3 Mayıs 1944 tarihi; Türk milliyetçiliği için dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Öncesinde milliyetçilik, yalnızca fikir çemberi içerisinde ele alınıyordu. Sonrasında fikirler, eylem ve hareketle desteklenmeye başladı. Bu eylemin temelindeki sebepler ve eylemin yol açtığı gelişmelerle ilgili soruları öteleyerek, işe eskilerden başlayalım:
Oğuz Çetinoğlu: Genel kabul görmüş bilgiye göre tarihteki ilk Türk Devleti, Hun İmparatorluğu’dur. Hun İmparatoru Mete Han; ‘Bir savaşçının kaderinde, atının üzerinde savaşırken ölmek olmalı. Bizler ve bizden sonra gelenler, bu şekilde ölmeye devam edersek, milletimiz diğer milletleri yönetir. Böylece kahraman ve üstün millet olduğumuzu dünyaya kabul ettiririz.’ Demişti. Bu sözler O’na, ‘İlk Türk milliyetçisi’ sıfatını kazandırır mı?
Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu: Elbette. Mete Han Türk birliğini kuran ilk Türk büyüklerinden biridir.
Çetinoğlu: Türk milliyetçiliği kavramı; statik değil, dinamik bir yapıya sâhiptir. Dolayısıyla kavramın kapsamında değişiklikler yaşanmıştır. Bu değişiklikleri ana hatlarıyla özetlemek mümkün mü?
Sefercioğlu: Türk milliyetçiği üzerine kafa yoran Ziya Gökalp, Hüseyin Nihal Atsız, Erol Güngör gibi birçok düşünürler, temelde aynı fakat ayrıntıda farklı görünen görüşler ortaya koymuşlardır. Bunları büyük değişiklikler olarak değil, ideolojinin gelişim sürecinin tabii belirtileri olarak değerlendirmek yerinde olur.
Çetinoğlu: Atatürk’ten sonra Türk milliyetçiliği anlayışında köklü değişiklikler oldu. Bu değişiklikler, dünya şartlarının gereği miydi, ülkeyi yönetenlerin şahsî tercihleri mi?
Sefercioğlu: Atatürk sonrası Türk milliyetçiliği anlayışındaki değişiklikleri hem dünya şartlarındaki değişiklikler, hem de hümanist bir anlayışa ağırlık veren İsmet İnönü yönetimi ve 1950’den sonraki demokratik eğilimler ve gerçekleşen askerî darbeler etkilemiştir diye düşünüyorum.
Çetinoğlu: Türk milliyetçiliği, Türk milletini temel kabul eder. Bu durumda ‘Türk milleti’ kavramını da tanımlamak gerekir. Neler söylemek istersiniz?
Sefercioğlu: Millet, aynı soydan gelen, bir ülkede birlikte yaşayan, aynı tarihi, dili, dini, kültürü paylaşan insanların toplumsal birliği olarak tanımlanabilir. Aynı soydan gelenler yanında başka bir soydan olmakla birlikte yaşayışları, aynı dili konuşmaları, aynı dine ve kültüre bağlılıkları sebebiyle içinde yaşadıkları toplumla kaynaşmış olanlar da o milletten sayılmalıdır. Bu genel tanımı Türk milleti bakımından ele alırsak, aynı Türkiye’de yaşayan, Türkçe konuşan, Türk soyundan gelen veya Türkleşmiş olan, büyük çokluğu İslâm dinine ve Türk kültürüne bağlı bulunan insanların toplumsal birliği olarak kabul edebiliriz. Türk milliyetçiği ise, bu topluluğu yükseltmeyi, öteki milletlerle aynı düzeye çıkarmayı amaçlayan ortak ülkünün adıdır.
Çetinoğlu: ‘3 Mayıs 1944 ve Türkçülük Dâvâsı‘ isimli eserinizde 3 Mayıs 1944’ü, ‘devlet terörü‘ döneminin başlangıcı olarak nitelendiriyorsunuz. O gün başlayan devlet terörü günümüzde devam ediyor mu?
