlanılarak, ikinci dört yıl çok amaçlı ve çok programlı hâle getirilebilir.

Özellikle küçük yerleşim birimlerinde ayrı ayrı liseler kurmak yerine çok programlı liseler kurmak da ekonomik yönden büyük avantaj sağlar. Küçük yerleşim birimlerinde Ortaokulların da ayrı ayrı okullar şeklinde değil, aynı binada farklı programlar uygulayan okullar biçiminde yapılandırılması lazımdır. Ben, 1997-1998’de de bu görüşü savundum. Dedim ki: ‘İmam- Hatip Ortaokullarıyla genel ortaokullar arasında sekiz saatlik ders farkı var. İmam – Hatip Ortaokulları, diğer Ortaokullardan farklı olarak haftada 4 saat Kuran-ı Kerim ve 4 saat Arapça dersi okuyorlar. Gelin, bu sekiz saatlik dersi seçmeli olarak normal Ortaokulların programına ekleyelim. Başka alanlara yönelecek öğrenciler için de farklı seçmeli dersler koyalım, onlar da bu dersleri seçsinler. Çünkü veli çocuğunu İmam-Hatip Lisesi’ne verirken, imam-hatip olsun diye vermiyor, dinini daha iyi öğrensin ve gereklerini yerine getirsin diye veriyor. O zaman vatandaşın bu ihtiyacının diğer ortaokullarda karşılanması gerekir.’ Dedim. Bazı platformlarda bu görüşlerimi savunduğumda, bazı ön yargılı, dar düşünceli mutaassıp ilericiler, bu düşüncenin bütün ortaokulları İmam-Hatip Ortaokuluna dönüştüreceğini savunarak şiddetle karşı çıktılar. Aradan on dört yıl geçti, bugün de aynı görüşteyim. Bu görüş, hayata geçerse, aynı çatı altında bütün öğrencilerin haftada sekiz saatlik farklı derslerle ortaöğretime hazırlanmaları sağlanmış olur. Hatta meslek eğitimine gitmek isteyen bir öğrenci, bu sürede Meslekî Eğitim Merkezlerine veya sanayi kuruluşlarına giderek orada uygulamalı olarak eğitim görebilmeli. Anadolu Lisesine gitmek isteyen öğrenciler, bu sürede takviyeli yabancı dil dersi alabilirler. Kısacası, bu sistemle öğrencilerin tercihlerine göre hazırlanmaları mümkün olur. Böylece toplumun bazı kesimlerindeki, ‘iki tip okulda birbirine yabancı iki tip insan yetiştiriyoruz‘ düşüncesi ve tedirginliği de sona ermiş ve sosyal barış sağlanmış olur. 

Meslekî eğitime geçiş ne zaman olmalı?

Öner: Meslekî eğitime geçiş bence ikinci kademede başlayabilir. Üçüncü kademe ise artık bunun gerçekleşme süreci olur. Özellikle şunu söyleyeyim: Üçüncü kademede mutlaka “meslekî eğitim” ve “meslekî öğretim”i ayrı ayrı ele almak lazımdır. Bizim bazı öğrencilerimiz var. Başka bir seçenek olmadığı için ya meslek lisesine veya normal liseye gidiyorlar. Ama bu öğrenciler, sayısal derslerde ve fen derslerinde başarısızlar. Fakat bu öğrenciler, iyi birer meslek adamı olabilirler. Bunları genel kültür dersleri ile destekleyerek Meslekî Eğitim Merkezlerinde meslekî eğitime tâbi tutabiliriz. Bu merkezleri câzip hale getirmek için, kırk yıl önce olduğu gibi, Sanat Okulu veya Meslek Okulu hâline getirebiliriz. Bu merkezleri çoğaltalım, geliştirelim. Orada çocuklar, hem lise öğrenimini görsünler, hem de bir meslek öğrensinler. Bazı meslek vardır, bir öğretim yılında öğrenilir, bazısı iki veya üç yılda öğrenilir. Orada öğrenciye seçenek tanıyalım. O mesleği bir iki yılda öğrensin, ama o çocuğa zorla fizik, kimya okutmayalım. Bu arada, mecburî eğitimin eksik kalan kısmını Açık Öğretim Lisesi’nde tamamlasın. Ama bu lise öğretimi, onun kapasitesine ve ihtiyacına göre programlansın. Bir öğrenci mühendis olacaksa, meslek öğretimine devam etsin. Türkiye’de bu ayırım yapılmıyor. Yapılmadığı müddetçe de bu problem çözülmez.  Bence üçüncü kademede de esnek olunmalı, yatay ve dikey geçişlere izin verilmelidir. Mesela, Anadolu Lisesi’nde okuyan bir öğrenci, fark derslerini vererek İmam- Hatip Lisesi’ne, İmam-Hatip Lisesi’ni tercih eden bir öğrenci genel Liseye geçebilsin. Çünkü insanların tercihleri, eğilimleri zaman içinde değişebiliyor. 

