Neden: 1

90

 

Uzunca bir süredir sorulan ve benimde sormaya iştirak ettiğim bir sorudur: İslam alemi neden ilerleyemiyor?

Özellikle günümüzde kaynayan bir kazana dönen İslam aleminin oyun kurmaktan ziyade oyuncak olmaktan çıkamaması da bu soruyu daha sık sorar hale getirdi bizi…

Eskiyiyad edip hayıflanmayacağım…

Alışılageldiği üzere malum düşmanları işaret edip “birilerinin yüzünden” de demeyeceğim.

Zira biliyorum ki “başımıza gelen musibetler kendi elimizle kazandıklarımız sebebiyledir.” (Şura, 30) Yani insan öncelikle hatayı kendinde aramak ve sormak durumundadır.

Çünkü yine biliyorum ki ilahi adalet gereği herkes hakettiği gibi yaşamaktadır.

Peki, bizi bu hale ne getirdi?

Bir zamanlar dünyaya yön verirken şimdi yönümüzü bulamamamızın sebebi ne?

İnsanlığa katkı sağlayacak yeniliklere imza atmak yerine insanlığımızı sorgular hale gelmemizin altında ne yatıyor?

Tüm bu sorulara verilecek cevaplar aslında bir sayfalık makale değil, bir hatta birkaç kitap hacmini kapsar.

Fakat yine de bazı ana başlıklar çıkarabiliriz umudundayım:

İlerlemenin temel vasıtasının ilimde mesafe katetmek, yenilikler ortaya koymak ve ufuk açmak olduğunu zannederim pek çoğumuz kabul ediyor.

İlimde ilerlemek ise öncelikle “soru sormakla” başlar. Çünkü soru sormak mevcudun daha iyisini aramak, onunla yetinmemek, derinlemesine anlamaya çalışmak demektir. Bilinmeyene yolculuğun kapısını açar.

Sizi rahatsız da eder. Zira her halinizden memnun bir şekilde miskin miskin oturma şansınız kalmamıştır artık. Bir kere zihin harekete geçti mi cevabını bulmadan uyku bile uyuyamazsınız.

İşte bu noktadan hareketle diyebilirim ki çok uzun zamandır soru sormayı unuttuk, daha doğru kem kendimize hem de çocuklarımıza unutturduk.

Bunu kimi zaman “günah” adına kimi zaman “itaat” adına kimi zaman da “işimize geldiği için” unutturduk.

Bir klişe vardır: Din dogmalar üzerine kuruludur, sorgulayamazsınız. Bazıları bunu dini eleştirmek ve ilerlemeye mani olduğunu göstermek için kullanır. Bazıları da dini korumak adına aynı ifadeleri kullanmaz ama “anlayamayacağımızı” ifade ederek soru sormanın hata olduğunu vurgularlar.

Bu yaklaşım ki bana göre bizi bu hale getiren hususlar arasında belki de en önemlisidir, İslam’ın anlaşılamadığının en önemli kanıtlarından biridir.

Her şeyden önce Kur’an’ın metoduna terstir.  Hatırlayalım: Hz. İbrahim Allah’ı nasıl buluyor? Soru sorarak, sorgulayarak değil mi?

Kur’an bizim gerçeği anlamamızı sağlamak adına bize soru sormuyor mu? “Düşünmez misiniz, akletmez misiniz, yeryüzünde dolaşmaz mısınız” gibi pek çok ayette sorulan sorular sorgulamanın temeli değil mi?

Hz. Peygamber’in (S.A.V.) ilk gelen “Oku” vahyine cevabı “tabii” yerine “ne okuyayım?” değil mi?

Dolayısıyla Kur’an “bilmediğimiz” bir meseleye dair konuşmamızı yasaklar (İsra, 36),bilinmeyeni araştırmayı değil.

Tam tersi, bilinmeyen öğrenildikçe insan kendini, hayatı ve dolayısıyla Allah’ı daha iyi anlayacaktır. Nitekim bugün ilimdeki pek çok gelişme dinin ortaya koyduğu prensiplere daha iyi ışık tutmuyor mu?

Bu noktada bir hususa daha işaret etmek gerekir: İslam ilmi dini-dünyevi diye ayırmaz. Zira her iki alan da Allah’a aittir. Her iki alanda yapılan araştırmalar ve elde edilen bilgiler de Allah’ın ayetlerini anlamaktır ki bu nedenle birbirlerini tamamlarlar, birbirlerine rakip değildirler. Bu ayrım bize Batı’dan sirayet eden bir sıkıntıdır. İslam ise bize bütüncül yaklaşmamızı emreder, aksi halde yeryüzünde gezip dolaşıp Allah’ı anlamamızı istemesinin hikmeti nedir?

Sorgulamanın önündeki bir diğer engel de “itaattir” ve İslam “körü körüne itaat”i de emretmez. Zira Peygamberlerden başka kimse “korunmuş” değildir. Bu nedenle ne kadar ahlaklı olursa olsun her insanın hata yapma payı vardır, İslam’da ruhbanlığın olmamasının esası budur.

Sorgulamanın önüne geçilmesi bazen de işimize öyle geldiği için olur. Zira her soru beraberinde “farklı” düşünceyi de getirecektir. Farklılıklar ise kendini bunlara hazırlamamış olanlar için sorun teşkil eder, cevabını bulmak için çalışması gerekir. Üretmesi gerekir. Ama çoğu zaman zor iştir üretmek, cesaret de ister. Hazırla idare etmek varken sıkıntıya girmeyi kim tercih eder?!

Üstüne üstlük yeni şeyler söyleyerek risk de alacaksınız! Siz olsanız ne yaparsınız?

Bir de alışılagelmiş şeylerin değişmesi ihtimali var ki bu da bazen otoritelerin sarsılması anlamına gelir. Kendi otoritenizi sarssanız bir dert başkasınınkini sarssanız ayrı bir dert…

İnsankorkar tabii! Korkunca ne yapacağı da belli olmaz değil mi?!

Allah-ü Teala’nın “hakikaten inananların üstün olacaklarına” (Al-i İmran, 139) dair vaadi bile unutulabilir!…

Peki, herkesin aynı düşündüğü, aynı baktığı bir yerde nasıl daha iyiye ulaşmak mümkün olur?

Kur’an’ı Kerim’i okurken bile hepimizin aynı derinlikte anladığını söylemek mümkün mü?

O nedenledir ki Hz. Peygamber (S.A.V.) İslam’ı insanların seviyelerine göre anlatmıştır.

Ve yine o nedenledir ki “ihtilafta rahmet olduğunu” vurgular… (Tabii bu ihtilaf bugün farklılıklar üzerinden yaşadığımız çatışmalar olarak anlaşılmasın! O ayrı bir bahis mevzuu…)

Farklı düşünmek kaçınılmazdır, yeter ki bu düşüncenin sebebi doğru düzgün delillendirilebilsin…

Bu konunun tek makaleye sığmayacağını söylemiştim, değil mi?

O halde devam edeceğiz…