Sefercioğlu: 1944’den sonraki yıllarda da devlet terörü‘ne benzer başka bazı uygulamalar olmuştur. 1953 yılında Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması; 1960’daki askerî darbeden sonra gelişen olaylar, 1980 yılındaki “M.H.P. ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı” dolayısıyla Türk milliyetçilerine uygulanan işkence ve zulümler, ve benzerleri de bu kapsamda görülebilir. İki yıldır süren ve yazık ki “Ergenekon” gibi saygın bir kavramın âlet edildiği süreç de böyle değerlendirilebilir.
Fakat 03 Mayıs 1944 gösteri ve yürüyüşünden sonraki olup bitenleri, diğerlerinden ayıran bir özellik var: O olaya doğrudan devlet başkanının müdahil olması; 19 Mayıs 1944 günü Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla stadyumu dolduran yurttaşlara hitabında Türkçüleri peşin olarak suçlaması! Kendisine “Millî Şef” dedirten İsmet İnönü, o söylevi sırasında, haklarında bir dâvâ bile açılmamış aydın gençleri “vatan haini” ve “fesatçı” olarak suçlamış, en ağır şekilde cezalandırılacaklarını söylemiş; böylece açılacak dâvânın yargıçlarına direktif vermişti. Nitekim, daha sonra açılan dâvâ, onun direktiflerine uygun bir seyir izlemiş, iddialar ve kararlar onlara dayandırılmıştı. Ancak, dâvânın temyiz evresinde Askerî Yargıtay Türkçülere yöneltilen iddia ve ithamları yerinde görmemiş; cezaevindeki bütün Türkçülerin hemen salıverilmesini sağlamış ve daha sonra da hepsini beraat ettirmiştir. Böylece, “Türkiye’de yargıçlar var!” özdeyişinin güzel bir örneği de verilmiştir. Fakat yargılamalar beraatle sonuçlanmasına rağmen, Türkçülere uygulanan işkence ve zulümlerin uygulayıcılarından biri olan zamanın Millî Eğitim Bakanı, bakanlığının elemanları olup beraat eden Türkçülere zulmetmeyi, onları yıllarca açıkta bırakmak, olmaları gerekenin çok altındaki ve/veya uzak yerlerdeki görevlere göndermek suretiyle zulüm yapmayı sürdürmüştü. Yani hukukun ceza vermediği bir düşünceyi bir devlet yönetim birimi görmezden gelmişti.
03 Mayıs 1944 olaylarına “Devlet terörü” sıfatını kazandıran bir başka uygulama da, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Millî Eğitim Bakanı’nın 19 Mayıs 1944 söylevlerini, İnönü’nün 19 Mayıs söylevinin her derece ve türdeki bütün okullarda öğrencilere okunup açıklanmasını emreden M.E.B. genelgesini, Türkçüler ve Türkçülük aleyhine yazdırılan gazete yazılarını bir araya getiren Irkçılık-Turancılık adlı bir kitabı, devlet bütçesinden aktarılan paralarla yayınlayıp bedava dağıtmasıdır.
Çetinoğlu: 3 Mayıs 1944’te Türk milliyetçilerini eyleme yönlendiren sebepler nelerdi?
Sefercioğlu: O yıllarda komünizmin gemi azıya almış olması ve komünistlerin devlet kurumların etkili yerlere getirilmiş olmaları idi. Komünistlerin en belirgin biçimde himaye gördüğü yer de o zamanlar Maarif Vekilliği denilen Millî Eğitim Bakanlığı idi. Başında Hasan-Âli Yücelin bulunduğu bu Bakanlık bir yandan kadrosunda veya bağlı kurumlarında tanınmış komünist veya aşırı solcu kişilere yer verirken bir yandan da 1940 yılında, ‘köylünün eğitilmesi, kalkınması ve toprağa bağlanması‘ amacıyla şehir dışında kurulmuş olan köy enstitülerinde komünist öğretmenler yetiştirmeğe çalışıyordu. O yıllarda Orhun adlı bir Türkçü dergi yayımlamakta olan H. Nihal Atsız, dergisinin 15 ve 16’ncı sayılarında “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye” hitaben iki açık mektup yayımladı ve Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki komünistleri, adları ve etkinliklerini belirterek açıkladı. Atsız’ın bu açık mektupları bütün yurtta ve özellikle gençlik arasında çok ilgi görmüş, coşku uyandırmıştı 2. ‘mektup‘ta adı verilen, “komünist” ve “vatan haini” olduğu belirtilen Sabahattin Ali, Bakanın teşviki ile Atsız aleyhine “hakaret” dâvâsı açtı. Atsız aleyhine açılan bu dâvâ da aynı ilgi ve coşku ile karşılandı.