Eğitim sistemi ile ilgili son tasarı hazırlanırken, eğitim şûrasının ve eğitim uzmanlarının görüşü alındı mı, alındı ise bu görüşler TBMM bünyesinde kurulan alt komisyon için yönlendirici oldu mu?    

Dr. Sâkin Öner: Geçen yıl yapılan 18. Millî Eğitim Şûrası’nda İlköğretimin kademeli olması kararı alındı. Ayrıca mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılması yönünde tavsiye edildi. Tasarı hazırlanırken, mecburî eğitimin on üç yıl olması düşünülmüştü. Fakat her nedense okul öncesindeki bir yıldan vazgeçildi. Hâlbuki daha önce belirttiğim gibi, okulöncesi eğitim daha kısa sürede mecburî eğitim kapsamına alınabilir. Bu tasarı hazırlanırken ve hazırlandıktan sonra, Eğitim Fakültelerindeki akademisyenlere ve her kademedeki eğitimcilere, eğitim uzmanlarına danışıldığı, görüş alındığı kanaatinde değilim. Öğrendiğim kadarıyla bu tasarı, Millî Eğitim Bakanlığı’nın istek ve görüşlerini de tam olarak yansıtmıyor. Bu tasarı, iktidar partisindeki bir grup milletvekilinin hazırladığı bir tasarıdır. Bunu yapılan tartışmalardan anlıyoruz. Bu konunun kesinlikle aceleye getirilmemesi lazımdır. Yöntemi yanlış görüyorum. Eğitim sistemindeki düzenlemeyi daha geniş bir zamana yayıp, başta eğitimcilerin, sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak, tamamen toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap veren, sık sık değiştirilmeyen uzun ömürlü bir sistem halinde hayata geçirmek gerekir.

Anayasa çalışması gibi mi?

Öner: Eğitim sistemindeki düzenleme, en az yeni Anayasa kadar önemlidir. Açık söyleyeyim, Anayasa çalışmasından da önemli görüyorum. Çünkü Anayasa zaman içerisinde daha sık değiştirilebilir, ama eğitim sistemi ile fazla oynanmaması lazımdır.   Bence bir yıl, gerekirse iki yıl toplumca tartışalım. Toplumun bütün kesimlerinin görüşü belirlensin. Tam bir sosyal mutabakat sağlandıktan sonra, kalıcı bir düzenleme yapılsın.

Konuyu tamamen Millî Eğitim Bakanlığı’na emânet etmek lazımdır. Akademisyenlerle birlikte uygulamadaki eğitimcilerin ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşü alınarak, bu çalışma yürütülmelidir. Eğitimin her kademesi ile ilgili komisyonlar kurularak, önce sistemin aksayan yönleri bütünüyle ele alınmalı, buların nasıl giderileceği yeterince tartışılmalıdır. Sonra toplumun da görüşleri alınsın, herkes bu konuda konuşabilsin. Bundan rahatsız olmamak lâzım. Çünkü eğitim, sadece belli bir kesimi ilgilendirmiyor.  Eğitim, çocuğu olsun olmasın, bütün toplumu ilgilendiren bir konudur. İnsan kaynağı, bir ülkenin en büyük zenginliğidir. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bir gün tükenebilir, yok olabilir. Fakat kaliteli ve iyi eğitimli insan gücü, topluma yeniden hayat verebilir.

Eğitim sistemindeki yeni düzenleme ile ulaşılmak istenilen hedefin; ‘dindar gençlik’ olduğu iddia ediliyor. Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olması yeterli mi?

Öner: “Dindar gençlik” yetiştirmek tek başına eğitimin amacı olamaz, ancak amaçlarından biri olabilir.

Dindar gençlik kavramı ile neyin ifade edilmek istendiğini düşünüyorsunuz?

Öner:  Dinini bilen ve yaşayan bir geçliğin kastedildiğini düşünüyorum.

