Oğul Boğanın Gözyaşları

125

Artvin’de yirmi yedi yıldır yapılan festivalde boğa güreşlerine ait bir sahne gazeteye haber olmuş, okuyalım: “Arenaya çıkan boğalar içinde en dikkat çekici mücadele, iki yıl birbirinden saklanan baba boğa ile oğul boğa arasında yaşandı. 550 kiloluk baba boğanın karşısına 530 kiloluk oğlunu çıkardılar. Baba ile oğul, arenada önce göz göze geldiler, koklaştılar, bakıştılar… Ardından da yoğun baskıyla kapıştırıldılar. Ve oğul, babaya yenildi. Boğalar yenildiği zaman böğürürdü; yenilgiyi gururuna yediremezdi. Bu yenilgi, farklıydı. Yavru boğa köşesine çekilirken şöyle bir baktı babasına, gözlerinden üç damla yaş aktı… İkisinin de başı eğikti. Bu müsabakada sevinen, bir yıllık emeğinin karşılığında 4000 YTL’lik ödülle evine dönen baba boğanın sahibi oldu.”

Haberi okuduğumda ürperdim, utandım. Gazete haberini bir süre sakladım. Tahlil ettim kendi kendime, olayı sahneleyen kişileri düşündüm. Yaşananları ne aklım ne vicdanım kabullendi. Adına “hayvan” da dense, o varlıklar en vahşi şekilde kapıştırılıyor, bundan zevk alınıyor ve kazanç elde ediliyor. “Hayvan sever” sıfatıyla ortalıkta dolaşanlardan ses çıkmıyor. Sahne ne kadar trajik, Kapıştırılanlar, ayrıca, baba ve oğul. Oğul, yenilmenin öfkesi ile böğürme ihtiyacını gideremiyor; baba, yenmenin sevincini yaşayamıyor. Dökülen birkaç gözyaşının anlamını kim yazabilir. Bırakın yazmayı, insanlar anlamaktan bile aciz. Anlasalar, hiç, böyle bir sahne düzenlerler miydi?

Hayvanlar arasındaki güzellik yarışını anlıyorum da onların dövüştürülmesini bir türlü kabullenemiyorum. Bunun örneği, ülkemizde ve dünyada pek çok. Değişik bölgelerimizde deve güreşleri ve horoz dövüşleri yaptırıldığını biliyorum. Ülkelerden birinde yılanlar arasında güreş yaptırıldığını okumuştum. İspanya’daki boğa güreşleri tam bir vahşet örneği. Ya sen boğayı öldüreceksin ya da kızdırılan boğa seni öldürecek. Resmen, cinayet. Bunun bir spor olarak algılanması ise bana göre, bir akıl sapkınlığı. Adına “kingboks” denen vahşi spor için ne demeliyiz? Sahneye çıkarılan azman görünümlü iki insan birbirine ölçüsüzce vuruyor, bunları seyreden salondaki binler, on binler daha vahşi olanı alkışlıyor, dövülen dövüldüğü ile kalıyor. Milyonlar da bu insanlık dışı sporu televizyonlarda seyretmekten derin haz alıyor.

Şiddet, nedeni ne olursa olsun, az gelişmişliğin, acziyetin, sadistliğin sonucu. En iyi şoförün, freni en az kullanan şoför olduğunu öğrenmiştim. Bana göre de en gelişmiş insan, şiddeti en az kullanan, şiddetten en az hoşlanan, yöntem olarak şiddeti en az benimseyen kişidir. Şiddet, bir kul hakkıdır; şiddete maruz kalan insan ya da hayvan bu hakkını mutlaka alacaktır.

Kişilerin eylemleri; onların fıtratları, dünya görüşleri, algılamaları, gelişmişlikleri ile doğrudan ilgili. Toplumların ortaya koydukları toplumsal eylemler de böyle. Milletler, genlerindeki kodlamalara göre toplu davranışlar ortaya koyabiliyorlar. Eğlenmeleri de o doğrultuda oluyor. Batı kültürünün eğlenme şekli olan “dans”ta, Yunan mitolojisinde okuduğumuz tanrılar arasındaki şiddetin figürlerini görebiliriz. Adrenalin yükselten, yaralanmayla, sakat kalmayla, ölümle sonuçlanan yarışlar, tercih edilecek bir kültürün sporu olamaz. Hayvanları bu işte kullanmak, onlara karşı haksızlıktır, saygısızlıktır, cinayettir.

Bireysel ya da kitlesel anlamda, her müsabaka bir hünerin en iyisini ortaya koymaya, örneklemeye; spor da bir yeteneği geliştirmeye yönelik olmalıdır. İyiyi, güzelliği arama ahlakı taşımayan, kişide ya da hayvanda bedeni hasarlara ya da kırılganlıklara neden olan müsabakalar, sporlar birer cahillik örneğidir. İdeal insan, doğru insan, bedeninde ve ruhunda bir tahribata izin vermez. Ruh ve beden sağlığımızı korumak, iyileştirmek, hem hakkımız hem görevimizdir. Diğer canlıların haklarına saygı göstermek, onlara zarar vermemek, onları sadist duygularımızın tatmin aracı olarak kullanmamak, insan olmamızın gereğidir.

Bırakın, köpekler bir birini yesin, boğalar ve develer bir biriyle güreşsin; biz kendi işimize bakalım!