Dâvânın 03 Mayıs 1944 günü yapılan 2. duruşmasında Atsız’a destek veren gençler Komünizmi lânetleyen yürüyüş yaptıkları için çok kötü muameleye mâruz kaldılar, gözaltına alındılar, işkence gördüler.
Çetinoğlu: Duruşmaların sonuçları hakkında rakama dayalı bilgiler verdikten sonra 3 Mayıs Türkçülük Dâvâsı’nın yol açtığı gelişmeleri ve gelişmelerin günümüze yansımalarını yorumlar mısınız?
Sefercioğlu: Gözaltına alınan yüzü aşkın gencin ifadesi işkenceli-tehditli uygulamalar ile alındıktan sonra verilen ‘ilk soruşturma kararı‘ ile dâvâ süreci başlatıldı. İkisi yurt dışında olduğu, biri de adresinde bulunamadığından dolayı dosyaları ayırılan 3 kişi dışına kalan 23 kişi için İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesinde dâvâ açıldı. Suçları; ‘Hükûmeti devirmeye teşebbüs etmek, Turancı bir yönetim kurmak, fesatçılık ve vatan hainliği…’ olarak belirlenmişti. Aylarca süren duruşmalardan sonra sanıkların 10’una, on yıla kadar uzanan farklı hapis ve sürgün cezaları verildi. Ötekiler beraat ettiler. Tabii ki, sonuçlar Askerî Yargıtay’a götürüldü. Yüksek Mahkeme ilk incelemesinden sonra bütün sanıkların tahliye edilmesine karar verdi ve son incelemesinden sonra da bütün sanıkların beraatını kararlaştırdı Böylece, Türkçüler aleyhine açılmış olan haksız ve hukuksuz dâvâ aklama ile son buldu. Fakat Türkçülerin çektiği sıkıntılar 3 yıllık dâvâ süreci ile kapanmadı. Çekilen çileler daha yıllarca sürdü.
Çetinoğlu: Konuyu; akademisyenlikten kaynaklanan ilmî ve titiz bir tarzda, derinlemesine inceleyen bir kişi olarak; Türkçülük Dâvâsı’nın, çoğunluk tarafından bilinmediğini ve/veya yanlış bilindiğini, karanlıkta kaldığını… düşündüğünüz yönleri hakkındaki bilgilerinizi okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Sefercioğlu: Türkçülük dâvâsının başlangıç ve sonuçlanış sürecinde oluşturulan korku ortamı ile okullara kadar yaygınlaştırılan olumsuz yorum ve propagandalar ve tek parti diktatörlüğünün gereği olan tek yanlı yayınlar, olup bitenlerin anlatıldığı ayrıntılı ve doğru bilgilerin yayılmasını önlemiştir. Dâvâ sonunda aklananların çıkardığı tirajı çok düşük ve yeterince dağıtılamayan dergiler de konunun yeterli olarak öğrenilmesinin engeli olarak değerlendirilebilir.
Çetinoğlu: Dâvânın açılmasında dış etkenler veya birilerinin dostluğunu kazanma amacı var mıydı? Var idiyse kimlerdi?