O zaman dindar gençlik ile dinini bilen gençlik arasında fark yok.

Öner: Evet, fark yok. Arada belki nüans ölçüsünde küçük bir fark olabilir. Dinini bilen gençlerin bir kısmı dinin gereklerini, yâni ibâdetlerini yapabilir, bir kısmı da yapmayabilir veya uygulamada eksikleri olabilir. Dindar gençlik denince, dinin gereklerini tam olarak yerine getiren bir gençlik anlıyorum. Bu biraz daha yaptırımı olan, zorlayıcı bir kavram. Siz gence dinini iyi öğretirseniz, o zaten dindar olur.

Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olarak yetiştirilmesi, Türkiye’nin gelişmesine, kalkınmasına, dünyada ve bölgesinde daha güçlü, daha itibarlı bir devlet olmasına katkı sağlar mı?

Öner: Mutlaka katkı sağlar, ama dindar olmak, tek başına yeterli değildir. Her şeyden önce kendi kültürünü, millî ve manevî değerlerini tanımalı, vatanını ve milletini sevmeli, tarihini ve dilini çok iyi bilmelidir. Ayrıca çağını iyi tâkip etmeli, iyi okumalı, evrensel değerlere de uyum sağlamalıdır. Ben bir defa dindarlığın yanına milliyetçiliğin ve çağdaşlığın da eklenmesi gerektiğine inanıyorum. Çağdaşlık kavramını, çağdaş ilim ve teknolojiyi bilmek ve etkin kullanmak, beynelmilel dillerden bir veya birkaçını bilmek, insan hak ve özgürlüklerini benimsemek anlamında kullanıyorum. Yani gençliğimizin, gelişmiş milletlerin gençleriyle rekabet edebilecek kalitede ve milletini dünya milletleri arasında seçkin ve saygın bir yere sâhip kılma şuuru ile yetiştirilmesi gereğine inanıyorum. Dindarlık, sosyal hayatı disipline eden bir unsurdur. Ruhî bir ihtiyaçtır. Fakat dediğim gibi, dinini bilmek tek başına yeterli değildir. Ayni zamanda entelektüel olmak ve millî kültür şuuruna sâhip olmak gerekir. 

Eğitim sisteminin darbe ile işbaşına gelmiş kişiler veya yalnızca siyasîler tarafından düzenlenmesi, çalışmaların TÜSİAD gibi ekonomi ağırlıklı sivil toplum kuruluşları tarafından yönlendirilme çabaları doğru mu?

Öner: Bu soruyu iki bölüm halinde ele almak gerekir. Birinci bölümde, darbe ile iş başına gelmiş kişilerin ve siyasilerin eğitim sistemini düzenlemesini ve bunu yönlendirmesini kesinlikle doğru bulmuyorum. Dayatmacı ve tepeden inmeci eğitim sistemi olmaz. Eğitim sistemi, toplumun bütün kesimlerinin görüşü alınarak yapılır. 

İkinci bölümde TÜSİAD’ın yaklaşımını değerlendireceğim. TÜSİAD’ın ön yargılı ve dayatmacı yaklaşımını tasvip etmiyorum. Uzlaşmak için biraz esnek olmak ve karşısında olduğunuz görüşleri de anlamaya çalışmak zorundasınız. TÜSİAD, İki milyon insanımıza işveren büyük iş adamlarının kurduğu ekonomi ağırlıklı bir kuruluştur. Fakat eğitim de ekonomiden bağımsız olamaz. Bence bu konuda tahammüllü ve her görüşe açık olmak lazımdır. Ayakkabıcılar Derneği bile eğitim üzerine konuşabilmeli. Dediğimiz gibi, eğitim toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Ama görüşler, baskı ve tehdit şeklinde olmamalı, problemi çözmeye ve katkı sağlamaya yönelik olmalıdır. 

Anayasa taslağı hazırlanırken her kesimden görüş alınması için olağanüstü gayret sarf edilirken eğitim sistemi söz konusu olduğunda kapalı devre çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öner: Kesinlikle doğru bulmuyorum. Mahzurlu buluyorum.

 Evde eğitim’ kavramını değerlendirir misiniz?

