Ne Desem ki!

137

Türkiye’nin gündemi malûm. Bir gün içerisinde
dört mevsim yaşanır oldu. Hangisini yazayım, nereden başlıyayım diyorum henüz
yazı bitmeden gündem yeniden değişiyor. Gündem hem de ne gündem. Vantilatör
b.ka çarpmış gibi her taraf vıcık vıcık pislik.

Liseli gençlerin sevgililerine yazdıkları
mektup misali yazıyor yazıyorsun, beğenmiyor mektubu yırtıp tekrar yenisini
yazmak için yeni bir kâğıt koyuyorsun önüne, ama yine de olmuyor işte.

Bu yüzden bugün içimden güncel yazı yazmak inanın
ki gelmiyor. Okuyucularımın müsaadesiyle En iyisi kitapların arasında kaybolmak
istiyorum.

Malûm Atatürk’ün 102 yıl önce Samsun’a
çıktığı günlerin içindeyiz. Bu yüzden yazımı kendisinin notlarından alıntı
yaparak bitirmek istiyorum.

Samsun’dan
edindiğim bilgiler pek de hoş değildi. Samsun’a iki gün önce 17 Mayısta yüz
kadar İngiliz askeri çıkarılmıştı. Bu askerlerle gelen iki İngiliz yüzbaşısının
Sivas’a kontrol subayı olarak gideceklerini öğrenmiştik. Samsun ve çevresindeki
Türkler, Pontusçu çetelerden tedirgin ve yılmıştı. İzmir’in Yunanlılar
tarafından işgali başlangıçtı. Bunun yanında İtalyanların Antalya ve Konya
çevresinde işgali genişletmeleri, Samsun ve Trabzon’a Yunan ve diğer işgal
kuvvetlerinin çıkmaları mümkün görünüyordu.

Doğu
bölgesi için ayrıca endişelerim vardı ve bazı haberler almış, birde suikast
teşebbüsü yaşamıştım.

Arkadaşlarla
Pontus çetelerinin saldırısına uğramış olan Yenice köyünü ziyaretten dönmüş
doğruca Mıntıka Palas’a gitmiştik. Yemekten sonra kahvelerimizi içip sohbet
ediyorduk. Belediye önünde bulup silahlandırdığım asker, otelin kapısında nöbet
bekliyor, içeriye sinek bile uçurmuyordu. Dışarıdan onun sesi yükseldi: “-Yasah
diyorum sana ulan!”

Gürültü
ve tartışma biraz uzayınca Cevat Abbas silahını çekip kapıya koştu.
Aralarındaki konuşmayı içerden duyuyoruz:

“-Ne
arıyorsun burada?”

“-Mustafa
Kemal Paşa’yı göreceğim.”

“-Ne
yapacaksın Paşayı?”

“-Ona
söyleyeceklerim var.”

“-Nedir
söyleyeceklerin bana söyle ben iletirim.”

Konuşmasından
Kürt olduğunu anladığımız adam mutlaka içeri girmek istiyordu. Yaverim en
sonunda kişiyi yanımıza getirdi.

Karşımızda
orta yaşlı, iri yarı, kara gözlü, pala bıyıklı, esmer halktan bir adam
duruyordu. Ama bu adamın durumunda bir gariplik vardı. Herkes ona bakıyor ve
her hareketini göz hapsinde bulunduruyorlardı.

“-Gel
bakalım evlât bir arzun mu var” diye sordum.

“-Var
Paşam size söyleyeceklerim var!”

“-Haydi,
çekinme, söyle öyleyse.”

“-Paşam
bana sizi vurmak için görev verdiler”

“Peki,
öyleyse vur beni, yap görevini haydi”

“-Aman
paşam, sen vurulacak adam mısın? Sen baş tacı olaya lâyıksın.”

Sonra
ceketinin iç cebinden yepyeni bir tabanca çıkarıp masanın üstüne bıraktı.

“-İşte
Paşam verdikleri tabanca. “Git o vatan, millet haini padişahımızın düşmanı olan
paşayı vur” dediler. Ben de sizi öyle sanarak öldürmeğe karar verdim. Üç gündür
arkanızda dolaşıyorum. Bütün düşüncelerim altüst oldu. Meğer beni aldatmışlar!
Az kalsın milletin babasını vuracaktım. Senin hemşerilerle konuşmanı dinledim,
baktım ki sen yalnız bizi düşünüyorsun. Bizi düşmanlardan kurtarmak istiyorsun,
asıl hain onlar; o senin düşmanın olacak namussuzlar. Ben de artık sendenim
Paşam.”

Bu
kendi kendine gelip, kendi kendine giden tehlikeye şaştım kaldım.

“-Al
tabancanı sok beline çocuk” dedim.

“Sen
de artık benim askerim sayılırsın. Tabancasız, silâhsız olursak Pontuscular
gelip hepimizi keserler.”

Kürt
yurttaşımıza birde kahve ısmarladım ve bizi unutmamasını söyledim.”

(Atatürk, Atatürk’ü Anlatıyor –II- “Ulusal Giz”-
Milliyet Yayınları)

Sağlıklı Kalın.