Sefercioğlu: Dâvâ 2. Dünya Harbi’nin sonuna yakın yıllarda açıldı ve sürdürüldü. O yıl, Almanya gerileme sürecine girmiş, Rusya Avrupa içlerine akmağa başlamıştı. O zamana kadar Almanya yanlısı bir siyaset güden Türkiye, rota değiştirmek ve Rusya’ya göz kırpmak ihtiyacını duyuyordu. 03 Mayıs 1944 yürüyüş ve gösterisi bunu sağlamanın bir bahanesi olarak düşünüldü. Basit ve masum bir gençlik eylemi bahane edilerek, konu bir rejim dâvâsının gerekçesi durumuna dönüştürüldü. Yani, 03 Mayıs 1944 birilerine (Sovyet Rusya’ya ve komünistlere) yaranma aracı olarak kullanıldı.
Çetinoğlu: Tek parti zihniyetine karşı çıkanların sindirilmesi söz konusu muydu?
Sefercioğlu: Elbette! Ancak tek parti anlayışına karşı olanlar,o zamanki dünya şartlarının gereği olarak 1945’de çok partili hayata geçilmesi üzerine çabuk toparlandılar ve iktidarla olan mücadelelerinde 03 Mayıs olayını sömürürcesine kullandılar.
Çetinoğlu: Dâvâ, Türk milliyetçiliği fikriyatını ne yönde etkiledi?
Sefercioğlu: O zamana kadar Türk milliyetçiliği, dergi veya gazete yazıları ile yayılmağa çalışılan, bu yüzden de etkisi hiç derecesinde idi. Dâvâ sonunda serbest kalan Türkçüler, öteki dâvâ arkadaşları ile birlikte, düşüncelerini çıkarmaya başladıkları dergilerle yaymağa çalıştılar. Art arda Toprak, Özleyiş, Kür-Şad, Altınşık, Tanrıdağ… gibi dergiler çıkarıldı. Fakat onlar kısa ömürlü, dağıtım imkânları yetersiz dergilerdi. 1945-1950 arasında kurulan, Ankara’daki Türk Kültür Derneği, İstanbul’daki Genç Türkler Cemiyeti, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Kültür Ocağı ve Türk Gençlik Teşkilâtı adlı kuruluşlar da kıt imkânlarla Türkçülük fikriyatını yayma çabasında oldular. Ama bunlar dâvânın benimsetilmesi bakımından yetersiz çabalardı. Fakat o talihsiz olayların Türk milliyetçiliğine büyük bir ivme, etkili bir hareket ve yaygınlık kazandırdığı kesindir, diye düşünüyorum.
Çetinoğlu: 3 Mayıs 1944 mağdurlarının ortak özelliği, Türk milliyetçisi olmaları idi. Buradan ‘milliyetçilik kavramı‘na geçmek istiyorum. Milliyetçilik kavramını, efrâdını câmi-ağyarını mâni cümlelerle nasıl tanımlarsınız?
Sefercioğlu: Milliyetçilik, bir millete ve ülkesine yürekten bağlı olmak, onların çıkarlarını maddî ve manevî açılardan her şeyin üstünde tutmak, milletinin yükselmesi, ilerlemesi, dünyanın öteki toplumları arasında seçkin bir yer edinmesi için fedakârlıkla ve feragatla çalışma, gerektiğinde kendini milleti ve yurdu için feda edebilme ülküsü olarak tanımlanabilir.
Çetinoğlu: Genç Türk milliyetçileri kendilerini hangi beşerî zaaflardan arındırmak, hangi hasletlerle donanımlı hâle getirmek mecburiyetindedirler?
Sefercioğlu: Günümüz gençlerinin en büyük zaafı okumayı sevmemeleri, dersleri ile ilgili yayınları bile zorla okumalarıdır. Günümüzün teknolojisi bu alışkanlığı ortadan kaldırmakta veya böyle bir alışkanlığın oluşumunu önlemektedir. Oysa ülkemizde yayılanmış, onları beşerî zaaflardan arındıracak pek çok kitap ve dergi yazıları vardır. Onlar okunabilse, sorun büyük ölçüde çözümlenir. Onların okuma alışkanlığı kazanmasında ailelerin, okulları ve çevrenin de önemli rolü olmalıdır. Okumayana buradan hitap etmenin hiçbir anlamı olamaz.