Öner: Evde eğitim kavramıyla ne kastedildiği açık değil ve kafa karıştırıcı. Bununla ne kastediliyor? Ailenin vereceği eğitim mi, özel öğretmenlerle evde yapılacak eğitim mi, kurslarla yapılacak eğitim mi, interaktif yöntemle uzaktan eğitim mi, yoksa öğrencinin kendi kendine yapacağı eğitim mi? Bunlar belli değil. Eğer evde çocuğun özel öğretmenlerin nezâretinde ders alması kastediliyor ise; her aile bu imkâna sahip değildir. Eğer anne-babanın vereceği eğitim kastediliyorsa, onların çoğunun eğitim düzeyi bu hizmeti vermeye müsait değildir. Bazı konularda uzaktan eğitim olabilir. İnternet ortamında veya televizyon radyo gibi medya organları vasıtasıyla bir nevi açık öğretim gibi…Ona da bazı velilerin imkânları el vermez. Anne baba, doğumundan itibâren zâten çocuğuna verebileceği eğitimi veriyor, onu hayata hazırlıyor. Bunu okul dışındaki saatlerde de yapıyor. Bunun dışında evde eğitime kesinlikle sıcak bakmadığımı ifâde etmek isterim. Çünkü okulun, öğretmenin verdiği ve arkadaşlarıyla alınan eğitimin yerini, evde nasıl verildiği belli olmayan bir eğitim tutamaz. Bu düşünceyi ortaya atanlar, evde eğitimden ne kastettiklerini ve neyi amaçladıklarını açıkça söylemelidirler. 

Evde eğitimin Amerika’ da zaman zaman iyi sonuçlar verdiği iddia ediliyor.  Türk toplumu ve Amerikan toplumu çok farklı yapılarda. Ayrıca Toplumumuzun aile yapısı, okul ortamından uzaklaşmış çocukların eğitim ve öğretimi için yeterli donanıma sahip mi?

Öner: Kesinlikle değil. İstanbul’u örnek alalım, % 50 ye yakını gecekondu şartlarında yaşıyorlar. Ya bir odalı veya iki odalı bir evde yaşıyorlar. Kaç öğrencinin özel çalışma odası var? Bugün % 70 öğrencinin evinde bilgisayarı varsa, % 30 unun yoktur. Türk toplumunu Amerikan toplumu ile imkânlar açısından mukayese etmek doğru olmaz.    

Türkiye’de eğitim sisteminin toplumun taleplerini karşılayıp karşılamadığı konusunda ciddî ve kapsamlı bir araştırma yapılmış mıdır? Yapılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öner: Yapıldığı kanaatinde değilim. Bunun yapılmadığını sık sık sistem değişikliği yapılmasından anlıyoruz. Eğitimdeki düzenlemeler hep; ‘Yola çıkalım, kervan gide gide yolda düzelir.’ mantığıyla yapılıyor. ‘Aksaklıkları görürsek düzeltiriz.’ Bu mantıkla hareket edilince üç yıl sonra ‘bu olmadı‘ deyip kaldırıyoruz. O dönemde okuyan öğrenciler,  bir kobay gibi kullanılmış oluyorlar ve yeterli eğitimi almadan hayata atılıyorlar. Modern fen programı uygulayan liseler, süper liseler, yabancı dilde basamaklı kur sistemi, ders geçme ve kredili sistem… Hepsinden kısa süreler sonra vazgeçildi. Hâlbuki bu sistemlerin önce pilot okullarda denemeleri yapılsaydı, belki aksaklıkları düzeltilip sürekliliği sağlanabilirdi.

Bence, çağdaş toplumun birinci gündem maddesinin, eğitim olması gerekir. Fakat maalesef Türkiye’de böyle değil. Bugün gelişmiş ülkelerde eğitim, sağlık ve güvenlik, devletin öncelikli hizmet alanlarıdır. Devlet, en çok bunlara yatırım yapar. Diğerlerini topluma bırakır, çoğu özelleşmiştir.

Kırk yıllık eğitim hayatımın otuz beş yılını eğitim yöneticisi olarak geçirdim. Benim en son konum, maalesef eğitim-öğretim işleri oldu. Yönetici olarak ilk işim okulun ihtiyaçlarının finansmanını sağlamak, sonra sırasıyla okulun fiziki meselelerini çözümlemek, onarımlarını yaptırmak, personel ihtiyacını karşılamak, araç-gereç eksiklerini tamamlamak, sosyal ve kültürel etkinliklere kaynak bulmak ve son olarak eğitim-öğretim işlerinin düzenli yürümesini sağlamak oldu. Millî Eğitim Müdürlüklerinin yaptığı toplantılarda da öncelikle yatırım, tesisler ve inşaat işleri, büyük ve küçük onarımlar, tâyinler, görevlendirmeler, personel özlük işleri görüşüldükten sonra, en son eğitim ve öğretime sıra gelir. Biz eğitimciler, eğitimi öncelikli gündem maddemiz hâline getirmedikten sonra eğitimi düzeltemeyiz.