Çetinoğlu: Genç Türk milliyetçilerinin önemli bir kısmı, din ile ilişkilerini asgarî seviyede tutuyor. Konu ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyim?
Sefercioğlu: Genç Türkçülerin (yani Türk milliyetçilerinin) dinle olan ilişkilerinin asgarî düzeyde oluşu da eğitim ile ilgili bir husustur. Aileler bu konuda yeterince bilinçli değildir. Okullardaki din eğitimi de âdet yerini bulsun kabilindendir. Bu durum bütün gençler gibi genç Türkçüleri de etkilemektedir. Bunun için gençlerimize sistemli, softalığa yöneltmeyen bir din eğitimi sağlanmalıdır. Tabiî, bu devlete düşen bir görevdir.
Çetinoğlu: Türk milliyetçiliği, kültür temeline dayalıdır. Türk milliyetçilerinin benimseyeceği kültür anlayışından söz eder misiniz?
Sefercioğlu: Türk milliyetçileri kültürümüzün her dalıyla ilgilenmeli onların gelişimine katkısı olacak her alanda, özellikle de sanatın her dalında yer ve rol almalıdır. Kültürümüzün gelişmesi, gençlerin bu alana ilgi göstermesi sağlanabilir.
Çetinoğlu: ‘Türk milliyetçilerinin aksakalı‘ olarak genç milliyetçilere mesajlarınızı iletmek ister misiniz?
Sefercioğlu: Bu soru ile ilgili mesajların, önceki üç soruya vermeğe çalıştığım cevaplarda yer aldığını sanıyorum.
Teşekkürlerimi sunarım.
Prof. Dr. NECMEDDİN SEFERCİOĞLU’nun biyografisi Nevşehir’in köklü bir ailesinin oğlu olarak 29 Haziran 1931 tarihinde Nevşehir’de dünyaya geldi. Babasının memuriyeti sebebiyle 7 yaşında iken Ankara’ya geldiğinden ilkokulu Ankara’da, ortaokulu Nevşehir’de, Lise’yi Adana’da, yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphânecilik Bölümü’nde tamamladı. 1962 yılında mezun olduğu bölümde asistan olarak göreve başladı. 1965 yılında ABD’ye gidip meslekî eğitim gördü. 1968’de doktor, 1982’de yardımcı doçent, 1986’da doçent, 1990’da profesör unvanını aldı. 1998 yılında Gazi Üniversitesi Basın yayın Yüksek Okulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü Başkanı iken, yaş haddinden emekli oldu. Lise sıralarında başladığı cemiyet çalışmaları sırasında; Sağlık Eski Bakanı Mehmet Aydın, Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Prof. Dr. Emin Bilgiçz, Adnan Ötüken ve Nejdet Sançar gibi Türk milliyetçiliğine unutulmaz hizmetler veren pek çok kişi ile; Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde, Türk Ocakları’nda, Ankara Aydınlar Ocağı’nda, Türkiye Yazarlar Birliği’nde, Türk Kütüphâneciler Derneği’nde berâber oldu. İlk yazısını, Bayrak şairi Ârif Nihat Asya’nın Adana’dan, milliyetçi fikirlere sâhip oluşu sebebiyle Edirne’ye sürgün edilmesinden kaynaklanan üzüntüyle kaleme aldı. Bu şekilde başlayan yazı hayatı, günümüze kadar aralıksız devam etti. Kalem, Ürün, Demokrat Nevşehir, Mefkûre, Gurbet, Okumak, Ark, Sanat Yolu, Kütüphânecilik, Ocak, Kitaplar Âlemi, Yeni Yayınlar, Türk Kültürü, Orkun, Sizin Gazete, Kamu Hizmeti, Tercüman, Gazi’nin Sesi, Orta Doğu, Türk Diplomatik, Milliyetçi Yorum isimli dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlandı. Radyo ve televizyonlarda konuşmalar yaptı. Hâlen Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından Ankara’da yayınlanan Türk Yurdu Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürüdür. Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu; 3 erkek, 1 kız evlat babasıdır. 2’si erkek, 6’sı kız olmak üzere 8 torunu vardır.
|