Tasarıyı TBMM’ne sevk edecek Millî Eğitim Komisyonu’na ve tasarıyı kanunlaştıracak olan TBMM üyelerine tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?

Öner: Her şeyden önce bu çalışmalara bir ara verilmelidir. Bir eğitimci olarak ben bile bu tasarıyı detaylarıyla bilmiyorum. Bu tasarının muhtevasının topluma iyice anlatılması lazım. Mutlaka bunlar internet ortamında yazılıdır, ama herkesin buna ulaşma imkânı yoktur. Bunun tartışmaya açılması lazım. Herkesin, her kesimin ve daha ziyade uzmanlarının görüşlerinin alınması lazım. Öncelikle eğitim fakültelerinin, eğitimci akademisyenlerin, psikologların, pedagogların, basın ve medyadaki eğitim yazarlarının, özellikle eğitim alanındaki uygulamacıların, her kademedeki okul yöneticilerinin, başta eğitim alanında faaliyet gösterenler olmak üzere bütün sivil toplum kuruluşlarının da bu konudaki düşüncelerinin alınması gerekir. Ayrıca, meslekî ve teknik eğitim ve öğretim konularında, işçi, işveren, esnaf ve sanatkâr kuruluşlarının da görüşlerinin alınması da şarttır. Bu şekilde ortak bir payda bulunarak yola devam edilebilir. Ben bu sürecin fazla aceleye getirilmemesini tavsiye ediyorum. Bu konunun siyaset üstü düşünülmesi ve ele alınması gerekir.

Sistem, teknik olmaktan ziyade siyasî bir kalıp içerisine yerleştirilmiş gibi gözüküyor.

Öner: Doğrudur, oradan çıkarmak lazım.

Ülkemizde bir de yabancı dil öğretimi ve yabancı dille eğitim meselesi var. Türkiye’ de yabancı dil öğretiminden ziyade yabancı dille eğitim ön plana getiriliyor. Bunun mahzurlarından kısaca söz eder misiniz?

Öner: Türk insanının çağdaş dünyayla rekabet edebilmesi ve bu küreselleşen dünyada iş yapabilmesi için mutlaka en az bir yabancı dili iyi bilmesi gerekir. Burada bir tartışma yok. Bu konuda yapılabilecek her türlü çalışmanın doğru olduğu kanaatindeyim. Ama fen derslerini ve diğer dersleri yabancı dille öğretmenin kabul edilecek bir mantığı yok. Çünkü ilim, o toplumun millî diliyle yapılır. Eğer siz dersleri kendi dilinizle işleyemediğiniz zaman, hem dilinizin gelişmesine engel olursunuz, hem de ‘benim dilimle ilim yapılmaz‘ diyerek dilinize hakaret etmiş olursunuz. Herkes kendi diliyle daha hızlı anlar, kavrar ve düşünür. Bunun için, yabancı dil öğretimini sonuna kadar destekliyorum, fakat yabancı dille eğitime özellikle ilk ve orta öğretimde hayır diyorum.

Sorduğum soruları, vermek istediğiniz mesaj için yeterli görmüyorsanız, soruyu bizzat oluşturup, mesajınızı cevabınız içerisine yerleştirebilirsiniz.

Öner: İktidarların eğitimi siyasetlerine âlet etmeleri doğru değildir. Sadece dindar bir gençlik yetiştirmek, fikri sorgulamadan biat edecek ve istenilen hedefe kolaylıkla yönlendirilebilecek bir zümreyi oluşturmaktan başka bir amaca hizmet etmez. Bu da, hür düşünceyi ve gelişmeyi engeller. Gençliği çok yönlü ve geniş ufuklu, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olarak yetiştirmek gerekir. Amacı, hedefi ve idealleri olan gençlik yetiştirmek mecburiyetindeyiz. 

Eğitimimiz tamamen mi

Önceki İçerikSanayileşmenin Sosyo-Ekolojik Tesirleri
Sonraki İçerik1 Mayıs’tan / 3 Mayıs’a
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.